‘Bunu da yaz tarih!’ 14 Aralık’ta tarihinin karanlık pazarlarından birine uyandı Türkiye. Yolsuzluk ve rüşvetin üzerini kapatmak maksadıyla iki makale, bir haberden ‘terör örgütü’ çıkaranlar, özgür medyaya ve demokrasiye darbe yaptı. Öncesi ve sonrasında neler yaşandı? Üç-beş gün sonra unutulur diyenlere inat, gelin hep beraber yeniden hatırlayalım.Tarih: 11 Aralık Perşembe. Sosyal medyada gündemi sarsacak bir iddia ortaya atıldı. Buna göre 12 Aralık Cuma günü İstanbul, Ankara ve Malatya merkezli operasyonlar yapılacak, yargı, emniyet ve medya mensubu 400 kişi gözaltına alınacaktı. İddia 17/25 Aralık’ın yıldönümünde yolsuzluk ve rüşvetin üzerini örtmek için yapay bir gündem oluşturmaktı. Operasyonun medya ayağında Zaman, Bugün ve Taraf olacak, bu gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle birlikte 150’ye yakın gazeteci gözaltına alınacaktı. Bu söylenti yayılıp kamuoyundan ciddi tepki alınca, gününün de gözaltı listesinin de değiştiği anlaşıldı. 13 Aralık Cumartesi günü aralarında köşe yazarları, senarist, yönetmen ve yapımcıların da yer aldığı yeni bir gözaltı listesi düştü kulislere. Ve 14 Aralık Pazar, yani iki hafta önce bugün, dünyanın gözü önünde benzeri görülmemiş hukuksuzluklara sahne olan ‘nefret operasyonu’ ile medyaya ve demokrasiye darbe yapıldı. Tarihe ‘kara leke’ olarak geçecek bu olayları özetlemekte, kayda geçirmekte fayda var.Önce bizden, yani operasyonun bir numaralı hedefi Zaman Gazetesi’nden başlayalım. Malum, iddiaya göre operasyon kapsamında Zaman çalışanlarının yarısı gözaltına alınacaktı. Şimdi 12 Aralık Cuma gününe gidelim ve Zaman çalışanlarının operasyon öncesi o iki günü nasıl geçirdiğine ve binada neler yaşandığına bir bakalım. Zira söylentilerin yayılmasıyla birlikte hiçbirimizin telefonu bir an olsun susmadı. Mailler, mesajlar da cabası. Herkesin cevabını merak ettiği bir soru vardı: “Korkmuyor musunuz?” Tek seferde ve tereddütsüzce: Asla! Hem niye korkacaktık ki? Hukuksuz, utanılacak bir şey mi yaptık? Haram mı yedik, yalan/iftira haberler mi yazdık? Gözaltına alınacaklar listesinde adı geçenlerin masumiyetine olan inancımız kendimize olan inancımızdan fazlaydı. Evet, bir gün öncesinde ortaya atılan operasyon söylentisi her yeri olduğu gibi binayı da sarmıştı. Ancak kendinden emin olmanın verdiği iç huzurla etrafta korkan tek bir kişi görünmüyordu. İşte bu sebeple Zaman ailesi, cuma ve cumartesiyi rutin bir iş günü olarak geçirdi. Cumartesi akşamı ise işlerini tamamlamanın gönül rahatlığıyla ayrıldılar gazeteden. Birkaç saat sonra belki çoğu evine henüz ulaşmıştı ki, sosyal medyada yeni bir iddia ortaya atıldı. Buna göre pazar sabahı Zaman Gazetesi’ne ve Samanyolu Televizyonu’na polis baskını gerçekleştirilecekti. Söylentiler ayyuka çıkınca herkes gece yarısı gitti gazetesine. Dahası yıllık ya da doğum izninde olanlar (bebekleriyle), raporlular ve hatta eski çalışanlar bile geldi. Zira gün dayanışma, zulme