Boykot ve protesto doğuştan gelen hakkımız. Ancak bunu pek beceremiyoruz. Yakın tarihimiz rakip takıma sponsor oldu diye ürünleri alınmayan markadan tutun da Fransa ile kriz yaşandığında Fransız malı olmadığını açıklamak zorunda kalan firmaların örnekleriyle dolu.“Kardeşim onlar kalsın sende, biz seni çağırdık. Sen de bir emekçisin bunun farkındayız ama biliyorsun bir şubenizde çocuk, müdürünüz tarafından artan patatesleri yediği için dövüldü. Müşterinin artıkları bile yoksul bir çocuğa çok görüldü. Bugün tüm Türkiye’de bir eylem başlatıldı, biz de bu eylemi Mersin’de başlatanlardanız. Senden ricam bunları geri götürüp şube müdürüne de bu şekilde iletmendir.” Paket servis elemanı şaşkın, bir elindeki siparişlere bakıyor bir kapı ağzında kendisine bu sözlerle yüklenen müşteriye. Şimdi filmi başa saralım. Her şey Suriyeli sığınmacı Halil isimli çocuğun geçtiğimiz günlerde İstanbul Şirinevler’deki fastfood zincirinde dövülmesiyle başladı.Küçük çocuk, yemeğini yiyip kalkan bir müşterinin artan patateslerini alıp yediği gerekçesiyle restoranın şube müdürü tarafından darp edilirken, olayın sosyal medyaya yansımasıyla firmaya tepkiler büyüdü. Hatta çocuğun susması için ailesine 100 lira gibi büyük (!) bir miktarda para teklif edildiği de iddia edildi. Şirket, dayakçı şube müdürünü işten çıkardığını açıklasa da tepkiler durmadı. Bu kez de paket servis elemanını ayağına kadar getirip verdiği siparişi almadan bu konuşmayı yaparak iade eden gençlere yöneldi tepki. Kimileri ‘Aferin, bravo’ derken, kimileri eylemin çok cüz’i maaşlarla çalışan ve kazandığı bahşişlerle belini biraz olsun doğrultmaya çalışan paket servis elemanlarına zarar verdiğini savundu. Ulusa seslenir gibi, olaydan hiç haberi olmayan gariban elemana nutuk atmanın firmaya bir zarar vermediği gibi emekçinin ekmeğiyle oynamak anlamına geldiğini söyleyenler de oldu. Trajik bir olayla başlayan mevzu arapsaçına döndü. Derken nur topu gibi bir tartışma konumuz oldu. Biz ‘adam gibi’ boykot ya da protesto yapmayı neden beceremiyoruz? Boykot kültürümüz niçin gelişmemiş?Ele yüze bulaştırılan boykotlarEle yüze bulaştırılan boykot tarihi yönüyle hayli zenginiz aslında. Zira geçtiğimiz yıllarda yine aynı fastfood zincirinde ağır çalışma şartlarını protesto eden ve sendikalaşmaya çalışan çağrı merkezi çalışanlarına destek amacıyla belli saatlerde sözleşip firmanın sipariş hattını arayanlar telefonları kilitlemişti. “Mücadelenizi destekliyoruz, sipariş yok, destek var.” diyerek telefonu kapatan protestocular, gün boyu binlerce siparişle boğuşan çalışanların işini zorlaştırdıkları iddiasıyla hayli eleştirilmişti. Sadece fastfood zinciri değil, yakın tarihte onlarca firma enteresan boykot ve protestoların odağı oldu. Özellikle Gezi olayları sırasında bir online tesettür giyim sitesinin patronu destek tweetleri atınca kızılca kıyamet koptu. Hemen boykot kampanyası başladı sosyal medyada, hatta firmanın ürünlerini tavsiye eden muhafazakâr bloggerlar daha sonra eski yazılarının altına şerh düşmek zorunda kaldı. Tam tersine Gezi’nin