Ahmet Ümit ile yeni çıkacak kitabını konuşmak için buluştuk. Politikadan edebiyata, gündemden eski Ramazanlara dair pek çok konuda söyleştik. ‘Beyoğlu'nun güzel abisi', aydınların bağımsız olması gerektiğinden yana: “İlkelerim nedeniyle bana öfke duyanlar olabilir. Çok umurumda değil açıkçası. İnsanların istediklerini söyleyebilmesi, bunun için özgür olmaları gerektiğine inanırım.”
Yazarlığınız gibi sosyal medyada da çok aktifsiniz...
Ben sol gelenekten gelen biriyim. 14 yaşında, çok küçük bir yaşta solcu oldum. 14 yaşından 35 yaşına kadar çok mutluydum. Çünkü hakikati temsil ettiğim kanaatindeydim. Kendi görüşlerimin doğru olduğunu düşünüyordum. Bunun için ölüme kadar gittim. Tutuklanmak, işkence görmek, yaralanmak, vurulmak, arkadaşlarımın ölmesi... Bütün bunları yaşadım. Bunu yaparken de ‘evet bu bedeli ödüyorum ama doğruyu, hakikati temsil ediyorum' diyordum. Sonra anladım ki söylediğim her şey doğru değilmiş. 55 yaşındayım ve insanlar, 'şöyle mi olur', ‘böyle mi olur?' diye soruyor. Onlara ‘şunu yapın' ya da ‘bunu yapmayın' demek sorumluluk işi. Bu iyi bir şey değil fakat söylemek zorundayım, bunu bayıla bayıla yapmıyorum.
Çok farklı kesimler tarafından seviliyorsunuz. Sebebi nedir bunun?
Ben kitaplarımı yazarken insanı anlatıyorum. Dolayısıyla kitaplarımı okuyanlar, ülkücüsü, sosyalisti fark etmiyor, insanı buluyor. İnsanı buldukları için de kendilerini görüyorlar. Orada söylediğim değerler evrensel, insanî; değerler; yalan söylememek, cesur olmak, zulmetmemek, zalim olmamak, zulüm varsa karşı çıkmak, doğaya saygılı olmak... Bunlar hepimizi birleştiren şeyler. Yani inanmış bir Müslüman'ın da Hıristiyan'ın da bu söylediklerime karşı çıkması mümkün değil.
Tepki gösterenler de oluyordur illaki...
Gezi süreciyle daha aktif bir tavır alınca AK Parti içinden tepki geldi. Bir yerde zulüm varsa ben buna karşı çıkarım. Gazetesini bastıklarında Zaman Gazetesi'nin yanındayım ama Zaman Gazetesi'ndeki insanlar Ahmet Şık'ın kitabının yayınlanmasına karşı çıktıklarında da Ahmet Şık'ın yanındayım. İlkelerim nedeniyle öfke duyanlar olabilir. Çok umurumda değil açıkçası. İnsanların istediklerini söyleyebilmesi, bunun için özgür olmaları gerektiğine inanırım. Şimdi mesela diyor ki, ‘Cemaat, paralel yapı kurdu, ülkenin altını kazımaya çalışıyor.' Bunun için basını susturmana gerek yok. Çık kendi basın organında bunu nasıl yaptıklarını anlat. Buna kimsenin itirazı olmaz. Ancak insanları tutukladığında, susturduğunda sorun olur ve bu baskıya girer. Ben buna karşı çıkarım. Solcu bir gazeteye, Özgür Gündem'e de bunu yaptığı zaman karşı çıkarım. Yazarın bağımsız olması gerektiğinden yanayım. Aydının bağımsız olma, bağımsız fikir üretme pozisyonu vardır. Onu kaybetmek istemem.
İNSANLAR BASKIYA bOYUN EĞMEDİ
7 Haziran seçimlerinde sandıktan çıkan sonucu nasıl okudunuz? Aradan geçen 1 buçuk aylık sürede partiler bu mesajı nasıl algıladı?
Bence mesaj çok net; halkın yüzde 60'ı 'çatışma istemiyoruz' dedi. Artık çatışma ortamından uzakta, vatandaşların düşman, hain, ajan, kumpasçı, darbeci görülmediği yepyeni bir sayfa açmak lazım. Bunun olabilmesi için kirli ve karanlık geçmişle hesaplaşmak şart. Geride çok kirli bir geçmiş var. 17/25 Aralık meselesi çok ciddi bir mesele. Öncelikle AK Parti'nin bu meselenin üzerine gitmesi, temizlemesi, kendini aklaması gerekiyor. Temizsen, dürüstsen zaten bitti, çalmamışsın kardeşim. Bunu açıkla, ‘İftira attılar, darbe yaptılar.' de, bunu görelim ama. Herşey sadece söylemde kaldı, üstü kapatıldı. Zarrab ortalıkta duruyor, dört bakan yüce divana gitmedi, iddiaların hepsi ortalıkta duruyor. Tam tersine bu iddiaları gündeme atan polisler içeride. Bunları çıkar, temiz olduğunu göster, o polislerin de bilmem nerenin ajanı olduğunu bize göster, kanıtla. Böyle bir şey yapılmıyor ama. Mağdur olan yüzlerce, binlerce insan var. Bu mağduriyetin inandırıcı bir şekilde kanıtlandığı bir durum yok.
