Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Paris’te yeğen sevgisi başkadır

$
0
0
Bir gün bir haber alıyorsunuz ve hayatınız değişiyor. Nuriye Akman’ın yaşadığı tam da bu. Akman, kız kardeşinin hamilelik haberiyle bütün planlarını dondurup onun yanına, Paris’e gitti. Hayatını şu günlerde yeğeni Emre’ye vakfeden Nuriye Akman ile yaşadığı bu heyecanlı süreci konuştuk.Paris’in sizi etkileyen taraflarını saymanızı istesem?İkonik şeyler var Paris deyince akla gelen, mesela baget ekmekler. Özellikle de akşamüstü eve dönerken muhakkak herkesin elinde bir baget ekmek görüyorsun. O ekmeklerin kâğıt poşetleri tam bir ekmeğin boyunda değil, yarısı dışarıda kalıyor. Ucu da çoğunlukla ısırılmış oluyor. Boyunlardaki fularlar bir diğer simge Paris nesnesi. Hep aynı biçimde bağlanıyor. Erkekler daha renkli, kadınlar daha pastel renkler giyiyor. Herkes ince abartısız bir şıklık içinde. Paris’te uyumsuz giyinmiş insana neredeyse rastlamıyorsunuz. Bir süre sonra siz de onlara adapte oluyorsunuz. Fularsız çıktığınızda kendinizi yabancı hissediyorsunuz. Bisiklet kullanımı çok yaygın. Kadın-erkek, yaşlı-genç, son derece şık giysilerle bisiklete biniyor. Sabahın çok erken saatlerinde, güneş doğmadan koşan bir sürü insan var. Yaşlılar bile koşuyor. Aslında güneş battıktan sonra, geç saatlerde bile yollar, parklar koşan insanlarla dolu. Çimenlerin üzerinde yoga yapanlar, yayılıp piknik yapanlar… Parkların genişliği büyük bir nimet. İnsan şehrin içindeyken de doğayla istediği zaman baş başa kalabiliyor. İstanbul bu açıdan çok şanssız. Şu da var, bir yere girerken ve bir yerden çıkarken mutlaka ‘bonjour’ ve ‘au revoir’ demek zorundasınız. Bir selamlaşma faşizmi var desem yeri, bir kez selam vermeyi unuttuğum için bir alışveriş merkezinde uyarıldım.Şehre baktığımızda çok yeknesak bir manzarayla karşılaşıyoruz. Banliyölere gittikçe bile değişmiyor bu manzara...Paris 19. yüzyılın ortalarından itibaren tamamen yıkılmış ve yeniden kurulmuş bir şehir. O yüzden hep birbirinin benzeri binalar, ufak detaylarla farklılaşan bir şehir ortaya çıkmış. Gözü yoran, insana çirkin gelen bir şey görmüyorsunuz. Sonradan yapılan binalar da tamamen eski stile uygun yapılmış. Balkonlar küçük, çıkıp oturmak için değil. Daha çok çiçek koyuyorlar. Evler de küçük. Bizim oturduğumuz apartman da eskiden Proletarya Derneği’ne aitmiş. Evler küçük ama şık ve kullanışlı. Bir stili, bir ruhu var. İşin ilginç yanı ziller. Benim çok ilgimi çekti. Türkiye’de apartmanın kapısında herkesin ayrı zili vardır, üzerinde isim yazar. Burada tek zil var. Oklarla hangi daireye gideceksen arayıp buluyorsun.Sizi buraya getiren sebep biraz da hayatınızı değiştiren, etkileyen bir süreç...Evet, teyzelik görevlerim için geldim. Bu bebek on yıl beklendi. Allah nihayet lütfettiğinde sevindirik olduk. Ailemiz için büyük bir hediye oldu. Kızkardeşim ailenin en küçüğü. Dört kardeşiz, ben en büyüğüm. Hamileliği duyduğum anda gelip