Yazılı basının geleceği bütün dünyanın tartıştığı en güncel konulardan biri. Evlerde, parklarda, toplu taşıma araçlarında elinde dergi ve gazete olanların sayısı azalırken mobil cihaz taşıyanların oranı artıyor.Mobil cihazları insanlar sadece haberleşme ve sosyal medyada ilişkilerini yönetmek için değil, haberleri takip etmek için de kullanıyor. İnsanlar okudukları yazı kadar fotoğraf da görüyor parlak ekranlarda. Medyanın bugünü ve geleceği ile fotoğrafın söz konusu mecralardaki evrimini dünyanın önemli fotoğraf editörü ve fotoğrafçıları ile tartıştık.Geçtiğimiz ay İstanbul’da Beşiktaş’ta gerçekleştirilen Fotoistanbul’da Bahçeşehir Üniversitesi terasında Profesör Melih Zafer Arıcan, Anadolu Ajansı eski fotoğraf editörü ve Depo Photos yöneticisi Abdurrahman Antakyalı ile birlikte biz sorularımızı sorduk; 25 yıldır Stern Dergisinde çalışan, fotoğraf direktörü Harald Menk, on yıl boyunca Newsweek fotoğraf editörü olarak görev yapmış olan James Wellford ve fotoğrafçı Ken Schles cevapladı. Ortaköy Yetimhane binasındaki bir de sergisi bulunan, Invisible City kitabıyla tanıdığımız Schles aynı zamanda hazırlıklarını sürdürdüğü Steidl Yayınevi’nden çıkacak Night Walk kitabıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Sohbet Türkiye’deki gazete tirajlarından açıldı. Konukları daha çok Türkiye’deki gazete çeşitliliği dikkatini çekmişti. Zaman’ın 900 binlik tirajı şaşırttı. James Wellford, bu ülkeniz için çok iyi bir rakam, gelip sizde çalışabilir miyim’ diyerek söyleşimize neşeli bir başlangıç yaptı.Bugünlerde herkesin üzerinde konuştuğu soruyla başlayalım. Basılı ve dijital arasındaki farktan. Fotoğraf editörleri olarak fotoğrafları veya öyküleri elinize aldığınızda farklı mı değerlendiriyorsunuz? Basılı böyle düzenlenecek, elektronik şöyle diye? Bu tür bir farklılıklar var mı?Harald Menk: Stern’ün online versiyonu daha önce ikinci plandaydı. 60 yıldır basılı bir dergimiz var ve hala güçlü. Tüm çabamızı ve paramızı basmaya yatırdık. Fakat online bölüm için de yatırımları artırdık. Fakat diğer rakip yayınlar gibi bu bir öncelik değil. Fotoğraf sergisi olarak online bölümle daha fazla işbirliğimizi artırdık. Basılı dergi olarak farklılığımızı koruyoruz. Stern’in elektronik versiyonu var ama onun genellikle tüm hafta boyunca dükkânlarda gördüğünüz Stern’in basılı kopyasıyla alakası olmuyor. Stern’ün elektronik versiyonuna göz atabilirsiniz ama onun bu geleneksel haber dergisinin elektronik versiyonu olduğunu anlayamazsınız.Stern’in bugünkü ve mesela 30 yıl önceki tirajı nedir? Ne kadar düştü?Harald Menk: Hitler’in Günlükleri’ni yayımladığımız 1983’te, yani ilk yasaklamadan önce 2 milyon’a yaklaşmıştık. Kesinlikle doğru olmayan, yanlış olan bir şeyi haber yaptığımızda, Stern üzerinde gangsterler gibi oyunlar oynadılar. Ve Stern’de, söylenenlere, yani Hitler’in gerçek günlüklerine bulduklarına, bunlar için milyonlar ödediklerine ve paranın hala geri verilmediğine inanmaya umutsuzca hazır insanlar buldular. Bu nedenle 1,3-1,4 milyona düştü tirajlar ve 4-5 yıl öncesine kadar istikrarlı bir şekilde 1 milyon civarında kaldı. Sonra birdenbire 800,000’e düştü.James Wellford: Hala bir araştırma departmanınız var mı? Redaktörleriniz var mı? Yoksa bunlar artık yok mu?Harald Menk: Almanya’da metni sonradan okuyan bir bölüme hala sahip olan az sayıda dergiden biriyiz. Dokümantasyon bölümümüz var. Yani kalite bizim için çok önemli. Ama okuyucu bunu kabul eder mi ve bu kaybettiğimiz ya da kaybetmekte olduğumuz okuyucuları geri getirir mi bilmiyoruz.James Wellford:Basılı ve elektronik yayıncılık için editörlük süreci farklı mı? Herkes kendine göre yapıyor ama benim için süreç aynı. Dergiye koymaya odaklandığınızda seçimlerinizi dar tutmak durumundasınız ama bu iki ya da üç sayfanın mizanpajını mı yaptığım yoksa tek bir fotoğraf mı aradığıma göre değişiyor. Benim deneyimime göre dergi yayıncılığında yayın birimiyle sürekli alış-veriş halindesiniz çünkü verilen alan sabit olmuyor, devamlı değişiyor. Elektronik dergiciliğin isteyebileceğiniz özgürlüklerin hepsine izin vermesi aslında hoş bir şey. Bir dergideki tek bir ve hatta iki-üç imajın güçlü bir şekilde veremediğini ayrıntılandırabiliyorsunuz. Bu, farklı bir deneyim. Bazı insanlar fotoğrafı ellerinde tutmayı ve hissetmeyi seviyorlar. Bazıları hatta kâğıdı koklamaktan hoşlanıyor. Ama ben ikisini de seviyorum. Bunu