Adabını bilmesek de tartışmaktan geri durmayan bir milletiz. Bir meseleyi analiz etmek için yapılan münazaralar çoğu zaman kırgınlıkla neticelenebiliyor. Tartışmanın unutulan ve göz ardı edilen usûlü belki de bu kördüğümün tek açarı.Meşhur bir vecizedir “Bârikâ-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar” cümlesi. Birçok mütercim, bu darbımeseli “Hakikat kıvılcımı, fikirlerin çarpışmasından doğar.” diyerek bugünün diline aktarmış. Gelin görün ki hakikat kıvılcımı doğmasına sebep olacak gerçek fikir tartışmalarından hayli zamandır mahrumuz. İncir çekirdeğini doldurmayacak mevzuları bile müşküle dönüştürüp bir sinir boşalması yaşayabiliyoruz. Konuşulan mevzuların çoğu dedelerimizden bakî kalan köhnemiş mevzular. Sosyal medyanın tuz biber ektiği münazara adabını bilmeme de buna eklenince gerek dost meclislerinde, gerek medya tartışmalarında deyim yerindeyse rüzgâr ekilip, fırtına biçiliyor. Atalarımız bu hususta “Usûl esastan akdemdir.” tabirini şiar edinmiş. Yani bir meseleyi ele alma tarzı, neyin tartışıldığından önce gelir. Hamaset ve tahrip hislerine teslim olmuş tartışmaların merkezinde de işte bu nokta yatıyor. Zihinleri teshil etmek asıl maksat değilse, meyvesi, itham, hakaret ve tehditvari sözler olacak bu tür sataşmalara girmenin anlamı ne ola ki?İlimsiz fikir sahibi olmak ideolojik cepheleşme ateşinin odunları yerine geçti. Ne var ki, asıl meselemiz bu değil. Zira kitle iletişim araçları sayesinde her şeye ulaşmak tarihte hiç olmadığı nispette kolay. Temas edeceğimiz nokta ise internette veya karşılıklı sohbetlerde düşülen kıyas ve mantık hileleri. Şimdi izahına girişeceğimiz bu tuzaklar, bir bakıma devam ediyor gibi görünen fikir teatisinin sıhhatsizliğine işaret ediyor. Eski ıstılahta ‘kıyas-ı batıl’ denilen ve safsata anlamıyla da tabir edilen bu mefhumun lügat manası şöyle: “Bir düşünceyi ortaya koyarken ya da anlamaya çalışırken yapılan yanlış teşhis. İlk bakışta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlar. İngilizcede “logical fallacy” diye bilinen bu bahsin ciltlerle kitap dolduracak çeşitleri mevcut. Ancak, burada tasrih edeceğimiz gerçekler, bugüne kadar yaptığımız mantık hatalarının bir muhasebesi hükmüne geçebilir. İşte kıyas-ı batıldan birkaç misal...Ben sana bir şey gösteriyorum, Sen yaralı parmağıma bakıyorsunLatincede “Argumentum ad hominem” denerek yapılan hata, belki de Türkiye’de en çok düşülen mantık hatası. Tartışmayı kendi mecrasından çıkarıp, doğrudan doğruya muhatabın şahsiyetini çürütmek ve onu hakir göstermek yoluyla ikna anlamına geliyor. Bu kimselerin yegane amacı mugalata (demagoji) yaparak tozu dumana katmak ve yaftalamak suretiyle ilgili kitlenin aklını karıştırmak. ‘Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış.’ sözünden ilhamla muarızın geçmişte yaptığı farz edilen (mevzu ile alakalı alakasız) kusurları bulmak, safsatacıların tamah ettiği bir yöntem. Bu konuda gündemle alâkalı olarak şu misali verebilmek mümkün. Önerme: “Umuma ait şeyler çalınıyorsa bu ne mecelle ile ne demagoji ile izah edilebilir.” Cevap: “Senin ne işin var Amerika’da?”Kitlelerin gücü adına‘Argumentum ad populum’, yani çoğunluğun benimsediğinin doğru olduğu savı. Çoğulcu demokrasilerde rastlanan belki de en büyük handikap bu. Meseleleri popülist yaklaşımla ele almak manasındaki hile. Bu tutum tarihte maalesef her zaman bir taraftar kitlesi bulmuş ve bulmaya devam ediyor. Yanlış bir fikri ve hatayı ne kadar kişi tasdik ederse etsin, son tahlilde hakikat kılıfına girmeyeceği âşikâr. Misal verilirse, dünyanın en müreffeh ülkelerinden İsviçre, halkın oylarıyla yapılan referandum sonucu, İslam mabetlerine minare inşa edilmesini yasakladı. 