Ortadoğu’da domino taşı gibi devrilen diktatörler Suriye’deki muhalifleri heyecanlandırdı. Türkiye’den gelen destek sözlerine de güvenerek uzunca bir yola çıktılar. Fakat ‘üç-beş haftaya gider’ denilen Esed, üç yıl aradan sonra ‘ehveni-şer’ kabul edildi. Ve milyonlarca Suriyeli vatanına dönemedi.2010’da Tunus’ta meyve sebze satıcısı olan işsiz bir üniversite mezununun kendini yakmasıyla başlayan eylemler, 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de başkanlığı bırakıp ülkeden kaçmasıyla sonuçlanır. Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan gösteriler 11 Şubat 2011’de Hüsnü Mübarek’in istifasına neden olur. Ardından Libya’da başlayan protestolar Muammer Kaddafi’nin öldürülmesiyle sona erer. Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte diktatörlerin devrilmesiyle heyecanlanan Suriye’deki Esed karşıtları da 15 Mart 2011’de Dera’da gösterilere başlar. Özgür Suriye Ordusu, Esed’e karşı silahlı çatışmalara girer.Ancak Suriye’de gösteriler diğer örneklerde olduğu gibi sonuçlanmaz. Ülkede binlerce Suriyeli; Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a göç etmek zorunda kalır. Türkiye sınırında çadırkentler kurulur. Zaman geçtikçe ülkeye gelenlerin sayısı artar, 100 bin denilen ‘psikolojik sınır’ fazlasıyla aşılır ve resmi rakamlara göre 1 milyon 385 bine ulaşır. Geçen üç yıl içinde Suriye’den kaçıp gelenlerle ilgili hiçbir kalıcı çözüm de bulunamaz. Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Şu an ne durumdayız?10 Ağustos 2011’de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, “Esed’in sayılı günleri kaldı.” açıklaması haberlere yansıdı. 24 Ağustos 2012’de Davutoğlu, Suriye’de Esed rejimi için yeniden, “Bu süreci artık yıllarla değil, aylarla veya haftalarla ifade etmek gerekir.” dedi. İlerleyen zamanlar bütün stratejilerin ‘Esed’in gidişi’ üzerinden yapıldığı ve farklı bir alternatifin düşünülmediğini ortaya çıkardı. Bakan’ın ilk açıklamasının üzerinden tam üç yıl geçti. 2014’e geldiğimizde Suriye’de farklı bir iklim vardı ve Davutoğlu da yaptığı açıklamada bu kez daha önce ‘katil’ tabirini kullandığı Esed rejimi için, IŞİD’in Suriye’deki uygulamaları nedeniyle artık ‘ehvenişer’ konuma geldiğini söyleyecekti.Mülteci mi, misafir mi?Hükümet yetkilileri Esed’in gidişi için ‘sayılı günler’e o kadar inanmıştı ki, Hatay’daki çadırkentlerde Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de ne kadar kalacağına dair sorularımıza Dışişleri yetkilileri, “Kısa süre sonra vatanlarına dönecekler.” diye cevap veriyorlardı. Üstelik soru sorarken ‘mülteci’ kelimesini kullanan gazetecileri özellikle uyarıp, “Onlar mülteci değil, misafir.” diyorlardı. Çünkü ‘mülteci’ denildiği anda temel bazı haklara sahip oluyor ve hükümet bunu karşılamak zorunda kalıyordu. Hukuki bir karşılığı ve sorumluluğu vardı. Ancak ‘misafir’ kelimesi hiçbir hukuksal statüyle örtüşmüyordu. Bu nedenle daha çok hukuki karşılığı ve sorumluluğu olmayan ‘misafir’, ‘Suriyeli’, ‘sığınmacı’ gibi tabirler tercih ediliyordu.