her zaman aşamalarla tarif ederim. Planlamayı uygulayacağınız çok farklı aşama var. Ben ikisini de seviyorum. Baskı, duvar, elektronik.Ken Schles:Elektroniğin gerçekliği talebin hiç bitmemesi. New York Times’ı düşünüyorum: Çünkü basılı medyanın her gün değişmeyen bir zaman sınırı olduğunun bir örneği, bu da akşam 11 civarında. Ama elektronik versiyonu 7/24 sürekli olarak güncelliyorlar. Fotoğrafları değiştiriyorlar, ilgili hikâyelerin önemini değiştiriyorlar, sanki hikâyeleri test ediyorlarmış gibi duruyor. Hangisinin daha fazla tıklandığını görüyorlar, hangisinin daha fazla okunduğunu, öndeki fotoğraf hangisi, bilirsiniz. Çünkü fotoğrafları değiştirdiklerini de gördüm.James Wellford: Bunu konuşurken kaliteyi de konuşalım, ister basılı ister elektronik dergi olsun asıl mesela kalite. Bir şey iyi yapılırsa ve düşünülürse… Bazen elektroniğin nesini sevdiğimi düşünüyorum, bence fotoğrafçının sesini keşfetmek için zaman ayırıyor ve o sesi yansıtıyor olması. Bu benim çok hoşuma giden bir şey. Yerin çok sınırlı olduğu dergilerde bunu yapmak çok zor. Newsweek’teki kariyerimin sonlarına doğru kısa metinlerin ve makalelerin fotoğrafçılar tarafından yazılmasını sağlamaya çalıştım. Aslında, bu konuda ısrarcı oldum. Fotoğraflar ister Lynsey Addario’dan Shannon Janse’dan veya Alex Majoli’den olsun, metni de onlara yazdırdım. Onların deneyimlerini yansıtmak son derece alakalı. Serüveniniz ne? Bu başka insanların yazmaya yardım etmeyecekleri anlamına gelmiyor; bazı fotoğrafçılar sözcükleri kovalama konusunda isteksiz; bunu, yazmak istememeyi anlıyorum ama gazetecilik dünyasında fotoğrafçıların sesini duymak kesinlikle çok önemli; çünkü hatırlayalım, medya yazarlardan her zaman talep edilmeyen bir buradalığı fotoğrafçılardan talep eder. Fotoğraf çekmek için köşedeki o tankın yanına gitmek zorundasınız, bunu iki sokak öteden yapamazsınız.Ken Schles: Aynı zamanda elektronikte temel olarak farklı bir deneyime sahip olabilirsiniz. Bir şeyi çeşitli modlarda görebilirsiniz.James Wellford: Katmanlar, haritalar. Hepsi.Ken Schles: Hepsi; grafik, ses. Ve şu anda tam da bunu yapıyoruz. Ama basılı medyada oldukça katı bir formatta kilitli kalırsınız. Bunların hepsi ekstra iş. Ekstra zaman istiyor. Fazladan personel, uzmanlık...James Wellford: Ve olmayan fazladan bir zaman. Hepsini kendi başınıza yapıyorsunuz. Ama şunu söyleyeceğim New Yorker gibi bir dergiyi ele alırsanız bu hala var.Ken Schles: Zaman talebi de arttı. Çünkü artık 7/24.James Wellford: En popüler değilse bile ABD’de en popüler dergilerden biri olan New Yorker gibi bir dergiyi ele alırsak, hala az sayıda fotoğraf yayınlıyorlar ama bunları portfolyo yayınlama şekilleri muazzam. Haritaya, fotoğrafçı Matt Black’in çektiği üç veya dört imaja yayılmış Kaliforniya Vadisi’nin siyah beyaz fotoğraflarına baktığınızda…. Bu fotoğrafa belirli bir bakma, fotoğrafı hissetme ve düşünme şekli, zamanı yavaşlatıyor, sizi bir şekilde çarpıyor, bir stili var, zamanı askıda kaldığı bir an için siz de içinde sürekli hareket etmeyi bırakıyorsunuz. Elinizde tutuyorsunuz ve bunun başka ve çok önemli bir yorumlama ve hissetme şekli olduğunu düşünüyorum.Ken Schles: Reklam verenlerin ihtiyaçlarıyla dengelemek zorundasınız. Örneğin New York Times’ın reklamları yayınlama biçimi diğer elektronik dergilerden çok farklı. Ve reklamları görüntü ve his olarak fotoğrafın neresine yerleştirdiğiniz gerçekten de kullanıcının tecrübesini olumsuz etkileyebilir.James Wellford: Mesela Newsweek’te, arada sırada, pazartesi yayınlamak istediğiniz bir grup fotoğraf bulduğunuzda bu sürekli bir mücadele gerektiriyordu. Dergiyi elinize aldığınızda bir makalenin ortasında bir reklam olabiliyor. Bu yerleştirmeyi hiçbir zaman anlayamadım, önce veya sonra koy neden tam ortaya koyuyorsun?Sanki ticaret yapan insanlar için, reklam verenler için çalışıyormuşsunuz gibi hissettiriyor.James Wellford: Aslında öyleyiz. Reklam verenlerin muazzam bir iktidar pozisyonunda olduklarının büyük ölçüde anlaşıldığını düşünüyorum. Ama bağımsızlığa ve editoryal bağımsızlığa saygı eskisinden daha az bence. Ama bunu söylemesi zor. Bunların hepsi yere, dergiye bağlı. Her dergi bir şekilde farklı. Ama şu konuda şüphe yok: Kuralları reklam verenler koyuyor, maalesef. Belki de reklam verenlerden biri için çalışmalıyım.Ken Schles: İnternette çoğu reklamda fotoğraf yok. Çoğunlukla