Bugün yaşananlar pek iç açıcı değil. Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Benim hayatımda gurur duyacağım birkaç şey var. Bir tanesi torunum, çoluğum çocuğumsa, diğeri yazdığım romanlarsa, diğeri de 12 Eylül döneminde eğilmemem, dik durmamdır. Bu dönemler geçici. Bu süreç de geçecek ve geçmeye başladı bile. Dik durmak lazım. Muktedirin yanında, güçlünün yanında olmamak lazım. Haklının yanında olmak şart. Zaman geçtiğinde torunlarınıza anlatacağınız güzel hikâyeleriniz olur ve aynaya baktığınızda utanmazsınız. Türkiye'nin geleceğini umutlu görüyorum. Bir kere Türkiye'de insanlar boyun eğmedi. Çok güçlü bir muktedir var, bir zalim yapı var ama bakın Kürtler boyun eğmedi, Atatürkçüler boyun eğmedi, Hizmet Hareketi boyun eğmedi. Kimse eyvallah demiyor. Bu çok umut verici ve değerli bir şey.
İyi ki babam sabah namazlarına götürmüş
Gaziantep'ten Moskova'ya, babanızın zorla sabah namazlarına götürmesinden bugünlere uzanan bir gençlik döneminiz var. O günlere dair özel bayram hatıralarınız da vardır muhakkak...
Olmaz mı... Özellikle de anne babayı kaybedince onları çok daha fazla hatırlıyorsunuz. O dönemin Ramazanlarını, Ramazan'daki şekerleri, kakeleri düşünüyorum. Bizim zamanımızda televizyon yoktu, Hacivat Karagöz oynatılırdı, onları düşünüyorum… Eskiden bayramlarda Antep'e giderdim, şimdi gidemiyorum çünkü annem babam yok. Antep'te bayram başka olurdu. Eğer babam beni sabah namazlarına götürmeseydi, sahurlara kalkmasaydım, o Ramazanları yaşamasaydım, o Karagöz Hacivatları görmeseydim bugünkü derinlik olmazdı. Farklı kültürlerle çok içli dışlı oldum. Asıl bir zenginlik var ise bence, budur. İyi ki çok kültürlü bir ortamdan gelmişim ve o günleri yaşamışım. Onlar olduğu için bir yazar derinliği, bir yazar kültürüne sahip olmuşum. Bunun kıymetini bilmek lazım. Bayram dediğimiz şey aslında komşularımızla, şehrimizle, ülkemizle, dünyayla, öteki canlılarla, doğayla barıştığımız şeydir. Artık birbirimizi düşman olarak görmekten vazgeçelim. Sonsuz bir kardeşliği, sonsuz bir dostluğu hakim kılmaya çalışalım. Bunun için; zalim olmayacaksın. Hırsızlık yapmayacaksın. Yalan söylemeyeceksin.
Bugünkü sorunların temeli İttihat ve Terakki'ye dayanıyor
Yeni kitabınızı birkaç hafta sonra raflarda göreceğiz. Nasıl bir çalışma bekliyor Ahmet Ümit okurlarını?
Bugünkü sorunlar, despotizm, demokrasinin kurulamayışı, çok seslilik, bütün bunların hepsinin aslında yüz yıl önce kümelendiği sorunların yaşandığı bir dönemi anlatıyorum; İttihat ve Terakki. 1906-1908 yılında başlayıp 1918'de sona eren; Cemal, Enver ve Talat Paşa'nın kaçmasıyla nihayete eren süreci anlatıyorum. Özgürlük hareketi olarak başlayıp bir despotizme dönüşen hareketi anlatıyorum. Bugünle çok büyük benzerlikler var. Bugünün şifrelerini anlamak için o döneme bakmak gerekiyor. Çok güzel bir aşk hikâyesini ele aldım. Bir Müslüman gencin bir Yahudi kıza âşık olması, ona yazdığı günlüklerden, jurnallerden oluşan bir mektup bu. O büyük karmaşa, o büyük girdap... O 600 yıl hükümdar olan büyük Osmanlı, neden 19. yüzyılın sonunda, İngiltere gibi, Fransa gibi, Amerika gibi, İtalya gibi bir zamanlar ciddiye bile almadığımız devletlerin gerisinde kaldık ve onlara yem olduk. Bunları anlatan ve o kardeşliği nerede kaybettiğimizi konu alan bir kitap. Tarihi bir kitap ama güncel sorunlara göndermelerle dolu.