doğumdan önce ve doğum esnasında onun yanında olmaya karar vermiştim. Annem 78 yaşında, babam 90 yaşında. Dolayısıyla onlar gelemezdi. Normalde Türk âdetidir, doğum yapan kadına yardım edilir. Psikolojik destek sağlanır, yardımcı olunur. Ben de bu görevin bana düştüğünü biliyordum. Ben anne yarısıyım. Aramızda 13 yaş var kızkardeşimle ve o benim her zaman bebeğim, kız evladım oldu.Bu durum sizin için de biraz babaannelik alıştırması oldu değil mi?Evet. Oğlum var, Allah nasip ederse babaanne olacağım. Şimdi anneanne gibi hissediyorum kendimi. Hakikaten doğum yapan bir kadına bir yardımcı, bir kadın lazım. Sevgi dolu, başını okşayan, canı ne istiyor soran, getiren... Onun beslenmesine, dinlenmesine yardımcı, endişelerini teskin eden... Benim içimdeki çocuk sevgisi ortaya çıktı. Normalde çocuklara düşkün biri değilim. Ben daha çok yazan çizen, kendi kafasına göre hayatını geçiren biriyim. Kendi evimde de iş yapmam. Hiçbir zaman ev işi sevmedim. Ama buradaki bütün işleri aşkla yaptım. Hakikaten aşkın ne demek olduğunu anlıyorsun. İlk defa bir bebekle yakın temasa girdim. Başka yeğenlerim de olmuştu ama onlarla bu kadar yakın temasım yoktu. Onlar doğduğunda ben Ankara’da yaşıyordum. Doğumdan önce de keyifli filmler izleyerek hep beraber Emre’yi bekledik. Ben daha doğmadan konuşuyordum, “Emrem hadi gel, seni çok özledik, çok merak ediyoruz. Burnun nasıl, ağzın nasıl” diye. Doğduktan sonra da ağladığında, karnı ağrıdığında onu zikirle yatıştırmaya çalışmak inanılmazdı. Kucağımda ben, ‘La ilahe illallah’ dedikçe kulaklarını dikiyor, anlamaya çalışıyor. 57 yaşındayım, gençleştim, çocuklaştım, otuzlu yaşlarıma döndüm. Doğunca da ilk gördüğüm an kuzenimle beraber büyük bir coşku yaşadım. Hüngür hüngür ağlıyoruz. Doktorlar, hemşireler şaşırdı bizim bu heyecanımıza. Fransızlar daha kontrollü insanlar. Biz duygularımızı dolu dolu yaşarız. Doktor, kızkardeşime ‘Çok şanslısın, seni böyle seven bir ablan var’ demiş.Başka bir ülkede bu deneyimi yaşamak size nasıl geldi?Türkiye’den daha iyi geldi. Çünkü tamamen yalıtılmış oldum. Sadece Emre var. Emre için yapılan alışverişler, Emre’nin uyku saati, bez değiştirme seansları… O uyurken bir an evvel eve dönmek telaşı. Çocuk odaklı yaşam beni biraz insanileştirdi.Paris, bir bebek için nasıl bir şehir?Çok çok uygun. Bir kere düz. Yokuş yok. Baştan sona bebek arabasıyla gezebiliyorsunuz. Bütün kaldırımlar bebek arabasını sürmeye müsait. Adımbaşı kafe var. Hepsi aynı standartta. Yorulduğunuz zaman dinlenebiliyorsunuz. Fransa’da çocuk teşviki de çok fazla, sosyal güvenlik sistemine dahil olanlar için tabii. Zaten burada klasik manzara, bir çocuk arabada, bir çocuk elde, bir çocuk karında ve bir de köpek. Klasik aile manzarası böyle.Bebek dışında Paris’te gezme fırsatınız oldu mu? Siz bu şehrin başka yüzlerini de biliyorsunuz, banliyö isyanları sırasında da buradaydınız...O zaman başka bir nedenle buradaydım, şimdi bambaşka bir nedenle. Bu