metne dayalılar.James Wellford: Bu konunun üstünde durmalıyız.Fotoğrafçılara kendi fotoğrafları hakkında bir şeyler yazdırmaktan bahsettiniz. Fotoğrafları seçmek sizin işinizin en önemli kısımlarından biri; fotoğraf editörü olarak fotoğrafları seçerken fotoğrafçılara danışıyor musunuz? Çünkü fotoğrafçılar kendi çalışmalarına kör olabiliyorlar . Bazı fotoğraflarda çok fazla zorluk yaşıyorlar ve dolayısıyla onun daha değerli olduğunu düşünüyorlar. Bu olumsuz bir şey ama aynı zamanda o sahnede gerçekten bulunmuş olanlar da sadece fotoğrafçılar.James Wellford: Kendi öyküleri. Onlar yaptılar. Her zaman fotoğrafçılara danışırım, bazen fotoğrafçısına ulaşamadığın bir materyale bakıyorsun ama neredeyse her zaman onların yaptıklarına kanal açmaya çalışıyorsun. Bu bir değerlendirme ve çok önemli. Kendi fikirlerim var ama bu ileri geri bir konuşma. Benim için ortak çalışmaya dayalı. Onların yaptığının hakkını vermeye çalışıyorum ve kararlara kendi öznel hassasiyetlerimi de koyuyorum. Ama genel olarak birlikte çalıştığım insanlarla çok uzun ve angaje konuşmalarım oluyor. Hatta yıllara yayılan.Bunun yanında, göreve göndermeden önce fotoğrafçılardan ön değerlendirme yapmalarını istiyor musunuz?James Wellford: Dijitalde yapmak zorundalar. Zaman o kadar kısa ki 500 imajı gözden geçirecek zamanın olmuyor. Bazen fazla seçiyorlar, bazen bana gönderdiklerinden biraz daha fazla istiyorum. Ama çok fazla olmasını da istemiyorum çünkü o kadar zaman yok. Ve bana son günde 1500 fotoğraf gönderenler oluyor. O zaman elim telefona gidiyor. Editörlük yapmayı seviyorum. 1500 fotoğrafı gözden geçirebilirim ama zaman çok kısa.Harald Menk: Bu Stern’ü radikal bir şekilde değiştirdi. Önceki yıllarda üstünden geçilmesi gereken çok sayıda slayt şeridimiz ve negatifimiz olurdu, çekim şeridimiz olurdu; istesek de istemesek de fotoğrafçıların çalışmalarındaki neredeyse her şeyi görebilirdik. Bugün şunu söyleyebilirim ki bu ya dijitalleşmenin bir sonucu ya da Stern’ün nasıl çalıştığını anlayan fotoğrafçıların. Umuyorum ki, bence bu benim ve Stern’deki diğer editörlerin fotoğrafçılara sürekli ne istediğimizi söylememiz sayesinde öğretildi ve eğer atölyeme bakacak olursanız elimdeki dosyalar, yani fotoğrafçılar tarafından gönderilen dosyalar, mizanpaja gönderdiğim dosyalardan pek de fazla büyük değildir. Daha sonra mizanpajda anlatılan konuyu tartışırız ve sonunda yazardan metni aldığımızda açık veya iki sayfa mı olacak, ya da portreleri takiben üç dört resim mi koyacağız ve metinde neler olup bittiğini nasıl anlatacağız bunlara odaklanabiliriz. Ama genelde Stern için çalışan fotoğrafçılara güvenebilir, gönderdiklerini hiç bakmadan bile mizanpaja yollayabilirsiniz.James Wellford: Hatırlayın bunlarda ve sanırım Stern’de de vardı, ama Newsweek’in uzunca bir süre bir laboratuvarı vardı, binanın içinde fotoğraf laboratuvarımız vardı. Sürekli giderdik. Sanırım fotoğrafçılar için gelip fotoğraflarını banyo ettirmek bir sanat biçimiydi ve harikulade bir etkileşimdi. Zaman yavaşlardı, hız başka şeyler içindi. Bir perşembe gecesi veya cuma sabahı, cuma günü dergiye konulmak üzere 150 makara film işlemedim diyemem. İşledim. O döngü içerisinde bir sürü karar vermek ve yazıcıların delice çalışması, belki israf ama bayılıyorum, Saddam Hüseyin’in çöküşü hakkında bir kitap hazırlayabiliriz. Birdenbire, 150 makara film oldu ve bir Perşembe gecesiydi ve gün daha bitmemişti, çok etkili bir tecrübeydi. Fakat kendisine Bağdat’ta erişemiyordum. Ve erişebilecek herkes geri çekiliyordu, Stern, sen adamlarını Bağdat’tan geri çektin. Adamlarımızı geri çekmeye çalışıyorduk, orayı terk etmelerini sağlamaya çalışıyorduk çünkü petrol nedeniyle endişeliydik, ama bizimkiler kaldılar. Ve bunlarda birisi de olağanüstü Ilkka Uimonen’di.Harald Menk: Stern’ün Kosova’da iki fotoğrafçısı öldürüldü.James Wellford: Ama Afganistan’da da şanssızdınız değil mi?Harald Menk: Bağımsız bir yazar vardı, bir tankın üzerinde yazıyordu ve iyi bir hedefti.James Wellford: Ben şanslıydım. Sadece bir adamım vuruldu.Nerede vuruldu?James Wellford: 3 kere vuruldu, neredeyse kolunu kaybediyordu. Balkanlar’da. Sonra Ramallah’ta İsrailli bir nişancı tarafından vuruldu. Ve sonra bir Amerikan askeri tarafından Felluce’deki emprovize patlayıcı cihaz saldırısında vuruldu. 