İranlı yazar Samed Behrengi’nin hikâyesidir Küçük Kara Balık. Nehrin ucunda okyanus olduğunu öğrenen balığın oraya ulaşma umudunu anlatır. Tıpkı otuz yıllık çatışmanın sonunda barışı gözleyen Kürt çocukları gibi... Ezel Akay, Haluk Ünal ve ekibi bu çocukların hayatını çekti.Küçük Kara Balık, seyirciye ne anlatıyor?Biz bu filmde Haluk Ünal ve diğer yönetmenlerle çok özel bir stratejiyle ilerledik. ‘Bildiğin Gibi Değil’ kitabından yola çıktık. Ki çok ciddi bir gazetecilik başarısıdır o kitap. Güneydoğu’da 90’larda çocuk olmuş insanlara çocukluklarını anlattırıyor. Biz de buradan esinlenip 2000’lerin çocuklarıyla konuşmaya karar verdik. Bunu yalnızca Türkler izlesin diyoruz. Çocukların ağzından aslında ne kadar büyük bir felaketin seyircisi olduklarını görsünler böylece. Bu filmde konuşmadık, sadece seyahatimizi belgeledik. Onun dışında hepsi tanıkların konuşmalarından oluşuyor. Bir çeşit yüzler geçidi gibi... Hikâyelerinin hem doğruluğunu hem de anlatılamayanı görebildiğimiz insan yüzlerini resmetmekle yükümlüydük.Kürt sorununu çocukların ağzından dinlemenin büyüklerden dinlemekten farkı ne?Otuz yıldır uğraştığımız bir meselede hep asker ve gerilla, devlet ve teröristler diye bakılmış bu mevzuya. Cumhuriyet tarihi boyunca en uzun süren ve en çok kişinin öldüğü savaş. Fakat bu savaşı yarattığı büyük toplumsal problemlerle hiç incelemedik. Hep düşmanlıkla baktık. Kürt siyasetçileri veya PKK da bu açıdan bakmıyor. Ki kendilerini Kürt hareketinin bir parçası olarak görüyorlar. Hepimiz yalnızca ölü sayılarını ve kaybolan insanları biliyoruz. Bu büyük sosyal meselede çocuğun anlattıklarının ötesinde daha ne olacak ki.Ne gördünüz peki çocukların dünyasında?Geleceği. 5-6 yaşından sonra büyümüş çocuklar. Bir insanın çocukluğunu yaşayamaması, sorumlulukları ve korkuları olması, ergen insan olarak yaşamına devam etmesi kadar dünyanın geleceğini tehlikeye sokan bir şey yok. O çocuklar başına neler geldiğini anlatıyor. Bunu o bölgedekilerin dinlemesinde bir fayda yok. Çünkü onlar da aynı şeyleri yaşamış. Biz dinlemeliyiz onları.Bugün Kürt gençlerinin kendilerinden önceki kuşaklardan daha öfkeli olduğundan söz ediliyor. Siz bunu gözlemlediniz mi?Burada anlatan kimse nefretle anlatmıyor. Roboski’de abisi öldürülen küçük kız hariç. Hepsi ‘Türkler neden görmüyor bu olanları. Onların da başına gelecek.’ diyor. Hiçbir zaman Türklerden nefret ettiğini söylemiyorlar. Türklerden çok farklı olarak daima devleti ve askeri suçluyorlar. Türklerin kafasında ise ‘kötü Kürt’ diye bir şey var. Kürtlerin kafası öyle değil. O kötü olarak devleti görüyor. Bizim de aynı şeyi düşünmemiz gerektiğini savunuyorum.Filmi, çözüm sürecinden önce çekmeye başladınız. Süreçten sonra bazı değişikliklere gidiyorsunuz. Nedir bunlar?Çözüm sürecinden önce başladık ve çok karanlık bir tablo çıktı çektiğimiz belgeselde. Tam çalışmalarımız bitmişken çözüm süreci başladı, birkaç ay içinde de bütün atmosfer değişti. Bir kere mağdurların psikolojisi değişti. Mağdurlar karanlık bir gelecek ve kin doluyken birden büyük bir umut ve bir affediş duygusuna döndü. Biz bunu duyduk ve hissettik. Dedik ki bizim tekrar gitmemiz gerekir bölgeye. Çektiğimiz şeyde geleceğin eksik kaldığını fark ettik. Hep geçmişten söz etmiştik.Nasıl bir yöntem değişikliğine gittiniz?Daha küçük çocuklara yöneldik. Filmi izleyen herkes ‘Bu ne cesaret, bu ne gelecek arzusu, acıdan aydınlığa giden tablo’ diye yorumladı. Roboski meselesinde ise küçük kız hâlâ affedemediğini söyledi. Çünkü o konuda devlet özür dilemedi. Özür dilese onların da psikolojisi değişecek.Filmin Türklere yönelik yapıldığını vurguluyorsunuz.Evet. Ancak geçen gün bir toplantıda genç bir Kürt şunu söyledi: ‘Siz bu filmi Türklere yapmışsınız ama biz de uzun yıllardır hiç konuşmadığımız, içimize attığımız şeyler olduğunu, bunun da