Geçtiğimiz hafta yeni oyununun prömiyerini yapan Sermet Yeşil’i sahnesinde ziyaret ettik. Ünlü oyuncu, ‘Aç Köpekler’ adlı eseri, ‘Oyunda anlatılan üst kimliklerden bağımsız bir insan hikâyesi’ olarak gördüğünü söylüyor.Reha Erdem’in ‘Kosmos’ filmindeki Battal ve ‘Şubat’ dizisindeki Deli İbrahim rolleriyle adından söz ettiren ünlü oyuncu Sermet Yeşil, yeni tiyatro oyunuyla izleyici karşısına çıkıyor. ‘Bir ait hissedememe öyküsü‘ olarak tanıtılan ‘Aç Köpekler’ adlı tek kişilik oyun, Kumbaracı50 Tiyatrosu’nda sahneleniyor.Yazar Mirza Metin, eseri Aç Köpekler için ‘Kalbi Kürtçe atan Türkçe bir oyun’ diyor. Siz nasıl tanımlıyorsunuz?‘Aç Köpekler’ benim anladığım kadarıyla bir göçmen hikâyesi. Metropol hayatına adapte olmaya çalışan ailesiz, dilsiz ve kültürsüz kalan iki kardeşin başına gelenleri anlatıyor. Hayatın içinde özne olamamaktan bahsediyor. Fazlasıyla kenara atılmışlık var. Oyunda anlatılan üst kimliklerden bağımsız sadece bir insan hikâyesi olarak görüyorum.Oyun, Doğu’dan İstanbul’a gelmek zorunda kalan kardeşlerin İstanbul’a tutunma çabısına da değiniyor. Role bürünürken nasıl empati kurdunuz?Aslında ben de Eskişehirliyim ve İstanbul’a ilk geldiğimde benim için de adapte olmak zordu. Oyuna bu şekilde yaklaşmaya çalıştım. Birbirine hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak olmak insanda tuhaf bir his oluşturuyor. Metropol insanı dediğimiz şey de zaten böyle oluşuyor. Bu oyuna çalışmaya başladıktan sonra fark ettim ki çevremde gerçekten İstanbullu olan kimse yok. Herkes göçmen bu şehirde.‘Aç Köpekler’de oynamayı kabul etmenizde etkili olan şey neydi?Geçtiğimiz yıl mayıs ayında Kumbaracı50’nin idareci yönetmenlerinden Gülhan (Kadim) ile bir araya geldik. Bana bu oyundan bahsetti. Programım çok yoğundu, istediğim halde kabul edemedim. Bir iki ay sonra Gülhan metni okumak için bana gönderdi ki bu bir oyuncuya takılacak en büyük çelmedir. Metni okuyunca oyundan vazgeçemedim. Yapmazsam aklım hep orada kalırdı. En azından 2015’i bekleyelim dedik ve teknik anlamda yirmi günlük prova sonrası geçtiğimiz hafta prömiyerimizi yaptık.Tek kişilik bir oyun sahneliyorsunuz, zorlukları oluyordur muhakkak...İlk defa tek kişilik oynuyorum. Daha önce de küçük küçük monologlar çalışmıştım ama büyük bir eserin içinde olduğu için sırtımı yaslayabileceğim başka kısımlar da olmuştu. Şimdi hâlâ bir gerginlik içindeyim. Kolay değil, 38 yaşımdayım ve ilk kez tek kişi sahneye çıkıyorum. Benim için oyunun ritmini bulması zaman alacak gibi gözükse de birkaç gösterim sonrasında ipleri elime alırım gibi geliyor.Baktığımızda hem bu oyunda hem de Şubat ve Kosmos’ta zamanı ve mekânı olmayan, deli diyebileceğimiz belki de biraz üst karakterleri oynuyorsunuz. Bu özellikteki rolleri sevdiğinizi söyleyebilir miyiz?Kötü karakteri oynamak iyi karakteri oynamaktan daha keyifli benim için. Masallarda kimse kırmızı başlıklı kızı hatırlamaz ama kurt hep akıldadır. Kötü adamı oynamak iyi bir şey anlamında söylemiyorum. Ama ben köşeye sıkışmış iyi adamları oynamayı seçiyorum. Dışarıdan