3 kez. Ama tamamen morfin etkisi altında hayattaydı, hala kamerasını geri almaya ve filmi bana göndermeye çalışıyordu. Ve iyileşmeye. Çılgıncaydı, Lauren, durdur şunu, kendine gel, senin kameranı kim takar. Filmi görmeyi isterdim tabii, ama ölme. İlginç bir karakterdi, Lauren Von Der Stock. Harald Menk: Ama biz fotoğraf editörlerinin görevlerinden bahsediyorduk, işimizin değiştiği gerçeğinden bahsettik ve şimdi işimiz eski yıllardan, önceki yıllardan farklı. Ama şunu söylemek zorundayım, artık eskisi gibi büyük seçimler yapmamız gerekmiyor çünkü fotoğrafçılar, “size önceden söylemiştim, hangi fotoğrafları beğendiğimizi zaten biliyorsunuz” diyorlar. Çünkü sahada yazarla birlikte çalışıyorlar. Yani yazar onlara ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğini söylemiş oluyor. Yazar ve fotoğrafçı sabah akşam oturup fotoğraflara göz atıyorlar ve ilk seçimi orada yapıyorlar. Bunu bazen, ama sonucun tamam olduğunu gördüğüm sürece, seviyorum. Örneğin bugün bir fotoğraf editörünün işi hafta sonunda yaklaşık 20,000 fotoğrafı gözden geçirmek. Her birini tek tek. Her bir hafta sonu. Haber ağlarından, ajanslardan, bağımsız fotoğrafçılardan ve Panos ve Magnum gibi stok fotoğraf ajanslarından her gün gelen yaklaşık 5,000-9,000 fotoğraf. Dosya transfer protokolümüze hepsi tekliflerini gönderiyorlar, her şeyi gönderiyorlar ve bazen filtresiz olarak. Dolayısıyla bir fotoğraf editörü olarak göreviniz haftanın dört fotoğrafını bulmaksa her şeyi görmek zorundasınız. Yani 20,000-25,000 fotoğrafa bakmak zorundayız ve futbol şampiyonası varsa bu daha da artıyor. Bunu yapmak zorundayız ve bu fiziksel bir işkence.Bir editörle çalışma konusunda sizin gözlemleriniz neler Ken Schles?Ken Schles: Her seferinde farklı oluyor. Fotoğrafçı açısından bakarsam işler editoryal aşamaya geçtikçe yazarın ne yaptığı ve fotoğrafçının ne yaptığı arasındaki ayrım artıyor ve fotoğrafçının metni etkin bir şekilde resimlemek için gönderdikleriyle arasındaki daha bile fazla çünkü bütçe gitgide kısılıyor. Çoğu zaman sonda gördüğüm şey, yazarın benimkinden tamamen farklı bir hikâyesi ve deneyimi olması ve sizin suçlanmanız oluyor; size hikâyeyi anlamadığınızı söylüyorlar ve o hikâye mevcut değil. Benim deneyimim farklı bir şey oluyor. Fotoğrafçılar ikincil kalıyor ve burada Kosova gibi zor hikâyelerden falan bahsetmiyorum, bunlar daha yumuşak hikâyeler.James Wellford: Ama sonuçta, bir düzeyde hepsi hikâye. Hepsi birbiriyle alakalı biliyorsun işteKen Schles: Sonra tekrar kopmaya başlıyorsun. Kaynakların yetersizliği, işin sonunu getirmeme ve haberi çalışmayı bırakıp sadece resimleyiciye dönüştüğün bir noktaya geliyorsun.Harald Menk: Bu bugün Stern’de hala yaşadığımız bir mesele ve geniş bir açı. Özellikle yazar ve fotoğrafçı sahada birlikte oldukları zaman. Bazen fotoğrafa baktığımda ve metni okuduğumda ikisi tamamen farklı kıtalardalarmış hissine kapılıyorum. Bunun sebebi, fotoğrafçı çekebileceği fotoğrafları çekiyor çünkü fotoğraflamak istediğini görüyor; yazarın ise kendi hayal gücü, fantezisi var. Bazen yalan söylüyor, bazen sadece olmasını istedikleri ve hiç deneyimlemediği şeyler hakkında konuşuyor çünkü kendisine telefonda sahneyi anlatan biri var. Bunlar birleşip baş editöre ve fotoğraf editörü olarak bana geliyor; metni okuyorum ve diyorum ki bu tembel fotoğrafçı neden orada değilmiş?James Wellford: Bu rahatsız edici değil mi?Harald Menk: Öyle. Ve bu arada fotoğrafçılar, deneyimli fotoğrafçılar ve bizler tarafından, şu anda bildikleri durumlarla, bizim bildiklerimiz ve dışarıda yaşadıkları yoluyla eğitilen daha genç yazarlar var, yani onlar çok daha fazla kontrol altında.James Wellford: Sahada iyi olan yazarın iyi fotoğrafçı arkadaşları olur. Bu neredeyse değişmez. Kiminle çalışacaklarını bilirler, onlara güvenirler.Ken Schles: Ama bu çok aldatıcı- bahsettiğin şey bana biraz eski kafalı geldi çünkü artık yazar da fotoğrafçı da gitgide her şeyi yapar hale geliyor. Kendilerinden videografi yapmaları bile isteniyor. Her şeyi yapmaları bekleniyor. Bu imkânsız bir şey aynı zamanda.James Wellford: Her zaman gayretli bir şekilde şunu söylüyorum: Ben yazarı ve fotoğrafçıyı ayırmaya ve daha fazla haber alanını kapsamaya çalışıyorum. Bağımsızlığa inanıyorum.Harald Menk: Bu arada bahsetmeyi unuttuğum bir şey de sabahları sık sık fotoğrafçı ve yazar kahvaltıda bir araya geliyorlar, kısa bir toplantı yapıp ayrılıyorlar. Akşam tekrar buluşuyorlar ve göz