karşı dik durma, direnme günüydü. Ve belki de en çok şehir dışı ya da yurtdışında olanlar üzülecekti o gece orada olamadığına. Bedenen binada değillerdi ama kalpleri ve duaları yanımızdaydı şüphesiz. İmkânı olan, fırsatını bulanlar ise uçağa, otobüse, trene atladı geldi. Hani dedik ya insanlar en çok korkup korkmadığımızı merak ediyor diye. Evet, korkanlar oldu. Kendilerinin deyimiyle de korkudan ödleri patladı hatta. Ancak bu operasyon falan değil, ‘Zaman’a doğru’ yolculuk yapanların o gece orada olamama korkusuydu. Kimi hastasını Allah’a emanet etti, kimi tatilini yarıda bıraktı…Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca hakimin kararını öğrendikten sonra...Kapının önünde toplanmış mahşeri kalabalık karşıladı bizleri. Ne ara duymuşlar, hangi ara toplanmışlar hepimiz şaşakaldık. Anlayacağınız Zaman çalışanları gazeteye varmadan ‘demokrasi nöbeti’ okurlar tarafından başlatılmıştı bile. Aslında operasyon söylentilerinin ortaya atıldığı ilk günden beri hem gazetenin önünde hem de Çağlayan ve Vatan’da benzer toplaşmalar olmuştu. Ancak o gece bir başkaydı. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği herkes oradaydı. Sonradan öğrendiğimize göre kimi okurlarımız şehir dışına yolculuk yaptığı esnada duymuş, ilk molada inip geri gelmişti.Kuvvetle muhtemel hayatları boyunca tek bir eyleme dahi katılmamış bu insanlar o soğukta saatlerce ayakta bekledi. Bebeği kucağında, tir tir titremesine rağmen içeri buyurun talebimizi reddeden hanımefendiler, bastonlu yaşlı amcalar, teyzeler... Hepsi, “İçeri geçersek gelmemizin bir anlamı kalmaz.” cevabını veriyordu sözleşmişçesine. Kimi Kur’an okudu, kimi Cevşen. Kimi ise tesbih çekti. Birkaç kez slogan atmaya çalıştılarsa da acemilik senkronize olmalarına mani oldu. Bu yüzden daha çok sessizce edilen dualar ulaştı semaya. Ekrem Dumanlı başta olmak üzere yazarlar, editörler bir bir kalabalığa hitaben teşekkür konuşması yaptı.Operasyon var dediler, geldik!O gece içeride hiç kimsenin tahayyül dahi edemeyeceği harika bir atmosfer hakimdi. Hüzün bir yana, pür neşe söz konusuydu. Gören de ertesi sabah baskın değil, düğünümüz var sanırdı! Herkes “Operasyon var dediler, geldik!” coşkusunu yaşıyordu. Masumiyetimizden şek şüphe duymuyorduk ki. Irmak TV Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Sargın’ın ifade ettiği gibi, “Bu gazetenin hiçbir ferdi, hiçbir büyüğümüz, hiçbirimizi utandıracak, başımızı öne eğecek bir günaha, bir hataya girmemişti Allah’a şükür.” O zaman bu olsa olsa bir imtihandı ve bizlere, “Gelse celalinden cefa, yahut cemalinden vefa, ikisi de cana safa lütfun da hoş kahrın da.” hakikatini vicdanlarımıza duyurma, uygulamaya geçirmek düşüyordu sadece. Zira bu gazetenin çalışanları, yönetenler, yazarlar, arkadaşlarımız, ‘Saçlarım adedince başım olsa, her gün birini kesseler, yine zalimin önünde eğilmem’ diyen Üstad’ın ve “Yezidlere boyun eğmeyeceğiz” diyenlerin izinden