baktığımızda kötü olarak gözükebilecek karakterin sebeplerini araştıran bir oyuncu olduğum için böyle yaklaşıyorum. Bu tarz karakterler benim aramamla gelmiyor tabii, onlar beni buluyor. Tiyatroda böyle bir rolle ilk karşılaşmam. Bu karakterler için sıra dışı demek mümkün. Herhangi bir insan değil, bir vasıfları yok. Ben de bundan ötürü bu karakterleri dişi karakter olarak tanımlandırıyorum. Çünkü ne yapacağı ve nereye gideceği belli olmuyor. Bir akıl tutulması yaşanıyor, metin gereği karakterin ivme kazanıp tekrar yükselmesi gerekiyor. Bu oyunda ikiz kardeşleri canlandırıyorum ve onları birbirlerine karşı soluklanma olarak görüyorum. Beşir’ken Beşer’i, Beşer’ken de Beşir’i özlüyorum. Bir anlamda bu beni rahatlatıyor.Ankara Devlet Tiyatrosu, Sanat Tiyatrosu, Sadri Alışık Tiyatrosu derken son olarak Eskişehir Şehir Tiyatroları oyuncususunuz. Neden bu kadar çok gezdiniz?Türkiye’de bu ekonomik şartlar altında tiyatro oyunculuğundan hayatınızı idame ettirmek çok zor. Meslektaşlarım beni anlayacaklardır. Bu yüzden konservatuvardan mezun olan her öğrenci adayı ekmek parası için önce devlette memur olmayı düşünür. Ardından kendi sanatsal çalışmalarına bakmak ister, ben de öyleydim. Memur olacaksam Eskişehir’de olayım dedim ve Anadolu Üniversitesi’nde ‘Tiyatro Anadolu’ya girdim. Sonra kurumsal olarak farklı bir yer denemek istediğim için yerimi değiştirdim. Tırnak içinde söylemeliyim ki bence oyuncu dediğin çantasını sırtında taşımalı ve bir yere bağlılığı olmamalı.Farklı tiyatro oyunlarında yer aldınız; klasikler, uyarlamalar ve çocuk tiyatroları gibi. Kısa zamanda bu kadar karakteri başarıyla oynamak için nelerden besleniyorsunuz?Konservatuvarda belli bir eğitimden geçip orada anlatılan yöntemleri öğreniyoruz. Ancak okul bitse de kendinizi hep yenilemek zorundasınız. Değişen her teknikten haberdar olmalısınız. Ben mezun olduğumdan beri bunu pratik olarak yapmaya çalışıyorum. Çok farklı rollere büründüm, kendi adıma iyi ve kötü birçok iş de yaptım. Bundan asla da utanmadım. Anadolu Üniversitesi’ndeyken Michael Chekhov adlı bir teknik çalışmıştım. O tekniği Kosmos’ta oynarken de kullanmıştım. Benim ufkumu açtı, bu sayede bir sezon içinde dört farklı karakteri canlandırabiliyorum. Asla fiziksel olarak bir maden işçisi kadar yorulmuyoruz ama beyin için aynı şey geçerli değil. Kendi akıl sağlığımı koruyabilmek için böyle bir teknik kullanmalıyım. Sonuçta ne oyunculuk ne de başka bir meslek için ölmeye değmez.Artık ‘Onur Ünlü Tayfası’ diye bir gerçek var, sizi de bir ara orada izledik. Ünlü’nün tayfasında olmak konusunda ne düşünüyorsunuz?Onur Ünlü ile biz Eskişehir’den tanışıyoruz, ben o dönem lisede okuyordum. Sonra onun İstanbul süreci başladı ve kafasında farklı hayalleri vardı. Onur abi bence ayaklarının bastığı toprağı, kökleri çok iyi biliyor. Memlekete bulutların üzerinden bakmıyor. O gördüğü dünyayı, arabeski ve aynı zamanda Shakespeare’i harmanlayıp aşırıya kaçmadan başarıyla resmedebiliyor.Türkiye’de yönetmen sinemasının aranan yüzlerinden birisi