bize karalar bağlattığını fark ettik. Bu şekilde açıkça ifade etmek, anlatmak aslında bizim de ihtiyacımız.’Bir ihtiyacımız da birbirimizi tanımak olabilir mi?Biz zaten tanışıyoruz. Elli yıldır oranın türkülerini dinliyoruz. Hiç farkında değiliz, oranın olduğunun. İbrahim Tatlıses’ten başlayın Ahmet Kaya’ya kadar biz oranın müziklerini çok iyi biliyorduk. Sadece Kürtçe söylediklerinden haberdar değildik. ‘Kürtçe şarkı mı söylenir’ gibi yeryüzünün en aptalca ideolojisine sahiptik. Bu ideoloji yıkıldı ve bunu biz yaptık, devlet değil. Halk yaptı, halk zorladı. Türk’üz veya Kürt’üz, bu fark etmez. Oldukça kalabalık bir insan grubu yıllarca çabaladı, birbirini ikna etmeye çalıştı ve bunu tersine döndürdüler. Ben hiçbir zaman ‘Bu parti bizim için şunu yaptı’ dememeye gayret gösteriyorum. Biz yaptık. Onlar sadece önünü açmaya mecbur kaldı demeyi tercih ediyorum.Kürtlerin bakış açısı da bu yönde...Evet. Filmde de konuştuğumuz bütün çocuklar kendilerini çok güçlü görüyor. Söke söke haklarını aldıklarını düşünüyorlar ki doğru bu. Üstelik üç nesilden söz ediyoruz. Biri diğerine aktardı bu görevi. Sonuçta onlar bu ülkenin vatandaşları. Denilenin ve düşünülenin aksine, modern Kürt siyaseti sınırların kalmadığı bir çağda kendine bir sınır koyup orada kendi devletini kurmaz. Devlet belasından bu kadar bıkmış bir topluluk kendine devlet kurmayı istemez çünkü yapacağı mücadele yine aynı olacaktır. Devlet klasik devlet. Kötüdür, ceberuttur ve yararsızdır. Şahsi görüşüm bu. Türkiye’nin en eğitimli, olgun halkı orada doğdu. Bu kadar acının ve işkencenin bunu doğuracağını tahmin etmezdik. Hepimizin ilham alması lazım bundan. İşte bu yüzden Kürtleri içeriye çağırmayı, bizim de kurtuluşumuzu sağlayacağı için önemsiyorum.Türkiye’nin geri kalanının devlete yüklediği anlam çok daha farklı. Kürtlerin deneyimi bu kavramı normalleştirmeye yardımcı mı olacak?Kesinlikle. Yeni bir devlet türüne ihtiyacımız var. Vatandaşların düğmelerine basarak kullandığı bir makineden ibaret devlete ihtiyaç var. Bugün Kürt siyaseti bu noktaya gelmiş görünüyor. Kürtler deneyerek buldu ki başka türlü devlet yapısı da mümkün. Mesela Rojava anayasası. Olağanüstü bir anayasa. Ama bunu Türkiye’de kimse bilmiyor. O kadar açık, o kadar insan odaklı ve hedefe yönelik ki. Bu mesela oradan çıktı, buradan çıkmadı. Biz burada aptal 12 Eylül yasası tartışmalarına devam ederken, kendi kendimizi daha da cahil hale getirirken orada çok daha açık, özgür, devletten kurtulmuş bir zihniyetten çıktı o anayasa.Kürt sorununu, acıları, deneyimleri birinci ağızdan anlatan birçok kitap yayınlandı. Film tarafında durum nasıl?Film de çok var aslında. Sinema filmleri var. Annemin Şarkısı en yenisi. O bölgelerle ilgili çok fazla film çekildi ama aymamakta direnen bir yapı var. Mesela ülkesini sevdiğini iddia eden birtakım gençler PKK’lı yönetmen dediler. Tabii hiçbirimiz Kürt değiliz. PKK da benim reddettiğim bir stratejiye sahip bir tür sosyalist grup. Ama meseleyi bu şekilde adlandırmak ve sadece başı ezilmesi gereken bir PKK’lı meselesi olarak görmek çok eski moda bir şey. Biz de dahil birçokları problem nasıl çözülür diye düşünüp eylemde bulunuyoruz. Çünkü bunun bir çözümü var; barış. Öbür çözümü ise daha ciddi bir savaş.Filmi yayınlayacak sinema bulamadığınızdan bahsetmişsiniz. Konusuyla ilgisi var mı bu durumun?Çok basit bir nedeni var bence. Bu sene 150 tane Türk filmi yapıldı. Hepsi de sinema salonu bulmakta zorluk çekiyor. Ayrıca bu bir belgesel. Belgeseller zaten zor yer buluyor ama konu itibarıyla özel ilgi görebilirdi dağıtımcılardan. Biz de onlara neden böyle yapmadınız diye kızıyoruz, o kadar. Filmin bitmesinin üzerinden bir buçuk ay geçti. Daha önce olması gerekirdi ama şubat mart ayına yer bulabiliyoruz. Başka sinema ile görüştük, onlar örgütlüyor ama biraz yavaş ilerliyor.
↧