atıyorlar. Ne yaşadığını ve bunun hakkında ne yazdığını duyayım ve ben de sana ne çektiğimi göstereyim. Böylece birlikte ortaya koyuyorlar ve koordine oluyorlar. Bu sıklıkla işe yarıyor. Yazarın röportaj yaptığı insanların portreleri, dolayısıyla yazarın bu çabucak çektiği fotoğrafı kabul ediyoruz; eğer sadece küçük bir fotoğraf ise bu fotoğrafçıya bütün gün kendi işini yapması, ihtiyacımız olan şeyleri, mesela çift sayfalık fotoğraflar gibi, teslim etmesi için zaman kazandırıyor ve bu oldukça işe yarıyor. Yazarlar fotoğraf çeker diye bir kural yok ama fotoğrafçının sadece röportaj fotoğrafı çekmek için yazarla gitmesine gerek yok. Bunu reddederim, buna ihtiyacım yok.Günde 20.000 ila 25.000 kadar fotoğrafa baktığınızı söylediniz. Acaba çok güzel fotoğrafları kaçırdığınız oldu mu, zira 25.000 kadar fotoğrafa her gün bakmak çok akıldışı duruyor. Böyle örnekleriniz var mı?Harald Menk: Aslında akıldışı değil. Onu da öğrenebiliyorsunuz. Birkaç yıl önce insanların 5.000 fotoğrafa bakmanın akıldışı olduğunu söylediklerini hatırlıyorum. Şimdi 25.000’e geldik. Nerede durmalıyız, bilemiyorum. İnsanlar bir şehirde 70 milyon kişinin yaşamasının da akıldışı olduğunu düşünüyorlar ama böyle bir şehir var ve bir şekilde işliyor. Yine de mükemmel olmadığımı açıklıkla söyleyebilirim. Hiç fotoğraf kaçırmamak mümkün değil, bu yüzden de boşluklarımız oluyor. Bu benim için o kadar sorun değil. Editörümün bana vereceği tepkiyi kaldırabilirim. Her gün baktığımız 20.000 fotoğraf, çekilmiş tüm fotoğraflar ya da bize gelmiş tüm fotoğraflar bile değiller. Dolayısıyla hepsine bakamam. Sadece en iyisini seçmeye, bir şeyler eksikse bunu sezmeye çalışıyorum. Görevini gerçekleştirememiş fotoğrafçıyı arıyorum, okuyabileceğim bir şeyi olup olmadığını soruyorum. Bugünlerde esasen bir fotoğraf editörünün işi bu. Fotoğraflara bakıp seçmek işi daha arka planda kaldı. Bugünlerde daha organizeyiz, konferanslar düzenliyoruz, yazarla ilişkide kalıyoruz, fotoğrafçının seyahatlerinin bütçesini yapıyoruz. Sekreterlerimizi kovdukları için önümüzdeki haftadan itibaren hesap kitabı da biz yapacağız. Stern’deki foto masasında yüzde 40’lık işimiz var. Tüm asistanları da işten çıkardılar. 20.000 fotoğrafa bakmanın yanı sıra asistanların işini de yapıyoruz. Birileri bütün bu işleri bizden istemenin normal olduğunu düşünüyor.Ken Schles: Ben editör olan arkadaşımdan bahsediyordum. Kendisi bana büyüdüklerini ve eleman aldıklarını söyledi. Dolayısıyla iyi giden işler de var ama kötüye giden işlerimiz de var.Harald Menk: Buna inanamıyorum. Fotoğraf masalarını(servislerini) büyütmeyi düşünüp düşünmediklerini soralım.Ken Schles: Fotoğraf masasını mı, zannetmiyorum.James Wellford: Washington Post büyüdü aslında. İlginç bir tecrübe oldu.Ken Schles: The Wall Street Journal internete büyük ağırlık verdi.Zaten sanal ortamda varlıkları olan şirketler işi daha fazla oraya taşımaya çalışıyorlar.James Wellford: Elbette, çoğu zaman ıskalıyorum. Birçok iyi fotoğraf var ama en iyi fotoğraf diye bir şey var mı? Olduğunu düşünmüyorum. Bence bir grup iyi fotoğraf çıkıyor, bazen de hiç bir iyi örnek çıkmıyor. Tek bir an olabilir mi? Olabilir belki de. Eddie Adams. İnfaz, o tek bir an. Ama o fotoğrafın etrafındakilere bakarsanız başka bir sürü iyi fotoğraf görürsünüz. Örneğin Chris Hondros’un işlerine bakalım. 5 ya da 6 sene önce Telafer’de Amerikalı askerler kontrol noktasından geçen bir arabaya ateş açtılar ve küçük çocukları öldürdüler. New York Times bir fotoğraf seçti, ben başka bir fotoğraf seçtim, hepsi de aynı kameradandı.Harald Menk: Genelde böyle fotoğrafları ıskalayamıyorsunuz zira fotoğrafçılar ya da şirketler iki, üç, hatta beş kere gönderiyorlar. Tam fotoğrafın nerede olduğunu bilmediğiniz için gönderdiklerinin hepsine bakıyorsunuz.Fotoğrafların sayılarının arttığından bahsettiniz. Peki nitelikleri de arttı mı? Son 25 yıldır Stern’desiniz. Bu yıllar boyunca masanıza gelen fotoğrafların kalitesi arttı mı?Harald Menk: Kesinlikle evet. Nitelik arttı. Sadece teknik nitelik de değil üstelik. Bugünün teknik imkânlarıyla iyi bir fotoğraf çekmek oldukça kolay. Fotoğrafçı, ünlü bir fotoğrafçı olmak isteyen ve çok iyi işler çıkartan genç fotoğrafçıların sayısı beni şaşırtıyor ve biraz da ürkütüyor. Her ay bir ya da iki yeni isim çıkıyor. Bana gelen fotoğrafların ortalaması 20 yıl öncesine göre kesinlikle daha