olarak gişe filmlerinden tamamen uzaksınız. Bu bakımdan sinema seçimlerinizi hassas bulabilir miyiz?Seçim yapmıyorum aslında, doğal olarak gelişiyor. Bir süre sonra yaptığın çalışmalarla anıldığım için o yönde teklifler geliyor. Meslekî bakış açın oluşuyor. Bir gişe filmi için gelip benimle konuşmuyorlar. Zaten ben o tarz bir sinemada başarılı olamam.Motor meslek lisesinden konservatuvara uzanan bir yolculuk… Bu kararı nasıl verdiniz?Başarılı bir öğrenci değildim, düz liseye puanım yetmeyince babam da bir mesleğim olsun diye beni motor meslek lisesine gönderdi. İyi ki de yapmış ama o zaman okula alışamayınca kendimi tiyatro kulübüne verdim. Halk evleri, kumpanyalar derken sonra konservatuvar geldi. Orada aldığım eğitimi ise hiç hatırlamıyorum. Hatta araba bile kullanamıyorum çünkü vitesleri karıştırıyorum. (Gülüyor) Galiba aile ortamım da beni fazlasıyla etkiledi. Babam çok güzel bağlama çalar, türkü söyler ve resim yapardı. Bozkırda büyümüş bir çocuğum neticede, bu yüzden bizim evde Neşet Ertaş hiç susmazdı. Annemin uzun havalarını hâlâ hatırlıyorum. Oradan çok beslendim.Ailenin tek sanatçısı siz misiniz?Kardeşim de benim gibi oyuncu, ağabeyimse bağlama çalıyor. Ama genel olarak akrabalarım arasında sanata karşı bir yetenek söz konusu. Köklerden gelen bir sanatçılık yönümüz var, genetik yani. (Gülüyor)Aynı zamanda Yeditepe Üniversitesi’nde eğitim de veriyorsunuz, değil mi?Dışarıdan öğretim görevlisi olarak ders veriyorum. Oyuncu adayları ile çalışıyor olmak beni diri tutuyor. Şimdilerde konservatuvarda yıllar önce kendi oynadığım ‘Martı’ oyununu çalıştırıyorum. Mezun ettiğim sınıfım da oldu ve o zaman kendimi gerçek anlamda eğitimci olarak görmeye başladım.Reha Erdem’le çalışmak okul gibiydiSinemaya ilk adımınız Reha Erdem ile oldu. Nasıl bir araya geldiniz?Ben konservatuvarda okurken Reha Erdem ‘Kaç Para Kaç’ filmini çekecekmiş. Biz de o zaman Çehov’un Martı oyununu çalışıyorduk. Reha abi oyunun kaydını bir şekilde izleme şansı bulmuş ve beni oradan seçti.İyi bir uyum yakaladınız ki Kosmos filminde de çalışmaya devam ettiniz...Tabii ki. Daha sonra benimle Beş Vakit filminde de çalışmak istedi. Ben de çok istememe rağmen tiyatro oyunlarımın yoğunluğu yüzünden rol alamadım. İçinde olamadığım için çok üzüldüğüm projedir; Beş Vakit. Bir gün Kosmos filmi çıktı ve beni yeniden çağırdı. Bir sayfalık metin verdi, okudum. “Battal’ı bulduysak çekebiliriz.” dedi ve başladık çekimlere.Kosmos’ta hem rolün ağır yapısı hem de Kars’ın soğuğu, sizi etkilemedi mi?Hava şartları zorluğumuz oldu elbette. Martta başlamıştık çekimlere ve nisana kadar devam etti. Havalar ısınınca çekim yaptığımız nehrin de hızı ve yüksekliği artmıştı. Nehirden ceset çıkarma sahnem vardı ve o sırada kas yırtılması yaşadım. Teknik anlamda zorlandım. Ama karakter çalışmasına bakınca Reha Erdem ne yapmam gerektiğini benden daha iyi biliyordu. O yüzden onunla çalışmak benim için bir okul gibiydi ve ondan çok beslendiğimi söyleyebilirim. Oyuncuya nereden yaklaşacağını iyi bilen bir yönetmen.
↧