karşısında olduğu için protesto edilenler de oldu. Taksim’deki ünlü bir hamburgercinin ortaklarından olan kişinin Facebook sayfasında Gezici gençlere yönelik hakaret ettiği iddia edilen ifadeleri ortalığı karıştırmıştı. Sosyal medyada çığ gibi büyüyen tepkiler ve boykot çağrıları üzerine şirket önce Taksim şubesini geçici süreyle kapattı sonra kendisiyle ortaklığını sona erdirdiğini bir basın açıklamasıyla duyurdu. Tüm ülkenin kamplaştığı bir dönemde bu tepkiler nispeten anlaşılır olsa da enteresan boykot gerekçeleri de yok değil. Dönem dönem ‘İsrail mallarını almıyoruz’ konulu ve içine bilmeden yahut kasıtlı onlarca Türk markasının da karıştığı boykot listelerine de aşinayız.‘Bireysel eylemlere değil hiyerarşiye alışkınız’Eylem ve boykot kültürümüz pek gelişkin olmasa da yakın geçmişte ses getiren eylemlere de imza atılmadı değil. Sosyal bilimci Nil Mutluer, Susurluk kazasından sonra ‘1 dakika karanlık’ konulu ışık açıp kapatma örneğini veriyor ve ekliyor: “Türkiye’de bireysel eleştiri gücü çok kuvvetli değil. Kim kendini hangi gruba ait hissediyorsa onun üzerinden muhalefet yapıyor. Bireysel çıkışlarımız pek yok. Hal böyle olunca boykot gibi bireysel gibi duran ama kimseye de hesap vermek zorunda olmayacağınız protestolar popülerlik kazanabiliyor.” Ancak eleştiri kültürü çok oturmadığı için bu boykotlar radikal değişikliklere yol açmıyor. Bu, eleştiri kültürümüz ve adalet mekanizmasıyla olan ilişkimizle ilgili Mutluer’e göre: “Eleştirilen şeyden sonuç alınmadıkça, o hal kanıksanıyor. Bir heyecanla popülerleşiyor ancak bir temel bulup etkin bir eyleme dönüşemiyor.”Sosyal medya aktivistleri: kliktivistlerSosyal medyanın etkisiyle boykot ve eylemler daha hızlı yayılıyor. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Fatoş Karahasan, sosyal mecradaki aktivizm anlamına gelen ‘kliktivizm’in hızla yaygınlaştığı görüşünde. Bu durum kimilerince ‘klavye delikanlılığı’ olarak eleştiriliyor zira bilgisayar başında protesto kolay. Ancak önemli olan temel değerler ve haklar doğrultusunda tüketmeyi öğrenmek.‘Markalar klişe açıklamalar yerine kriz yönetimini iyi yürütmeli’Boykot ve eylem kültürümüzün yeterince gelişmemiş oluşu firmalar açısından da tehlike oluşturabiliyor. Zira tüketicinin tepkisi yanlış yöne kanalize olabiliyor. Ykare PR ve İletişim Danışmanlığı Ajans Ortağı Damla Yılmazkaya Yalı, bu sebeple kriz yönetiminin önemine dikkat çekiyor. Hassas olaylarda yanlış yönetilen süreç marka imajına ağır darbe vurabiliyor. “Her markanın, olası krizlere karşı kriz kurulu olmalı, atılacak adımlar önceden belirlenmeli. Sadece tek bir kişiyi kamuoyu önüne sürmek insanların içini rahatlatmıyor.” diyor Yalı. Suriyeli çocuğun dövülmesi olayında da klişe sözlerle ‘üzgünüz, müdürü kovduk’ açıklaması yeterli değil. Bundan sonraki süreçle ilgili de bilgi verilmeli. Franchising veren bir markanın, çalışanların daha sıkı bir eğitimden geçeceği, daha farklı psikolojik testlerden geçirerek işe alınacağı vs. gibi daha özenli ve güven veren bir açıklama yapmak faydalı Damla Yılmazkaya Yalı’ya göre.
↧