Küçük yaşta devşirilen Nestor İskender’in tuttuğu fetih hatıratı, İstanbul’un fethini hem Türkler cephesinden hem surların içinden aktarıyor.Çağ açıp çağ kapayacak bir fetih ile neticelenmiş muharebenin tam ortasıydı. Miladî 1453 senesinin Mayıs ayı, surların önünde bekleyen askerler ve o kutlu komutan yapacakları taarruzu beklerken, yüksek duvarların ardındaki şehirde tam bir panik havası hakimdi. Herkes diken üstünde, zihinler akıbetini kollayacak fikirlerle meşgulken, dört bir yandan gelen top sesleri ve bu korkutucu seslerle hasıl olan yer titremeleri, Ayasofya’ya sığınanlar arasındaki endişeyi artırıyordu. Halk dualarla tanrıya yalvaradursun, İstanbul’un mukadderatı belki bir papazın ağzından şöyle tasdik olunacaktı: Ey İmparator hazretleri, bu şehir hakkındaki büyük kehanetleri biliyorsunuz. İşte şimdi tekrar bir başka alamet daha zuhur etti. Tanrının büyük kilisesi Ayasofya’daki azizlere inen nur ile beraber bu kutsî mabet ve şehrimizi korumak üzere muavenette bulunan melek, bu gece göğe çekildi… Patrik bununla yetinmeyerek o mucizevî hadiseye şahitlik edenleri İmparator’a takdim etti. O koca haşmetli hükümdar anlatılanları duyunca aniden yıkıldı, baygınlıklar geçirdi ve uzun süreler ağzını açmadı. Keskin kokularla güç bela kendine getirilen imparator, ayağa kalktığında patriğe ve soylulara bir şey anlatmamaları için yemin ettirdi ki, halkın şehri muhafazadaki dirayeti kırılmasın. Ardından şunları söyledi: Benden önce gelen kaç imparator aynı şekilde acı çekti ve vatanı için can verdi. Yoksa bu ülkenin son imparatoru ben böyle yapmayacak mıyım? Hâsılı imparator, onları dinlememişti… Ertesi gün insanlar kutsal ruhun kendilerini terk ettiğini duyunca bir hayli şaşırdı.Son kısımda bahsi geçen hadise bir Rus müverrihi Nestor İskender’in, “İstanbul, Çar Şehrinin Hikâyesi” kitabından iktibas edildi. Heyamola Yayınları tarafından hazırlanıp geçen eylül ayında neşredilen kitabın anlatıcısı, bugüne kadar bilinen fetih tarihçilerinden farklı bir hüviyete sahip. Türklere küçük yaşta esir düşüp sûreten Müslüman görünen fakat içten içe eski inancını muhafaza ederek gizlenen bir casus Nestor İskender. İstanbul’un fethi sırasında kendi tabiriyle, “bazen hasta numarası yaparak, bazen saklanarak ve bazen arkadaşlarının kayırmasıyla” Türklerin gölgesine sığınabilmiş. Bu sırada, surların önünde ne var ne yok her şeyi yakından tetkik ederken, fethin akabinde, şehirde kalan Rumlara bir bir danışarak topladığı malumatı bir hatırat haline getirmiş. Rusça aslından tercüme edilmiş kitap selis, akıcı bir üslupla okunabilme imkânı sunuyor. Ancak metnin Türkçe zenginliklerini sunmada aynı kıvamı yakalayabildiğini söylemek güç. 29 Mayıs 1953. Ulubatlı Hasan temsili surlara bayrağı çakarken. İstanbul’un fethinin 500. yıl dönümü... 19. yüzyılda bir manastırda bulunduKitap, İstanbul’un Rusçadaki ismiyle Çareva’nın kuruluşu ve 1453 senesinde Türkler tarafından alınışını hikâye ediyor. Küçük yaşta devşirilmiş ve uzun yıllar Osmanlı seferlerine iştirak eden Nestor İskender’in tuttuğu kayıtlar, İstanbul’un alınışına ışık tutan ilk Rusça eser olarak biliniyor. 1886 senesinde Arşimandrit Leonid tarafından Troitse-Sergiyeva Manastırı’nda ortaya çıkarılmış. Asıl elyazmalarının da yer aldığı kitap, Türkçeye ilk defa tam olarak kazandırıldı. Daha çok Türkler penceresinden gördüğümüz anlatının okuyucuya sunduğu en büyük tarafı, savaşın her iki cephesini gizli bir casusun gözünden görme fırsatı sağlaması. Yer yer hayal karışmış bazı anekdotları bulabilmenin yanı sıra büyük fatihe ve askerlere savrulan hakaretleri görebilmek de mümkün bu kitapta. Eser, bu bakımdan şehrin içindeki korku, endişe ve telaşı hissedebilmeyi mümkün kılarken, fethin halk arasında nasıl hissedildiğini de ortaya koyuyor. Hıristiyan zaviyesinden anlatılan gelişmelerde akıbetinden kaygılı binlerce Rum, Latin, Ermeni’nin mabetleri doldurarak tanrıya yalvarma sahneleri tasvir edilmiş. Bugün bile etkisi görülen efsanelerin o günlerde inanılan kehanetlerden geldiğini kitabın satırları arasında görebileceksiniz. Bunlardan en meşhuru ise kimi kâhinlerin, şehrin düşeceğinden emin beyanatta bulunması. Hatta avama bu durumu ancak günahlarından vazgeçmeleri halinde atlatabileceklerine ikna ediyorlar.Havadan insanlar ve tomruklar düştüOrtodoks Hıristiyanlığın merkezi konumundaki şehrin, uzun süre devam eden muhasarası elbette Osmanlıların inancı ve bunun yanı sıra kullandıkları teknik silahlar sayesinde olmuştu. İstanbul’un üç hattan vücuda gelmiş aşılmaz surları ve arasındaki hendek ancak iyi bir plan ve taktik gerektirecekti. Surda dev gedikler açmak üzere dökülen toplar yer üstünde iş bitirirken, aşağıdan da lağımcılar tüneller kazarak o büyük seddi böyle aşmayı amaç edinmişti. Kitapta geçen sahnelerden birinde surlarda olup biten canhıraş manzara şöyle tasvir ediliyor: (Fatih) üstü örtülü devasa kuşatma kulelerini derin hendeğin kenarına yanaştırmalarını emretti… Hendeği tomruklarla, çalı çırpıyla ve topraklar doldurup kuleleri surlara dayamayı ve böylece surların altını pek çok yerden oyarak yıkmayı istediler. Şehirdekiler hendeğin o tarafına gömdükleri barut küplerini yaktılar ve toprak tıpkı şiddetli bir gök gürültüsü gibi gümbürdedi. Kuvvetli bir kasırgaya tutulmuş gibi kulelerle ve insanlarla birlikte bulutlara kadar yükseldi. Kırılan kulelerin çatırtısı, insanların feryatları ve iniltileri öylesine korkunçtu ki, şehir halkı surlardan şehre, Türkler ise surlardan dışarı doğru olmak üzere iki taraf da kaçıştı. Havadan insanlar ve tomruklar düştü…”
↧