Selam; Bahara Yolculuk vizyona girdiğinde seyirciyi nasıl bir film bekliyor olacak? Nelerle karşılaşacağız?
Mert Yavuzcan:Bir yol hikâyesine tanık olacaklar açıkcası. Yolculuklar nasıldır bilirsiniz insanları heyecanlandırır ve yaşanılan tüm sıkıntılara rağmen bize birçok şey katar. Kim olduğunu anlarsın. Filmde de İsmail öğretmen ve Mehmet karakterlerinin yolculuğunu ve bir buluşma hikâyesini izleyeceğiz. Mendillerini hazırlasınlar.
Gürol Güngör:Kendini eğitime adamış ve bu uğurda birçok şeyi feda etmiş bir öğretmenin hikâyesini anlatan adanmışlık filmi, Bahara Yolculuk. Kendi adıma Kırgızistan’da kırk beş gün kaldım ve ilk günümden son günüme kadar ailemle görüntülü konuşma fırsatı buldum. Ama o insanlar oraya gözü kapalı hiçbir şey bilmeden ellerinde sadece bir valizle yola çıkıyor. Bunu oradaki insanlara eğitim vermek ve bir şeylerin tomurcuklarını atmak için yapıyorlar. Daha iyi hayat sunmak ve dilimizi dünyaya yaymak amaçları. İşte biz filmimizle buna değiniyoruz.
Hikâyeye dâhil olmanızda ve senaryoyu beğenmenizde sizi ikna eden etken neydi?
G.G.:Film için görüşmeye gittiğimde yapımcımız Haluk Örgün ve yönetmenimiz Hamdi Alkan ile bir araya geldik. Hepsiyle orada ilk kez tanışma fırsatı buldum ve film hakkında çok bilgim yoktu. Fakat oradaki samimiyet ve yaklaşım beni çok etkiledi. Senaryoyu da beğenmiştim. İki unsur bir araya geldiği zaman kaymaklı ekmek kadayıfı oldu benim için (gülüyor).
M.Y.:Senaryoyu okuduğumda gerçekçi olması ve bir dönem filmi niteliği taşıması hoşuma gitmişti. Oyuncu olarak bunlar her zaman ilgimi çekmiştir. Projelerimi seçerken hikâyeler önceliğim oluyor, sonrasında ise karakter geliyor. Genelde aşırı zıtlıkları olan, özü derinlikli ve ters açıya yatan karakterleri tercih ediyorum. Mehmet de benim için öyleydi. Başından sonuna büyük değişimin içinde olan bir roldü.
Film aynı zamanda bir dönemi de yansıtıyor. Olaylar Sovyetler birliğinden yeni ayrılan ve hâlâ etkisinden kurtulamamış olan Kırgızistan’da geçiyor.
M.Y.:Bir oyuncu olarak o dönemi tanıyıp bilmek bizim sorumluluğumuz. Kırgızistan komünist rejimden çıkmış ve kendini dünyaya yeni tanıtıyor. O dönemki cumhurbaşkanımız onlara büyük destek vermiş. Bu insanlar oraya Türkçe öğretmek ve eğitimin standardını yükseltmek için gidiyor ve her daim bu misyonu taşıyor. Sonuçta bir kültürün doğuşu eğitimden başlar. Bu çok güzel bir misyon ve bizlerin farkındalığını da artırdı. Çünkü işin aslını bizzat yaşayan insanlardan dinleyince bambaşka bakış açısına sahip oluyorsunuz. O realiteyi görmemiz hem rollerimize katkı sağladı hem de empati kurmamıza yardımcı oldu.
G.G.: Okuduğumuz kitaplar haricinde oradaki insanlarla tanışmak ve Mert’in dediği gibi onlardan yaşanılanları dinlemek çok büyük bir tecrübeydi. Neleri çektiklerini ilk ağızdan duyuyorsunuz. Kaldıkları barakaları görüyorsunuz. Yan tarafta duvarları ayıran sadece bir mukavva var o kadar. Ayrıca hiç bilmedikleri bir dilden söz ediyoruz. Vücut dillerini kullanarak o tohumları atıyorlar. Bu öğretmenler ve gönüllü kahramanlar gerçekten büyük işler başarmışlar.
Kırgızistan’da farklı bir iklim ve coğrafya ile karşılaştınız. Çekimler yorucu geçmiş olmalı.
M.Y.:Açıkçası hava şartları çok cömert değildi (gülüyor).
G.G.:Bizim gittiğimizde güzel bir hava vardı, zaten mevsim ilkbahardı. Fakat sonlarına doğru donduk. Kar vardı tepelerde, aşağıya doğru sert rüzgârlar esiyordu. Göle giriyorduk, sıcaktı fakat çıktığımızda soğuktan titriyorduk. Ama tabiatı inanılmaz derecede güzel ve el değmemiş.