iyi.James Wellford: Daha fazla fotoğraf çekiyorlar. Bazen hatta lüzumundan fazla çekiyorlar.Harald Menk: Evet, lüzumundan fazla çekiyorlar. Eğer çok çekerseniz, çektiklerinizin arasından hit olacak birini bulma şansınız artar. Eğer fotoğrafınızı iyi düzenleyebiliyorsanız, iyi bir Photoshop kullanıcıysanız, sizi ortalamanın üzerine çıkaracak inanılmaz işler yaratabilirsiniz. Kesin olarak söylemek gerekirse bugün fotoğrafın çok yüksek standartları olduğunu düşünüyorum.James Wellford: Katılıyorum. Dijital kameralı fotoğrafçıların bazılarında gördüğüm bir zayıf nokta ise bazen bir durumu, olayı çok fazla çekerek zorla fotoğraf çıkartmaya çalışıyorlar. Öğrencilerimi ve beraber çalıştığım insanları, biraz yavaşlayıp ne yaptıklarını düşünmeye teşvik ediyorum. Masada 200 kare görmek istemiyorum. Bana 20 kare gönderin. 1987’den beri bu meslekteyim her zaman iyi işler gördüm. İnsanların ufukları genişliyor, fotoğrafçılığa farklı şekillerde meydan okuyorlar, bu sanatı geleneksel olmayan bir yerden ele alıyorlar. Bu da hoşuma gidiyor. Tabi fotoğraf çeken çok kişi var, bazıları da çok kötü.Harald Menk: Kötü olanların çoğu siyah beyaza dönüştürüp sana bir oyun oynamaya çalışıyorlar. Bu çok sık rastladığım bir şey. Bunu gördüğünüzde fotoğrafçıya kızıyorsunuz ama elbette bu başka bir konu. Siyah beyaz fotoğraf konusu ise ayrı bir tartışma.Ken Schles: Bugün o kadar çok sayıda fotoğrafçı, o kadar çok sanat okulu, üniversite ve oradan mezun olan fotoğrafçı var ki, bunların hepsine iş yok. Onlar da akademiye giriyorlar ve daha fazla fotoğrafçı eğitip mezun ediyorlar. Ayrıca fotoğrafa yönelik genel ilgide de bir artış var. Dahası teknoloji sayesinde fotoğraf editörleri imajları bulmak için kaynağın kendisine yöneliyorlar; iyi bildikleri, güvendikleri birkaç fotoğrafçıyı dünyanın dört bir yanına göndermiyorlar, ölümüne çalıştırmıyorlar. Dolayısıyla mevcut iş bölünüyor. Bölgelerinde çalışan fotoğrafçılar hiç iş bulamazlardı, şimdi ise büyük dergiler ve gazeteler onlara bağımlı denebilir.Harald Menk: Kendi kendini üreten bir makineye dönüşüyor bu iş. Yeteri kadar iyi olmayan ya da şansı yaver gitmemiş birçok fotoğrafçı meslek değiştirip fotoğrafçılık profesörü oluyorlar. Üniversitelerde, mezuniyet sonrası işsiz kalacak yeni fotoğrafçılara ders veriyorlar. Onlar da hoca olup işsiz kalacak yeni mezunlar veriyorlar. Kendi kendini tekrar üreten bir düzenek. Kamboçya’da bir fotoğraf festivalinde o ülkedeki başarılı olmamış fotoğrafçıların İngilizce hocalığı yapmaya başladıklarını söylediler. Bazıları da taksi şoförü oluyor. Almanya’da başarılı olamayan fotoğrafçıların arasında en popüler meslek buymuş. Ben portfolyo değerlendirmeleri yazdığımda, iyi fotoğrafçılara bile mesleği bırakmalarını söylemek için elimden geleni yapıyorum. Bu düzeneğin ve sektörün bir parçası olmak istemiyorum çünkü bu düzenek, işleriyle ilgili sıkıntı çeken işsiz fotoğrafçı üretiyor. Görüyoruz, çok hevesliler, işlerinde iyiler, fakat çoğunun buradan hayatını kazanma şansı olmayacak. Bizler, dergiler, gazeteler, yayıncılar, fotoğrafçılık festivalleri, biz de bu düzeneğin bir parçasıyız. Dünyada her zamankinden daha çok fotoğrafçı ve her zamankinden daha az onlara düşecek iş var. Bu gidişat nerede son bulacak?Stern’de kullandığınız fotoğraflar içinde kadrolu çalışanlarınızın, fotoğraf ajanslarının, bağımsız çalışanların farklı yüzdeleri nelerdir?Harald Menk: Kendi elemanımız yok. 23 elemanımız vardı ama emekli olanların yerine yenileri alınmadı. Sonuncusu geçtiğimiz sene işten ayrıldı. Son genel yayın yönetmenimiz her sene bir fotoğrafçıya Stern’de iş imkânı sunuyor. Bir sene boyunca Stern çalışanlarının sahip olduğu hak ve görevlerle çalışıyorlar. Şu anda üçüncü senesindeyiz. Hanover fotoğrafçılık okulundan geliyorlar ve çok iyiler. Burası iki senede bir Lumix festivalini düzenleyen okul.James Wellford: Bizi de festivale davet edecek misiniz? Hep gitmek istemişimdir.Harald Menk: Stern’le hiçbir alakası yok aslında, seni davet edemem. Ben kendim bile gitmedim. 