sefer Paris’in hep iyi yüzünü gördüm. Lüksemburg Parkı’na 15 yıl sonra yeniden gittim. Gerçekten herkesin oraya gidip sandalyelere oturup kitap okuması, o koca havuzda uzaktan kumandayla giden gemilere bakması gerekiyor. İnsana olağanüstü huzur veren bir yer. Fazla gezemiyorum. Birkaç sergiye gidebildim. Sonuçta ben buraya eğlenmeye de gelmedim gazetecilik yapmaya da. Seneler evvel gezilecek her yerini gezmiştim. Kahve cenneti burası. Her apartmanın altında neredeyse bir kafe. Orada da yeknesak bir görüntü.Anne-babanız bebeği nasıl karşıladı?İnternet üzerinde görüyor, sevinçten deliriyorlar. Her dakika görmek istiyorlar.Size Türkiye gündeminden ayrı kalmak nasıl geldi?Teknoloji var artık, ben köşe yazıyorum. Akşam rahatlıkla sofrada otururken, bilgisayarın kulaklığıyla açık oturumları izleyebiliyorum. Gündemden kopamazsın. Sabah erken kalkıp gazeteleri okuyorum. Tabii Türkiye’deyken haberler için daha fazla televizyon seyrediyordum. Gündemden uzak kalmak çok güzel geldi. Aslında daima dünyayla arama mesafe koymaya gayret ederim. Türkiye’de de olsa, gazeteci de olsam, izlemek zorunda da olsam, kendimi olaylara fazla kaptırmamayı öğrendim. Olayların bir yüzü var, bir de büyük bir senaryo var. Hayatın bir film olduğunu daima hatırlatmaya çalışırım kendime. Zahirin batını da var. Paralel örgütlenmeden bahsediyorlar, aslında hayatın kendisi paralel. İmajlarla yaşıyoruz. Sen başka görüyorsun, ben başka görüyorum. Emre’ye mektuplar yazıyorum ve ona böyle şeylerden bahsediyorum. Hayatın bir maddi yönü var bir de enerji yönü. Kuantum fiziğiyle bakınca nesnelerin aralarında boşluk yok, tek bir şey var. Biz şimdi masa ile aramızda boşluk görüyoruz. Fincanla tabağı arasında sen ile ben arasında. Aslında dalga halinde, enerji halinde baktığın zaman boşluk yok. Birlik var. Tamam bu da reel, o da reel. İşte bu ikisini birleştirebilmek tevhid demek. Biz şimdi şaşı bakıyoruz. Sadece orada kalmak da imkansız ve insanı hayattan, gündelik sorumluluklarından uzaklaştırır. Sadece burada kalmak da...Emre’ye yazılan mektuplardanEmrem, Kıymetlim,Bu sabah beni sana ulaştıracak bütün yollar kapalıydı. 20 kilometrelik Paris maratonuna katılmak için insanlar sokaklarda sel gibi akıyorlardı. Trafik durmuş, otobüs seferleri iptal edilmişti. Taksi bulurum diye Eyfel’e vardığımda durumun ümitsiz olduğunu gördüm. Adım atmak bile mesele, aynı yoldan eve dönmek imkansızdı. Trecedero’da uzun süre bekleyip evin yolunu bulmaya çalıştım.Her neyse, bütün bunlar, senin de hedeflerine ulaşamayacağın zamanlar olduğunu düşünmeye itti beni. Engellenmek duygusu çok rahatsız edici. İnsan kolaylıkla öfke batağına sürüklenebilir.Halbuki, bazen kader biz harekete geçmek istesek biraz durup mola almamızı ister. Düşünmek ve ertelenmiş hazların öğretisini sindirmemiz için bu büyük bir fırsattır. Böylece sahip olduğunu zannettiğimiz şeylerin sadece kullanıcısı, kiracısı, koruyucusu olduğumuzu anlarız. Onları