1926 yılında klasik Türk müziği eğitimi resmî müfredattan çıkarıldı. 1936’da ise radyolarda alaturka müzik yasaklandı, sesi kısıldı. Çiçeği burnunda olan yeni ulus-devletin elbette ki yeni bir müzik anlayışı olmak zorundaydı. Ve devletin demir eli, pek çok alanda olduğu gibi kulaklarda da varlığını hissettirecekti.Modernleşme toplumları, modern toplumların birkaç kuşakta yaptığı şeyleri çok kısa bir sürede yapmak zorunda hisseder kendini. Bu dönemin modernistleri de hem kurucu hem de eleştirel bir tavır takınarak aynı anda birden fazla kuşak gibi davranır. Son yüz elli yıllık tarihimizde, Osmanlı’nın son demlerinden cumhuriyetin kuruluş ve gelişim aşamalarına kadar bu durumun pek çok emarelerini görebilmek mümkün. Alaturka müzik meselesi de devrimin soğuk nefesini ensesinde hisseden meselelerden biri.Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren keskin bir eksen kayması yaşandı. Doğulu bir toplumdan Batılı bir toplum inşa etmek için pek çok alanda kökten değişiklikler meydana geldi. Alfabeden kılık kıyafete kadar birçok kültürel ve toplumsal mecrada yeni bir zihniyet tasavvuru oluşturulmaya çalışıldı. Bu zaviyeden bakıldığında toplumun ‘medenîleştirilmesi’ için, var olan Doğu’nun ilkel müzik anlayışı yerine ‘çağdaş ve medenî’ müziğin geçirilmesi lazım geliyordu. Dolayısıyla müzik de bu değişimden nasibini alan yapılardan biriydi.Aslında alaturka müziğin yerine Batı müziğini ikame etme çabaları 1924 yılından itibaren başlamıştı. Ziya Gökalp’in 1924 tarihinde kaleme aldığı ‘Milli Musiki’ makalesinde, bu tür uygulamaların emareleri görülüyordu. Gökalp’e göre, Arap, İran ve Bizans karışımı olan ‘Divan müziği’ bizim musikimiz sayılamazdı. Modern Türk toplumunun musikisi, Orta Asya ezgi motiflerinin korunduğu halk musikisinin, Batılı armoni anlayışıyla modernize edilmesi neticesinde ancak gerçekleştirilebilirdi. Gökalp, bu düşünceleriyle, meydana gelen yeni ulusun yeni bir müzik anlayışına da sahip olması gerektiğini dile getirirken aynı zamanda eski müziğin tasfiyesine de yeşil ışık yakıyordu. Yine o yıllarda Ankara’da bir Musiki Muallim Mektebi kurulmuş ve bu okulun, ortaöğretim kurumları için Batı müziği eğitimi almış öğretmenleri yetiştirmesi amaçlanmıştı. 1926 yılında ise müzik okulu, şehreminliğe bağlandı ve bu esnada Şark musikisi şubesi de kapatıldı. Böylece klasik Türk müziği, ülkedeki müzik müfredatından çıkarıldı. Ülke genelinde Türk müzik çalgıları, resmi talim ve tedrisattan kaldırıldı.Radyoların sesi kısılıyorMustafa Kemal, 1934’ün Kasım ayında gerçekleştirdiği 4. Yasama Yılı açılış konuşmasında “Bugün dinletmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal; ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak; bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.” sözlerini dile getirir. Atatürk’ün bu sözleri İçişleri Bakanlığı’nı hemen harekete geçirir. Basın-Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör, hiç vakit kaybetmeden Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya’yı ziyaret eder ve “Paşa bunu söylediğine göre herhalde alaturkanın yasak edilmesini istiyor. Yaparsanız hoşuna gider.” sözlerini sarf eder. Gerçekleşen bu söz trafiğinin ardından işin ucu radyoya kadar dokunur ve Türk musikisi yayınları durdurulur.Radyolardaki yasak iki yıl sürer. Tam iki yıl boyunca klasik Türk musikisi kulaklarda sadece hoş birer sada olarak kalır. Aynı zamanda süreli yayınlarda bir itibarsızlaştırma seferberliği başlar. Şark müziği uyuşuklukla özdeşleştirilir ve ‘adi meyhane müziği’ olarak sunulur. Dile getirilen bu ötekileştirici söylem karikatürize edilerek halk nezdinde Batılı bir ‘kulak zevki’ tesis etmenin yolları aranır. Hatta Batılı müziğinin köklerinin Türklüğe dayandığına ilişkin tezler ortaya atılır. Buna mukabil dönemin yazılı medyasında “Keman ve saksafon Türk çalgılarıdır.” gibi haberlere şahit olmak da mümkün. 1936 yılında radyolardaki yasak kalkar. Radyoda kalkar kalkmasına fakat müfredattaki değişiklik aynen kalır. Ta ki 1976 yılına kadar. Hasıl-ı kelam tam elli yıl sürer. 1976’da İstanbul’da bir Türk müziği konservatuvarı açılmasıyla birlikte de klasik Türk müziği eğitimi yasağı son bulur.Besim F. Dellaloğlu bir kitabında, “Batı’nın Batı olması için alfabesini değiştirmesi, takvimini değiştirmesi gerekmiyor. Demek ki modern olmak orada belirlenmiyor.” diyordu. Oldukça uzun süren, belki de hâlâ sürmekte olan modernleşme tecrübemize bakıldığında, yukarıdaki cümlenin ne kadar hassas bir noktaya temas ettiğini görebilmek işten bile değil. Bugün bizlere komik görünen, fakat geçmiş dönemlerde tüm devletin seferber edilerek gerçekleştirdiği bu politikalar, bir toplum mühendisliğinin ürünüydü. Aradan geçen 88 yıl ise, gelen her iktidarca toplum mühendisliği arzusunun hiç gemlenmediğini, devlet var olduğu sürece de gemlenmeyeceğini anlatıyor sanki bize.“Artık bu basit musiki, Türk’ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez!”Alaturka müziğin yasaklanması mevzusu bir anda meydana gelen bir şey değildi. Aynı zamanda değişmekte olan bir zihniyetin ürünüydü. 8 Ağustos 1928 tarihinde Sarayburnu’nda Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği bir konserde, sırasıyla Caz Band’in dans müzikleri, Mısırlı Müniretü’l Mehdiye’nin Arapça şarkıları ve son olarak Eyüp Musiki Cemiyeti’nin kürdilihicazkâr faslı yer alır. Konsere Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk de katılmıştır ve etkinliğin ardından şunları dile getirir: “Bu gece, burada, güzel bir tesadüf eseri olarak Şark’ın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü’l Mehdiye Hanım sanatkârlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musiki, Türk’ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark musikisi denilen terennümler karşısında kansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar, tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk fıtraten şen, şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendisinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri vardır. Bunun fariki olmamak, kabahatti. İşte, Türk milleti bunun için gamlandı. Fakat artık millet hatalarını kanı ile tashih etmiştir; artık müsterihtir; artık Türk şendir, fıtratında olduğu gibi. Artık Türk şendir.”
↧