Filmi izlediğinizde neler hissettiniz?
G.G.:Filmi parça parça çekiyorsunuz, sahneyi biliyorsunuz ama montajdan sonraki halini oturup izlediğinizde oynadığınız filmde duygulanıp ağlıyorsunuz, ilginç. Yani ben ağladım, başkaları da muhakkak ağlayacaktır.
M.Y.:Ben inanılmaz etkilendim, etkilenmemek elde değil. Öyle sahneler var ki işin içindeyken görememişiz ama bağlandıktan sonra filmde görmek bambaşka. Oyuncu olarak atlaya atlaya çekiyorsunuz sonuçta. Her seyircinin yaşanmışlıklarını cımbızlayacağı anlar oldukça fazla.
Kadroda aynı zamanda birçok Kırgız oyuncu da yer alıyor, değil mi?
M.Y.:Evet, amatör oyuncular kadar profesyoneller de vardı. Örneğin filmde Sultanbek rolündeki Egemberdi Bekbolıev hem Bişkek’teki drama okulunun başkanı hem de devlet tiyatroları oyuncularından biriydi. Kendisi ile çalışmak, onu tanımak ve tecrübelerinden yararlanmak bizim için onurdu diyebilirim. Onunla sessiz oyunlarımız vardı ve replikli sahnelerimiz çok fazla yoktu. Ama birbirimizin dilini bilmeyişimiz bile bize engel olmuyordu ve başarıyorduk.
Rolleriniz için ata binme eğitimleri almışsınız. Eyersiz bir şekilde kayalık zeminde ata binmenin yine de zorlukları olmuştur...
M.Y:Büyük tecrübeydi benim için.
G.G:Bugüne kadar hiç eğersiz ata binmemiştim. İkimiz de daha önceden ata binmeyi az çok biliyorduk ancak ata binmekle eyersiz ata binmek arasında fark varmış.
M.Y:Hele ki Kırgız stiliyse (gülüyor).
Karaktere bürünebilmek için empati kurmanızın yanı sıra sizden neler vardı o rollerde?
G.G:Her karakter oyuncunun içerisinde olan bir şeydir, okursunuz, giyinirsiniz ve sunarsınız.. İsmail Öğretmen’e ben kendimden çok şey katmaya çalıştım. Ama gördüklerim ve öğrendiklerim de etkiliydi. Kötülüğe ve kaba kuvvete karşı hep sakin olmaya çalışan, konuşarak çözüme ulaşabilen ve barışa inanan bir insan İsmail Öğretmen. Zaten oradaki öğretmenlerin hepsi bu özellikleri taşıyor.
M.Y:İsmail Öğretmen’in tam tersi bir karakter Mehmet. Aralarında hep bir gözlem var. Seyirci de zaten Mehmet’in İsmail Öğretmen’le kendini keşfetmesine tanık olacak. Her insanın içinde var olan şey sevgi ama ne yazık ki günümüzde en çok şikâyet ettiğimiz şey de sevgisizlik. Herkes birbirine karşı öfke ve nefret duyuyor. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki şiddet olayları ve cehalet giderek çoğalıyor. Mehmet de tüm bunlardan biraz biraz etkilenmiş.
Filmin ana teması fedakârlık. Zaten hikâyesini de bunun üzerine kuruyor. Siz kendi yaşamınız için böyle bir fedakârlığa nasıl bakıyorsunuz? Gidebilir miydiniz?
G.G.:Bu çok zor bir şey. Ortamı gördüğünüz zaman idrak ediyorsunuz. Siz ülkenizi, ailenizi ve dostlarınızı geride bırakıp bilinmeze gidiyorsunuz. Geri dönmeye niyetiniz yok yani. Oralara gidip imkânsızlıklardan bir şeyler çıkarmaya çalışıyor ve emeklerinizin karşılığını görüyorsunuz.. Bana şimdi Kırgızistan’a öğretmen olarak gider misiniz derseniz evet giderim. Ama oraya ilk giden kişiler gibi hiçbir şey bilmeden gidemezdim. Çünkü yokluklarla mücadele ediyorsunuz. Düşünün ki telefon, elektrik, telgraf ve hijyen yok, yok işte.
M.Y.: Oradaki insanları görünce anlıyorsunuz. Resmen bile bile gidiyorsunuz. Ne olacağı belli değil. Öyle insanlarla tanıştık ki eksi 40 derecede soğuklarda bir daha çocuk sahibi olamayacak hale gelseler de vazgeçmemişler. Sırf bu fedakarlık ve misyon uğruna kendi sağlıklarını görmeden bu işe gönül verip o ülkelere gitmişler. Bu duygu anlatılmaz.
]]