100 km uzağımızda. (Gülüyor)Harald Menk: Soruna cevap vermek gerekirse, mümkün olduğu kadar Stern’in fotoğrafçılarının fotoğraflarını kullanmaya çalışıyoruz. Bu da azami bir haberde haftada 5 ila 8 fotoğraf demek. Gerçi hiç saymadım ama bir haftada normalde 80 ile 120 arasında bir sayıda fotoğraf kullanıyoruz.10 fotoğraf yüzde 10’unu oluşturuyor yani. Peki geri kalan nerelerden geliyor?Harald Menk: Ajanslardan ve bağımsız çalışanlardan.Peki bu farklı kaynakların iş bölümü nasıl oluyor, oranlar nedir?Harald Menk: (Gülüyor) Bunu soracağınızı bilseydim, cevabını hazırlayıp gelirdim.James Wellford: Üçte bir.Ken Schles: Azaldığını söyleyebilirim.Azalan nedir tam olarak?Harald Menk: Görevlendirilen fotoğrafçıların toplam yüzdedeki oranları.Fotoğraf ajanslarının gittikçe oranı artıyor. James Wellford: 3 ya da 4 sene önceki haberi hatırlıyor musunuz? Bir dergi fotoğrafçılarla tüm sözleşmelerini iptal etmişti. Tasarruf etmek ve derginin kimliğini yok etmek için dâhice bir yol.Ken Schles: Evet ama Rolling Stone gibi görsel kimliğiyle öne çıkan ve haber yapmaları için fotoğrafçı kiralayan dergiler bile artık kimseyi istemiyorlar. Sadece kapakları için birileriyle çalışıyorlar. Sonra bu çekimden kalanları dergi içinde kullanıyorlar. Gerisi oradan buradan toplama. Eskiden Fortune dergisi için inanılmaz çok çekim yapardım, şimdi bir ya da iki çekim dışında hepsini başka yerlerden devşiriyorlar.Fotoğrafçıyla çalışmanın maliyetinin daha yüksek olması mı?James Wellford: Evet, böyle bir çekime para harcamak istemiyorlar.Ken Schles: Aynı zamanda stok fotoğrafçılığın ücreti de düşüyor. Eskiden ayda binlerce dolarlık çekler görürdüm, şimdi 54 kuruşa bile görüyorum. Komik bir duruma dönüştü.Harald Menk: Bir fotoğrafçıyla 50 Euro için konuşacağımı hayal bile edemezdim. Ama artık böyle yapıyoruz. Herkes tasarruf etmeye çalışıyor. Biz de öyle. Fakat yine de en büyük hikâyeleri, önemli röportajları, savaşları, felaketleri ve krizleri yine de fotoğrafçılara veriyoruz. Fakat bunu hikâye haberlere ilk düştüğünde yapamıyoruz, tsunamiden sonra, dünyanın her yerinden gelen 17 tam sayfa, çünkü baskı altında oluyoruz, zamanımız olmuyor, belirli bir tarihe kadar en iyi fotoğraflar alıyoruz.James Wellford: Bir süredir Stern’e bakmadım ama siz iki sayfalık hikâyelerle başlıyordunuz değil mi, yoksa üç müydü?Harald Menk: Üç, dört, en fazla beş ama genelde üç tane iki sayfalık oluyor, bu elbette hikâyenin ilk haber yapılışından sonraki günlerde oluyor, detaya iniyoruz, felaketin perde arkasına bakıyoruz.Ken Schles: Dergilerin karları ise henüz tartışmadığımız ayrı bir konu. Time Life’ı biliyorum, bu dergi çok büyük bir şirketler grubunun elindeydi. Dergilerin hisselerinin fiyatlarını arttırmaları ve hissedarlarını kaçırmamaları için onlara baskı yapılıyordu. Sürekli cirolarını arttırmaları isteniyordu. Dergicilik sektörü istikrar içindeydi ama hissedarların ihtiyaçlarını karşılayamıyordu ve dijital alanda çok fazla spekülasyon oluyordu. Yeni medyaya çok büyük bir ilgi var. Finansal pazarda bu konuda bir girişim başlatıp para kazanmak çok kolay. İnsanlar bir sektöre para yatırmaya hevesli olduğunda çok fazla spekülatif çıkar dönüyor. New York Times ve onun gibi ailelerin ya da kişilerin sahip olduğu gazeteler, gelirleri aslında o kadar düşmemesine rağmen öyle gösteriyorlardı. Bence bu korumaya çalıştıkları hisselerin değeriyle ilgiliydi. Fortune’da tanıdığım bazı fotoğraf editörleri yukarıdan bütçeleri kesmemiz gerektiğini, daha fazla kar göstermemiz gerektiğini söylüyorlardı.Harald Menk: Ben buna katılabilir miyim bilmiyorum çünkü olayın arka planını bilmiyorum. Ama geçtiğimiz hafta itibariyle Bertelsmann Stern’in ve yayıncımız Grüner ve Jahr’da yüzde 74,9 olan hissesini yüzde 100’e çıkardı. Grüner ve Jahr’daki aile hisselerin % 25,1’ine sahip ve Bertelesmann’ın alabileceği tüm önemli ve zorlu kararları bloke edebiliyorlar. Geçtiğimiz hafta ise yüzde 100’ünü aldılar. Şimdi bunun sonuçlarını göreceğiz. Ortaçağ’da yaşamayan herkes neler olduğunu bilmeli.Son sorum geleceğe dair olacak. Türkiye’de haberlerin çoğunu online olarak okuyoruz. Hızlı geliyor haberler, her dakika yeni bir haber. Fakat aynı zamanda bu online haberler basılı gazete ve dergilerle finanse ediliyor. Çünkü aslında internetteki platformlar para getirmiyor. Reklamlar sayesinde basılı medya para kazanabiliyor. Bu sizce ne zaman değişecek? İnternetteki platformlar büyüyecek ve basılı versiyonlar kan kaybedecek gibi gözüküyor.James Wellford: Bence bu şu anda olmakta.Ken Schles: Amerika’da bu şu anda olmakta. Sorun şu ki dijital ortam pazarı her şeyin fiyatını değiştirdi. Herkes her şeyi karşılığında hiç para almadan deniyor. Reklam ajanslarının fiyatları