sevebiliriz ancak mülkiyetlerini edinemeyiz. İnsan, eşya fark etmez ve hatta kendi vücudumuz bile. Her şey bir süreliğine verilmiştir bize.Kaderin bizden beklediği, kendimize bir güç atfetmemek, hükmün tek sahibinin O olduğunu anlamaktır. Bu bilinç bizi dünyevi gerginliklerden kurtarır ve sonsuz bir özgürlük sunar. Sahip olmak, elde tutma ve kaybetme telaşından kurtulmuş oluruz. Kaybedilecek bir şey yoktur. Zaten edinemediğimiz bir şeyi kaybetmeyiz çünkü.Modern hayatsa, tam aksine bizi bu bilinçle donatmadığı için çok acı çekiyoruz. Elbette ki maddi-manevi kayıpların, herkes gibi seni de sarsacak Emrem. Benim bahsettiğim konu duyarsızlığa davet değil. Ben sadece her felaket veya hüzün günlerinde sığınacağın bir arka bahçen olsun isterim. O bahçeyi bir kez kurabilirsen, çiçeklerinin hiç solmayacağını, havuzunun hiç susuz kalmayacağını, oturacağın bankın daima kuru ve temiz olduğunu göreceksin. Bahçen sana beş duyunla yakalayamayacağın bir huzur bahşedecek.Eğer hayatla ilgili tüm sorumluluklarını yerine getirdiysen, yapabileceğin her şeyi yaptıysan, buna rağmen işler istediğin gibi gelişmediyse o bahçe sana, olan bitenlerin muhakkak bir hikmeti olduğunu hatırlatacak. Varlığın tek sahibine teslim olup hikmetin kalbine inmesini bekleyeceksin. Kalbini dünyanın kirinden, pasından ne denli koruyup temizleyebilirsen, ne denli boşaltırsan hırstan, o denli çabuk alacaksın mesajı.Bazen gelen mesajları hemen çözemeyeceksin. Bu sadece saflaşmakla ilgili bir mesele de değil çünkü. Nasiple alakalı bir yanı da var. Hikmet sahibi olabilmek, yani olgu ve olayları görünmeyen yüzünü teşhis edebilmek tamamen ilahi bir ikramdır. Aramakla bulamayacaksın onu, ancak bulanlar da arayanlar arasından çıkar.İşte biz aşk diye bu duruma diyoruz Emrem. Dilerim içinde hikmet arzusunun ateşi hep yanar. İnan bana, yolda olmak, menzile varmaktan daha önemli. Çünkü varılacak son bir istasyon yok, hep daha ilerisi var. Bitmeyen bir yolculuk hayat, ölsek bile devam eden… Şimdi şu kafeye oturmuş sana yazarken, yollarımızın paralel olduğunu hissediyorum. Bugün kavuşamadık. Belki hayat boyu çok az göreceğiz birbirimizi. Ancak yolların görünmezlerini de yaratmış Allah. Herkes herkese, her şey her şeye bağlı o yollarda. Nesnelerin aralarında boşluk yok. Sen, ben yok. Ülkeler topraklar yok, masalar sandalyeler yok ayrı ayrı. Bazen katı parçacık, bazen ışık dalgaları halinde aşkla dönüyoruz birbirimiz çevresinde. Hani Galileo mahkum olduğunda “Dünya yine de dönüyor” demişti ya, aynen öyle. Bir farkla ki, evrenin her noktası Vareden’in cazibesine kapılmış dönüyor.Ruh bölünmez bir bütün. Bizlerin nefsleri var ama ruh ne eksiltilebilir, ne üzerine bir şey eklenebilir. Tekliğiyle bizi kuşatmıştır. Vücutlarımız parçalanabilir, hayallerimiz kırılabilir, ancak asıl varlığımıza hiçbir şey olmaz.Güzel Emrem umuyorum ki, bu idrak neşesiyle yaşarsın hep.13.10.2014

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue