Şimdilerde adlarını her ne kadar ‘kuaför' hatta ‘saç tasarımcısı' gibi isimlerle anma girişimleri olsa da onlar Osmanlı'dan bu yana kullanılan adıyla ‘berber'. Bir Berber Bir Berbere adlı kitap, bu mesleğin sosyal tarihine ışık tutan yazılardan oluşan bir derleme. Edebiyatçı bakışı elbette var ama ‘berber makası altında eşitlenen müşteri bakışı' evla.
“Saç ıslatma ve tarama hoşbeşle, nasılsın'la geçer. İlk makas darbeleriyle iş-güçten konuşulmaya başlanır. Berber elini saçlara daldırıp, parmaklarının arasından fırlayan fazla kısmı kesmeye hazırlanırken aynadan bir bakış atar ve sorusunu sorar: Evli misin?”
Sohbete girme konusunda mahir bir kişiye, yani bir berbere ait olduğu belli olan bu cümleler, yönetmen Adem Erkoçak'ın ‘Hayatımı değiştiren tıraşlar' başlıklı yazısından. Erkoçak'a müşterinin müşterilikten, berberin berberlikten çıktığı, erkekler dünyasına özgü sohbete dair bu detayların da olduğu yazıyı yazdıran şey ise bir kitap. İletişim Yayınları'ndan çıkan ‘Bir Berber Bir Berbere' adlı çalışma, berberliğin sosyal tarihi üzerine edebiyatçı gözüyle yazılan yazıların derlemesi. Berber koltuğundaki hatıralarını paylaşan yazarlar arasında Tanıl Bora ve Adem Erkoçak'ın yanı sıra Barış Bıçakçı, Hasan Ali Toptaş, Ercan Kesal, Gökhan Akçura, Ahmet Büke, Abdullah Çelik, Mustafa Çiftçi, Tarhan Gürhan, Özer Korkunç, Necip Sarıcı, Murat Toklucu, Bahadır Türk ve Süha Ünsal gibi isimler de var. Berberlerin nasıl erkek mekânları olduğunu yine onların yüzüne vuran iki kadın yazar da mevcut: Gülname Turan ve Sinem Erenler… Onlara da sıra gelecek fakat gelin şimdi arka kapak yazısında yazdığı gibi ‘makas altında eşitlenen berber müşterilerinin gözüyle' yazılmış anılardan bir özet sunalım.
Halk tababetinin neferleri
Tanıl Bora'nın deyimiyle kimi zaman nabza göre şerbet veren ama bazen de hikmet dolu sözleriyle bir halk filozofuna dönüşen berberlerin tek mahareti ağzının laf yapması ya da çok güzel saç sakal tıraşı yapması değil elbet. En azından eskiden böyle değilmiş. Diş çekip hacamat yapan, sülükle kan alan eski berberler, hekimlere mahsus el ustalığına ortakmış. Bu yüzden de Bora'nın tanımlamasıyla bir bakıma ‘halk tababetinin neferleri'dir onlar. Şimdilerde yavaş yavaş kuaför salonları, lüks ve VIP berber salonları çıkmaya başlasa da karşımıza, mahalle aralarındaki berberlerin sunduğu sohbet ortamına ve sıcaklığa ucundan kıyısından yaklaşamazlar.
Kitap, yazarların kendi deneyimlerinden yola çıkarak kaleme aldıkları yazılarla çok yakın mesafede sohbet edildiği için güzel kokmaya, naneli sakız çiğnemeye gayret eden berberlerden de haber veriyor, berberin tıpkı futbol takımı gibi babadan oğula geçtiğinden de. Bir de berber değiştirmenin baba-oğul arasında ismi konulmayan bir gerginliğe yol açtığından da... 1970'li yılların başına kadar kasabalarda tıraş ücretinin nakdi değil ayni ödendiğini, berberlerin harman sonunda her erkek başı için dört tas arpa ya da buğday toplamak için yollara düştüğünü, sadece bayram günleri peşin para alındığını Hasan Ali Toptaş'tan öğreniyoruz. Aynadaki görüntüye bakılarak yapılan sohbetleri de Toptaş hatırlatıyor okuyucuya.
Esnaf-zanaatkârlığın son kalelerinden biri olan berberlik mesleğine iade-i itibar niteliğindeki çalışma, Adem Erkoçak'ın fotoğraflarıyla tamamlanmış. Sinem Erenler'in deyimiyle ‘kadınlar için bilinmezliğin mekânı' olan bu dükkânların kapısını aralayan kitabın erkek okuyucular için çok daha anlamlı olduğu kesin. Ama kitabın hemen başında belirtildiği üzere kadın kuaför salonlarına dair benzer bir çalışma da yolda sanıyoruz. Hadi hayırlısı!
Berber Azrail olur gelir bir gün…
Aynı zamanda doktor olan oyuncu Ercan Kesal da ‘meslektaş' diye bahsediyor berberlerden. Et benini koparma, siğil yakma, çıban boşaltma onların işi neticede! Bir de boyun kütürdetme var ki, korkunun ecele faydası yok! Hem dememiş mi ki Berber Salih zamanında Kesal'a ‘Sen korkma hocam, affedersin ama biz de bu işin doktoruyuz' diye. Kesal'ın bahsettiği bir başka tür berber var ki bunlar da okul girişlerinde elinde makasla bekleyen gönüllü berberler. Genelde müdür muavinlerinden çıkan bu grubun favori saç stili ise eşek tıraşı. Makasla saç üzerinden tren yolu gibi bir manzara çıkar ortaya ki çaresi öğrencinin en yakın berbere gidip saçını kabak tıraşı yaptırmasıdır. Ve ‘berber Azrail olur gelir bir gün' dedirten zamanlar. ‘Babam artık pek dışarı çıkamıyor, eve gel de tıraş et' diye çağrılan berberler. Kesal'a göre, ölüm defin raporunu da aslında onlar imzalar. Usturalarıyla…
Mustafa Çiftçi de aynı noktaya temas eder, ‘eve berber getirmişler' denildi mi, anlardın ki hastanın ölümü yakındır, diyerek. Çiftçi, para kazanmak için gurbete giden berberlerden de konu açıyor. Otellerde makas tıkırdatmak için Antalya'ya, Bodrum'a, Marmaris'e gidenlerden. Hem sıcaktır oralar, güneş vurdukça kendi saçı adama yük olur…
Berberlerin piri Selman-ı Pak
Gökhan Akçura da Osmanlı'dan başlayıp geçen yüzyılın ortalarına uzanan berberliğin tarihini anlatıyor kitapta. Bu tarihte berber kelimesinin İtalyanca sakal anlamına gelen barba kelimesinden geldiği bilgisi de var, berberlerin piri Selman-ı Pak ile ilgili ayrıntılar da. Bugün hâlâ bazı dükkânlarda gözümüze çarpan ‘Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız/Hz. Selman-i Pâk'dir pirimiz üstadımız' yazılı tabelada bahsedilen, Hz. Peygamber'in mübarek başını tıraş eden Selman-i Pak… Yine aynı bölüm, ‘ayaklı gazete', ‘insan sarrafı' gibi adlarla anılan berberlerin öteden beri ‘konuşmayı seven' kişiler olduklarını da anlatıyor okuyucuya. 1931 yılında berberlerin talebiyle cuma günlerinin tatil olarak belirlendiği ancak bu kararın cuma günü tatil yapmak istemeyen diğer berberler tarafından öfkeyle karşılandığı ve ortalığın biraz karıştığından da bahsediyor Akçura.