bir kere belli olduğunda, bunları tekrar yükseltmek çok zor oluyor. Basılı platformlar daha az gelir getiriyor bu yüzden online platformlara para aktaramıyorlar ve sorunlar çıkıyor. Amerikan seçimleri yaklaşıyor ve reklamcılıkla ilgili bir doygunluk noktasına ulaşıldığı söyleniyor. Reklam için yer bulmak zorlaşıyor. Hâlbuki internetin büyüklüğünü düşünün, burada doldurulacak çok büyük bir havuz var. Bir fotoğrafçı olarak fiyatların artmasını umuyorum (gülüyor)James Wellford: Bu sektörden ekmek paralarını kazanmaya çalışan birçok insan için çok sinir bozucu bir durum bu. Fakat online fotoğraf galerilerinde ne kadar fiyat biçiliyor ki? Sanırım Photo District News’da okudum, Lens Blog, 350 ya da 400 dolar veriyormuş.Ken Schles: New York Times hiç para vermiyor.James Wellford: Sanırım Time 700 dolar veriyor. Ken Schles: Aslında Time hiçbir şeye ödeme yapmamaya çalışıyor.James Wellford: CNN, 600 dolar ödüyor. Bir yapı kurmaya çalışıyorlar.Ken Schles: Onlar da fotoğrafçılara para vermemeye çalışıyorlar.James Wellford: Kesinlikle öyle. Fakat ödenen 600 doları düşünün. Aslında onun karşılığında satın alınan çalışma için birisi iki haftasını verdi. Bir yere uçtu, otelde kaldı. Eğer zaten zengin değilseniz böyle bir çalışma yapmak gittikçe zorlaşıyor. Çalışacak parası olmayanları tanıyorum, böyle bir fotoğraf çalışması için borca girecek durumları yok.Harald Menk: Dergiler her şeyi bedavaya vererek kendi kuyularını kazdılar. Başta bir yanlış yaptılar ve şimdi bir hayaleti tekrar hayata döndürmeye çalışıyorlar, Pandora kutusuna, ama bu mümkün değil. Şimdi ücretli içerik diye bir formatı kabul ettirmeye çalışıyorlar. Son 5 senenin sihirli kelimesi bu. Fakat bu aslında insanları eskiden bedavaya okudukları bir şey için şimdi para vermeye ikna etme çabası oluyor. Aslında başta online platformla ilgilenmiyoruz dediğimde hatalıydım. Online versiyonumuz var ve Almanya’da 2.000 ila 5.000 müşteriye gönderiyoruz. Tamamen ücretli. Sadece basılı Stern’in abonesi olmuş müşterilere bedavaya gidebiliyor.Ken Schles: Bence Wall Street Journal gibi bir gazete bu konuda başarılı olabildi. Spekülatif bilgilere sahipler. Bizim de piyasalara dair içeriden bilgimiz oluyor, özellikle şu serbest fonlarla ilgili. (Barans?) dergisi için bayağı iş yaptım. Fon çalışanlarına fotoğraf çekmek çok iyi bir tecrübe oluyor. Fotoğraflarının her yerde dolaşımda olmasını istemiyorlar, dolayısıyla bütün bir çekimi satın alıyorlar. İyi iş. Barans, Wall Street Journal, bunlar hep ödeme duvarının arkasındalar, o içeriden bilgiyi almak için insanlar ödemeye istekli oluyorlar. Bu da bir piyasa aslında. New York Times bu modeli kopyalamaya çalışıyor. Bu melez bir model. Tam ödeme, ya da tam bedava dergi değil. Şimdi bu melez modeli deniyorlar.James Wellford: İşe yarıyor mu?Ken Schles: Yaradığını duydum.James Wellford: New York Times çok büyük bir okuyucu kitlesine sahip.Ken Schles: New York Times her şeyi yapmaya çalışıyor, fakat yine de Vice dergisi gibi eğlence üzerine kurulmuş internet sitelerini geçemiyorlar.James Wellford: Etrafta çok fazla alternatif var, orası kesin.Harald Menk: Genç insanlara ve tüketim davranışlarına bakalım. Basılı dergilerin onlara sağlayabileceğinden çok farklı. Kötümserden ziyade gerçekçi biri olarak söylemek zorundayım ki aslında basılı dergileri vinil plaklarla kıyaslamak gerekir. Çok düşük bir ücrette istikrar bulacak ve sonra belki yavaş yavaş artacak, tıpkı şimdi plakların arttığı gibi. Bundan sonra yüzde 10 bir dağıtımı olabilir. Ama sonra bazı özel durumlarda bunların üretilme şansının doğup doğmamasına bağlı.James Wellford: Times Life böyle yapıyor, koleksiyoncu kitapları yapıyorlar, neredeyse haftada bir güzel bir kitap basıyorlar; mesela biri Kennedyler üzerine olacak, sonra uzayla devam edecek... Gündemde yer tutan konularda yapacaklarlar. Dağıtım ise inanılmaz, küçük bir kasabanın, Virginia’da bir süpermarketin içinde bile Times kitapları görebiliyorsunuz. Kraliçe ya da Diana üzerine, sürekli kitap yayınlıyorlar. Onlara önemli bir nakit getirdiğini düşünüyorum. Basılı yayın, dergi basmak gibi değil, hala işliyor.Harald Menk: Bence gelecek, 6 ayda bir basılan Fransız dergisi (6 Mois) gibi olacak. Sadece çok iyi bir kitapçıdan alabileceksiniz. Çok iyi açıklamalar olacak fotoğrafların altında, bir atölye çalışması düzenlenecek, bir fotoğrafçı ele alınacak.
↧