gidiyor. O halde yeise mahal olmamalıydı, olmadı da!Genel yayın editörümüz ve aynı zamanda yazarımız Ali Çolak’ın da dediği gibi bir tek halay ekibimiz eksikti. Birçok insanın korkusundan köşe bucak kaçacağı, şehri hatta ülkeyi terk edeceği böylesi bir olayı bu şekilde beklemek için olsa olsa ‘deli’ olmak ya da çalıştığı kuruma deli gibi inanmak, deli gibi sevmek gerekirdi şüphesiz. Aksini kim iddia edebilir ki?Yayın kadrosu, yazarı, yöneticisi, editörü, tasarımcısı, bilgi işlemcisi, internet ekibi ve hatta o vakitte ihtiyaç olmamasına rağmen, müşteri hizmetleri, insan kaynakları, temizlik görevlileri, teknik ekip ve aşçısıyla neredeyse tüm birimler binadaydı. Yalnızca onlar mı? Aileleri bile gelmiş, onlar da katılmıştı demokrasi nöbetimize.Kimsenin yemek umurunda olmamasına rağmen mutfak ekibi de o gece oradaydı. Üstelik çağırılmadan gelmiş ve yöneticilerine yalvarırcasına bir ricada bulunmuşlardı: “Bunu sakın mesaiden saymayın!” Bu ekip bizleri memnun etmek için neler yapmadı ki… Gece kahvaltısı, ikramlar, çaylar, meyve suları… Moralimiz bozulmasın, motivasyonumuz artsın diye pervane gibi döndüler etrafımızda. Muhabirler, sabaha yapılması muhtemel operasyonu göz önünde bulundurarak elindeki haberleri canhıraş bir çabayla birkaç saat içinde tamamlayıverdi. Bazı arkadaşlar birkaç gün sonrasının yazılarını bile teslim etti. Olmaz ama bir ihtimal moral bozukluğu performansımızı etkiler, işler yarım kalır endişesinden başka bir şey değildi bu. İşlerini tamamlayanlar kâh başka birimlerdeki arkadaşlarının yardımına koştular kâh bahçedeki kalabalığın yanına. Kalbimiz ikiye bölünmüştü sanki. Yarısı içeride, diğer yarısı dışarıda. Sanırım o gece herkesin birbirine en çok sorduğu cümle, “Bir şeye ihtiyacınız var mı, yardım gerekli mi?” oldu.Bu arada o gecenin bir diğer ‘talihsizleri’ ise internet ve Zaman TV çalışanlarıydı. Bahçedeki coşkuya ya camdan ya da internetten ortak olabildiler ancak. Zira orada yaşananları milyonlarla paylaşabilmesi ve anında aktarılabilmesi için masa başında olunması gerekiyordu. Napalım, birileri tarihe şahitlik ederken, birilerine de onu ‘yazmak’ düşüyordu.Özgür basın sus-tur-ul-a-maz!14 Aralık Pazar. Saat 07.15. Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’yı gözaltına almaya gelen terörle mücadele ekipleri, yöneticiler ve avukatlar tarafından kapıda karşılanıyor. ‘Hoşgeldiniz’ denilerek büyük bir nezaketle içeri buyur ediliyor. Bahçede yüzlerce çalışan ellerinde dövizler, ağızlarında ‘Özgür basın susturulamaz’ sloganı. Polisler bahçeden geçiyor, turnikelerin bulunduğu yöne doğru ilerliyor. Binanın kapısına geldiğinde ise bahçedeki kalabalığın misliyle karşılaşıyor. Giriş, meydan, merdivenler hıncahınç dolu. Gazete çalışanları olarak demokratik tepkimizi ortaya koyuyor ve büyük bir özgüvenle ‘Özgür basın susturulamaz’ diye haykırıyoruz. Haykırışlarımız binayı inletiyor. Bu, polis ekiplerini rahatsız etmiş olacak ki