2009 yılında seçmenlerin yüzde 57,5 oranla desteğini alan muhafazakar SVP grubu, minarelerin İslâm inanışına göre fetih sembolü olduğuna inanıyordu. Ayrıca, Hıristiyan toprağını gasp edilmiş gibi gösteren pankartlarla ülkede propaganda yolunu seçmişlerdi. Elhasıl, İsviçre halkının milli iradesi başta Türkiye olmak üzere birçok Müslüman ülkenin tepkisini çekmişti.Saçma geliyor ama “Elbet bir bildiği vardır”Bizde komplo teorilerinin ayyuka çıkmasına sebep olan bir batıl kıyaslama şeklidir ki bir puzzleın birkaç parçasını bulup geriye kalan resim hakkında çeşitli çıkarımlar bulmakla izah edilebilir. ‘Argumentum ad ignorantiam’ adı verilen bu tespit, “tersi ispatlanamayan bir hipotezin ve iddianın doğru olduğu savı” anlamına geliyor. Mecelle’de ise bu hüküm “Tevehhüme itibar yoktur” karinesiyle ifade edilmiş. Yani insanların zanlarıyla yapacakları itham ve iddialara kesinlikle itibar edilmez, ciddiye alınmaz. Bu iddiaya hemen bir misal verelim: Hakan Albayrak önceki gün CNN Türk Televizyonu’nda katıldığı programda şu önermede bulunuyor: “Cemaat, silah yüklü TIR’ları Suriye sınırında durdurarak IŞİD’in güçlenmesine katkıda bulundu.” Ardından Şamil Tayyar, bunu destekleyen beyanatta bulunurken, aynı minvalde başka bir ifadeyi daha seslendirdi. Son günlerdeki sokak olaylarından bahisle ve Gülen Cemaati’ni ima ederek, “PKK-HDP-Paralel Yapı şu anda aynı merkeze hizmet ediyor” dedi.Bir ipucuna ekleye ekleye...Sıradaki hile, muhatabın bir bağlantı, münasebet yahut ortak özelliklerden yola çıkarak mutlaka neden-sonuç ilişkisi içinde olduğunu öne sürme korelasyonu. Akla ilk gelen misali yazalım: “İllüminati, merkezi Amerika’da olan gizli sapık bir tarikattır. Simgeleri herşeyi gören tek gözdür. Acun Ilıcalı’nın düzenlediği ve menşei ABD olan ‘Yetenek sizsiniz’ programında işte bu işaret göründü. Demek ki Acun Ilıcalı ve ekibi gizli illüminati tarikatine hizmet etmektedir ve nihayi emeli amacı ahlaksızlığı Türk halkı içinde yaymaktır.“ İşte akıl yürütme yoluyla yapılan bu esrarengiz çıkarımlar ne denirse densin, halk nezdinde revaç görmeye devam ediyor. Ta ki, birileri çıkıp “komplo teorileri zihin tembelliğidir.” deyip televizyonun fişini çekene kadar.Olmasaydı olmaz mıydık?Bir başka iddia ise “zaman içerisinde gerçekleşen bir hadisenin, onu izleyen başka bir hadiseye sebebiyet verdiği” iddiası. En bilindik misaliyle dillere pelesenk olan “olmasaydı olmazdık” nazariyesi şöyle açıklanabilir: “Eğer Atatürk var olmamış olsaydı, senin adın Yorgo olurdu, Agop olurdu. Binaenaleyh, sen bütün varlığını Mustafa Kemal’e borçlusun” manasına gelecek bir önermede bulunmaktır. Bu noktadan hareket edildiği taktirde, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan tüm Türk vatandaşıları inancını, hayat tarzını ve kimliğini Atatürk devrine ve cumhuriyet devrimlerine bağlaması gerektiği anlamına geliyor. Peki, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında halihazırda yaşayan ve Yani, Kirkor, Moşe gibi isim taşıyan gayri müslimler de mevcut. Bu kimseler varlığını kime borçlu?Karşında devlet var senin, ne haddine!Bu argümanın tecellisini yakın zamanda verdiği bir mülakatta akademisyen-yazar İskender Pala’nın beyanatıyla izah edebiliriz. ‘Argumentum ad baculum’ yani “güç kullanarak kabul ettirme” anlamına gelen çıkarım, doğruya cebir ve zor kullanarak ulaşma yöntemini ifade ediyor. Bu usulle hakikate ulaştığını vehmeden yazar şu ifadeyi kullanmıştı: “Bana göre bu dava bir tarafın (cemaatin) mağlubiyetiyle bitmiştir, kaybeden bellidir. Kavgayı sürdürmenin bir manası yoktur Cemaat açısından.” Şimdiden itiraf etmekte fayda var ki, güç dengelerini değiştirecek küçük bir sarsıntı, bu tarz hükümlerle hareket edenleri tekrardan, hatta mükerreren beyanat değiştirmeye sürükleyecek.Taraf Olmayan Bertaraf olur mu?Bir mesele de “yalnız ve yalnız iki seçeneğin var olduğu” savıdır. Fransızların ‘Manichéisme’ dedikleri veya her meseleyi siyah-beyaz diye tefrik etmeye sebebiyet verecek düalist metottur. Misal: “Ya çözümün bir parçasısın ya da sorunun, “Bu ülkedeki kavga Türk ile Kürt’ün kavgası değil, hilal ile haçın kavgasıdır.” Ve son olarak İslamafobya içeren “Medeni insanlar ile vahşiler arasında çıkan her savaşta, medenileri tut. İsrail’e destek ver, cihada karşı koy.”Usul-i münazara, İslâm medreselerinde okutulurduFikir ve bunları sunuş marifeti olan belagat yoluyla takrir edilen münazaralar, bir zamanlar Osmanlı medreselerinde usûl derslerinden biriydi. Yine eski devirlerde, başta hükümdarlar olmak üzere, zengin ve nüfuz sahibi kimselerin uhdesinde fikrî tartışma ortamı tesis edildiğini de hatıralardan ve kayıtlarından biliyoruz. Bugün bu vazifeyi az da olsa devam ettiren münazara kulüpleri mevcut. Ama gayet iptidai gerçekleşen bu toplantılar ihtiyaç duyulan tesirden uzak bir vaziyet arz ediyor. Televizyon programları ise reyting ve süre kısıtlamalarından ötürü böyle derin mevzulardan elini eteğini çekmiş durumda.
↧