avukatların, yöneticilerin, “Ekrem Bey yukarıda sizi bekliyor, buyurun” demelerine ve ısrarlarına rağmen bu koşullarda binaya giremeyeceğini söylüyor ve birkaç saat sonra Çevik Kuvvet ile gelmek üzere ayrılıyorlar. Yerli, yabancı basın mensupları, televizyon kanalları, köşe yazarları, milletvekilleri herkes orada. Teker teker özgür basına yapılan bu darbeyi kınayıcı açıklamalar yapılıyor. Ardından Ekrem Dumanlı bir kez daha basının karşısına geçiyor ve büyük bir itminanla polislere hitaben tarihe not düşecek bir cümle kullanıyor: “Lütfen gelin ve emanetinizi alın!”Günlerdir birkaç saatlik uykuyla ayakta duruyoruz. Hayli yorgun ve bitkiniz. Ancak zaman ayakta olma zamanı! Öğleden sonra 14.00 gibi polisler daha kalabalık bir ekiple geri geliyor. Yüzlerce kişinin arasından tek bir tatsızlık yaşamadan geçiyor ve Dumanlı’nın odasına ulaşıyorlar. Birkaç dakika sonra Ekrem Dumanlı, polisler eşliğinde koridorda beliriyor. Kendini tutabilen tutuyor, tutamayanlar ise hıçkırıklara boğuluyor. Ekrem ‘abi’nin sudan sebeplerle bu şekilde götürülüşü rikkatimize, kanımıza dokunuyor haliyle. Bahçeden çıkarılıp polis arabasına bindiriliş sahnesinde yaşanan duygu selini ekranlardan izleyenlerin ‘görebilmesi’ öyle zor ki... ‘Ekrem abi Allah’a emanet’ sloganıyla uğurluyoruz. Arkasında gözü yaşlı ama birbirine her zamankinden daha çok kenetlenmiş insanlar bırakıyor ve binaya ertesi günün gazetesini yapmak üzere giriyoruz.GİDİŞİ DE DÖNÜŞÜ DE MUHTEŞEM19 Aralık Cuma, hakkında ortaya atılan suçu işlediği yönünde somut deliller bulunmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı Ekrem Dumanlı. Bu karar, İstanbul Adliyesi’nin zemin katındakileri ve dışarıda bekleyen binlerce insanı sevince boğdu. Dumanlı’nın sevinci o gün doğan kızı Saadet’ine kavuşarak ikiye katlanacaktı. Bu arada Dumanlı’ya dair bir şey vardı gözlerden kaçmayan. Polis aracına bindirilişi ile Adliye’den çıkışı arasında 3-5 günlük yorgunluğu dışında zerre fark yoktu. Dimdik gitmiş, dimdik dönmüştü. Peki ya biz? Bizde de durum farklı değildi. Gidişini asker uğurlar gibi dönüşünü de bayram havasında kutladık.Bu insanlar mı terörist?Çağlayan’daki Adalet Sarayı ve Vatan Emniyet önünde binlerce insan soğuk, yağmur, çamur demeden günlerce demokrasi nöbeti tuttu. Hem de genci, yaşlısı, çocuğu ve hatta bebeğiyle. Üstelik yalnızca farklı semtlerden değil, şehir dışlarından bile gelenler oldu. Görüştüğümüz bir çift televizyon karşısında seyretmekle destek olmaz deyip ta Kars’tan gelmişti mesela.Bu insanlar Çağlayan ve Vatan’da sergiledikleri tavırla tarihe geçecek bir eylem tarzı ortaya koydu. Türkiye’ye ve hatta dünyaya ‘demokratik eylem nasıl yapılır’ dersi verdi. Niye’si malum! Yakmadı, yıkmadı, kırmadılar; çevreye, devlet malına zarar vermediler.Bu durumdan en çok esnaf memnun olacaktı şüphesiz. Zira sandalyelerin değil, duaların havada uçuştuğu bir eylemdi. Esnaflardan biri ‘ilk kez bir eylemde kâr ettim’ diyerek sevincini dile getirecekti mesela. Molalarda restoranlar ve çay ocakları tıklım tıklım dolacak, bu mekânlar belki de bir günde üç günlük kazanç elde edecekti.Bazıları Çağlayan Meydanı yakınındaki camide kullandığı elektriğin bile parasını bırakmaya kalkınca imam böyle bir şeye gerek olmadığını, caminin elektriğinin dernek tarafından ödendiğini açıklamak durumunda kalacaktı. Her iki lokasyonda da eylem bitimlerinde meydandaki çöpleri belediye ekipleri değil, insanlar toplayacaktı. Bu, herkes için en çok da polis için ‘sıradışı’ bir eylem tarzı olacaktı ki, belki de ilk defa hazırda bekleyen TOMA’lar, biber gazları, gaz bombalarına hiç ihtiyaç olmayacaktı. Kur’an ve Cevşen’li eylem farklı çevrelerden insanları o kadar şaşırtacaktı ki çoğu dayanamayıp sosyal medyada fotoğraflarını paylaşacak ve altına “Bu insanlar mı terörist!” yorumunda bulunmadan edemeyeceklerdi.Meydandaki polisler bile gördükleri tablodan o kadar etkilenecekti ki, içlerinden biri dayanamayıp, “Abi bu nasıl eylem, insanlar saatlerdir Kur’an okuyor. Üniformayı çıkarıp katılasım geldi.” diyecekti. On binlerce insandan her biri yanındakinin polisi oldu adeta. Farklı slogan atanlar ve kitleden farklı hareket edenler uyarıldı, provokasyonlara gelinmedi. Vatan Emniyet’in önünde bekleyen kalabalık kendi çektikleri güvenlik bandını geçmedi, trafiği etkilemedi. Kasıtlı olarak bulundukları alanın elektriği kesildiğinde dahi taşkınlık yapmadı. Demokrasi nöbeti tutanlar ‘demokraside çareler tükenmez’ düsturuna sığınacak ve demokrasiden asla taviz vermediklerini ispat edecekti. Öyle ya elektrik yoksa LED ışıkları ne güne duruyordu? Rengarenk bu ışıklarla festival alanına çevireceklerdi Vatan Caddesi’ni. Polis kalabalıkta kusur bulamayınca yoldan geçen ve destek amaçlı korna çalan sürücülere ceza kesecekti. Çağlayan’da hiçbir taşkınlık yapamamalarına rağmen polis tarafından anlaşılmayan bir nedenle dağıtılmak istenen kalabalık da yine demokrasiye sığınacak ve burada bekleyemezsiniz denildiğinde ‘ortak zeka’ devreye sokulacak meydanda yürüyerek eylemine devam edecekti.Meydanda toplanan kalabalığa illa ki kusur aranacaksa bu, o da ilk günlerde, sloganları tek bir ağızdan söyleyememeleri olacaktı. Hemen ikinci günde tıpkı statlardaki gibi içlerinden ‘amigolar’ belirleyip onunla birlikte atacaklardı sloganlarını. Saatler 17.25’i gösterdiğinde düdükler çalınacak, bayraklar sallanacaktı. Meydan tecrübesi olmayan insanların bu kadar kısa sürede organize olması ve profesyonelleşmesi herkesi şaşırtacaktı. Eylemlerin bir güzel yanı da uzun süredir birbirini göremeyen insanların demokrasi şenliğinde buluşması olacaktı.Operasyonun ‘En’leriEn çalışkan:Aslında bu süreçte bir an olsun boş duranımız olmadı ama bazı birimler daha aksiyonerdi. Bunlar fotoğraf, kamera, tasarım, internet, Zaman TV ve yemekhane çalışanlarıydı.En aktivist:Sanırım herkesi en çok şaşırtan servis elemanları ve kadınlar oldu. İçimizde nasıl bir aktivist ruh varmış da haberimiz yokmuş! Bunun en net göstergelerinden biri Ekrem Dumanlı’nın polis gözetiminde gazeteden çıkarıldığı sırada o kalabalığın içinde hamileliğine aldırmadan ‘Ekrem abisine’ Allahaısmarladık demek için bekleyen bir çalışan oldu.Servis elemanlarına gelince… Yöneticileri tarafından birkaç kez görev yerlerine dönmeleri konusunda uyarılmalarına rağmen onları görev yerlerinde bulana aşk olsun. Beş dakika serviste, yarım saat bahçede eylemde. Nasıl bir kurumsal bağlılık, anlatılmaz yaşanır!En hızlı, kreatif ve komik:Şüphesiz tasarım ekibiydi. Eylemlerde kullanılan yüzlerce döviz bir saat içinde bu ekip tarafından hazırlandı. Eylemlerin simgesi haline gelen özgür basın susturulamaz, herkes sussa zaman susmaz, demokrasi zamanı gibi sloganlar da onlara ait.En ciddimiz:Birinci sayfa. Manşet ve birinci sayfa da bu ekibin sorumluluğunda. Normal zamanlarda da yoğunluktan başlarını kaşıyacak vakitleri yok ancak bu süreçte hem yoğunluk hem yaşananların can sıkıcılığı, Türkiye’yi dünyaya rezil eden olayları içleri kan ağlaya ağlaya manşetleri hazırladıklarından yüzleri pek gülmedi.En çok bekleyen:Ekrem Dumanlı. “Arkadaşlar buyursun gelsin, bir çayımızı içsin” dedi, üç gün bekledi.En ne yapacağı bilinmeyen:Spor servisi. Zira ertesi güne sayfalarını hazırlayabilmek için o gece oynanan maçları izleyip haberleştirmek zorundaydılar. Onlar maç izleyedursun dışarıda da içeride de deyim yerindeyse maçın ‘kralı’ oynanıyordu. Ancak spor servisi hangisini takip edeceğini şaşırmış durumdaydı.En pasif:Ulaştırma. Normal koşullarda gazetenin en hareketli ekibidir. Ancak o gece herkes gazetede olduğundan ulaştırmaya pek ihtiyaç olmadı.En eğlenceli:Yayın ekibi. Özellikle cumartesi günü yani operasyondan bir gün önce en çok bu ekip eğlendi desek yeridir. Yayın editörleri, Ekrem Dumanlı’yı ziyarete gelen misafir ve yazarlar bir araya gelirse gerisini siz düşünün artık… Dumanlı’nın koltuğunu boş görüp darbe yapan mı ararsınız, ‘Yine bir gün operasyonu beklerken’ fotoğrafları paylaşanları mı? Sabaha kadar anılar, fıkralar, hikâyeler… Sanırsanız birkaç saat sonra Dumanlı, askere uğurlanacak da dostlarıyla son hasbihalini yapıyor.En sabırlı ekip: Güvenlik personeli. Zira binlerce insanı zapturapt altına almak, kurumumuza yakışmayacak olaylara fırsat tanımamak, topluluğun tansiyonunu düşürmek kolay değildi. Sabır şarttı anlayacağınız.#KendimiihbarediyorumSanki piyango bileti almışım da yarın açıklanacakmış gibi hissediyorum! Hiç değilse bi amorti vursa be!Bekledim de gelmedin, hiç mi beni sevmedin…Kim alınacak acaba? Hac kurası gibi bekliyoz işte.Abi beni de alın ama önce şu bedelliyi halletseydik.Önce beni almazsan çok darılırım.Bir gece yine böyle arkadaşlarla korkuyoruz.Allasen seni alırlarsa benim de adımı ver.Yavrum sen içeri girersen biz ne yaparız, nasıl bekleriz o soğukta, yağmurda?Çayı koydum, bekliyorum.Operasyon var dediler geldik!
↧