Çadırkentlerdeki plansızlık ve kayıt dışılık aile ve çocukları sokaklara döktü.100 bin psikolojik sınır aşılırsatampon bölge kurulacaktıSuriye’den ilk gelişler başladığında Hatay’da sayı henüz 4 binlerdeydi. Halk arasında 10 bine çıkar mı tartışmaları yapılırken bir gün sayının 20 bine ulaştığı haberini aldık. Daha sonra artış devam etti. Ne kadar yükseleceği konusunda Dışişleri yetkililerinden gazetecilere verilen rakamlar en fazla 100 binde kalacağı yönündeydi. Bu rakamın aynı zamanda ‘psikolojik sınır’ olduğu ifade ediliyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da o dönem ‘tampon bölge’ kurulmasından bahsederek şu açıklamayı yapmıştı: “Türkiye’ye gelen Suriyeli mültecilerin sayısı 100 bini geçerse Suriye sınırları içinde güvenli bir bölge kurulması gündeme gelebilir.” Bu sözlerin üzerinden zaman geçtikçe gelen sayısı hız kesmeden devam etti. Rakam sürekli güncellendi: 200 bin, 300 bin, 400 bin, 500 bin… Birleşmiş Milletler’in mültecilerle ilgili kuruluşu UNCHR de rakamla ilgili dışişleri yetkilileriyle benzer açıklamalar yapıyordu. Bir müddet sonra rakam zikretmeyi bıraktılar. Tahminler bir türlü tutmuyordu. Şu anda İçişleri Bakanlığı resmi rakamlarına göre 1 milyon 385 bine ulaştı.İlk başladığı zamanlarda olayları Suriye’den de izlemek için sınırı geçmek istedim. Hatay’da bir öğretmen arkadaş, sınır kapısında hiçbir problem olmadığını, kendisinin sürekli gidip geldiğini söyledi. Araçla birlikte yola koyulduk. Sınır kapısına geldiğimizde benim pasaport İstanbul kayıtlı olduğu için gazeteci olmamdan şüphelenip izin vermediler. Ancak arkadaşlar yola devam etti. Akşam aracın içinde çantalarla döndüler. Lazkiye’ye kadar gittiklerini ve hiçbir sıkıntı olmadığını anlattılar. Kanunlar ölçüsünde çay, pirinç gibi birçok gıda malzemesi almış, depoyu da doldurup gelmişlerdi. Türkiye’deki orta kesim için Suriye büyük fiyat avantajı demekti. O dönem karşılıklı sınırlar açılmış, her iki taraftan da ticaret ve ziyaret amaçlı geçişler yoğunlaşmıştı. Bu durumdan hem Suriyeliler hem de Türkiye’deki vatandaşlar oldukça memnundu. Çünkü zengin Suriyeliler de kendi memleketlerinde bulamadıkları lüks alışverişleri için Türkiye’yi tercih ediyordu. Çatışmaların başladığı ilk dönemlerde bile sınır illerinde alışveriş için Türkiye’ye gelmiş lüks Suriye araçlarını görmek mümkündü. Resmi rakamlar ilişkileri daha da net ortaya koyuyor: İki ülke arasındaki vizelerin kaldırıldığı 17 Eylül 2009 tarihinden sonra bir yıl içinde ülkemize gelen Suriyeli turist sayısı iki kata yakın artıyor ve 660 bini geçiyor. Türkiye’den giden sayı da pek farklı değil. O dönem Suriyelilerin Türkiye’deki özel üniversitelere ilgisi de hayli fazlaydı.Gelenler ‘kardeşlik’ sözüne vurgu yapıyordu. Verilen sözlere inançları tamdı.Kayıt dışı 2 milyonu bulurTürkiye’deki Suriyelilerle ilgili hükümetin açıkladığı resmi rakamlar, genel anlamda pasaportuyla gelenler veya sınırda oluşturulan geçiş noktalarından gelenleri ifade ediyor. Ancak bizzat şahit olduğumuz olaylar bu sayının çok daha yüksek olabileceğini gösteriyor:Sınır kapısından Suriye’ye geçemeyince ‘bir yolunu nasıl bulurum?’ diye araştırırken sınır köylerinden Güveçci’ye ulaştım. Orada birkaç Suriyelinin ellerinde poşetlerle karşıya geçmek için hazırlık yaptığına şahit oldum. Sınırın öbür ucundaki köylerden ihtiyaçlarını gidermek için geliyorlardı. Yavaşça yanlarına yaklaştım ve bildiğim üç beş kelimelik Arapçayla karşıya geçmek istediğimi anlattım. Sınırdan geçerken gazeteci olduğumun anlaşılmaması için de sırt çantamı büyükçe bir poşete koyup sırtladım. Onlar da elime bir iki poşet daha verdi ve beni aralarına aldı. Bir ikisiyle birer parça kıyafet değişikliği de yaptık. Artık Suriyelilerden ayırt edilmiyordum. Böylece bir anda kendimi sınır yolunda buldum. Karakolun etrafını dolaşarak askerlerin arasından geçiyorduk. Hatta askerlere şivemi değiştirip selam bile verdim.Eskiden herkes yüzünü saklıyordu. Çocuklarda ‘Ya Esed’e geri dönersek!’ korkusu hâlâ canlı.Kimi yerde askerler bize yol gösteriyor, geçeceğimiz yoldaki ağaçları kaldırarak bize kolaylık da sağlıyordu. Bu şekilde karşı tarafa geçtikten sonra fotoğraf makinemi çıkarıp işe koyuldum. O sırada yukardan bir asker beni fark edince birkaç el uyarı atışı yaptı. Ancak iş işten geçmiş, sınırın karşısına ulaşmıştım. Akşama kadar işlerimi halledip hem havanın biraz kararmasını hem de nöbetçi değişikliğini bekledim. Askerler sınırda Suriyelilerin geçişini değil, daha çok gazetecileri kontrol ediyordu. Akşamüzeri aynı yoldan geri döndüm. Bu kez yalnızdım. Önce askerlerin boşluğuna denk getirip sınır yolunu geçtim. Karakolun yanından nasıl geçerim diye düşünürken bahçede çalışan köylüleri gördüm. Hızlıca yanlarına yaklaştım. O sırada uzaktan bir asker geliyordu. Köylüler beni uyarıp hemen elime bir kazma tutuşturdu. Asker de yanımıza gelip, “Gazetecileri görürseniz bize haber verin.” dedi. Hatta bir müddet ‘ne olacak bu işin sonu’ gibisinden sohbet de ettik. Böylece dönüşü sağ salim gerçekleştirmiş oldum. Geri döndüğümde bazı gazetecilerin de köylü çocuklar yardımıyla farklı yollardan 2-3 bin dolar karşılığı karşıya geçtiklerini öğrendim. Orada bir arkadaşın köyüne de uğradım. Evin ahır ve samanlık gibi yerleri tamamen Suriyelilerle doluydu. Hepsi uzaktan akrabalarıydı. Aynı şekilde köydeki birçok ev böyleydi. Ve burada kalan insanların hiçbiri giriş kapılarından girmemişti ve kayıtlı değildi. Resmi rakamları bu şartlarla düşününce gerçek rakamın 2 milyona ulaştığına dair yorumlara hak vermeden edemedik.Kamplardaki sorunlar: Yasaklı kamptan manzaralarMayıs 2012’de henüz sayı 40 binlerdeyken Başbakan Erdoğan, Suriyelilere yaptığı konuşmasında, “Siz daha güçlü hale geliyorsunuz. Zaferiniz uzak değil.” diyerek onları motive ediyor ve ekliyordu: “Sizler şu anda kardeşlerinizin yurdunda, kendi evinizdesiniz.” Erdoğan, Türkler ve Suriyelilerin, ‘iki elin birbirine kenetlenmiş parmakları kadar kardeş’ olduğunu söyleyerek sürekli şöyle seslendi: “Benim Suriyeli kardeşlerim, bizim kardeşlerimiz”… Konuşmayı dinleyen Suriyeliler de, Erdoğan’ın konuşmasını sık sık keserek Arapça ‘Çok yaşa’, ‘Sen güçlüsün’, ‘Türkiye Suriye kardeş’ sloganları atıyordu. Erdoğan’ın sözlerini ‘senet’ kabul eden başka Suriyeliler de gelmeye devam etti.Ebu Mahmud ile Güveççi karakolu yanında askerlerin arasından Suriye’ye geçtik.İlk başlarda kamp bölgelerine giriş yasaktı. Daha sonra da sadece yetkililerin belirlediği kamplara belli bir süreliğine girip çıkabiliyordunuz. Ancak ben ilk zamanlarda bir yolunu bulmuştum. Tel örgüler arasından içerdekilerle irtibat kurup bir tanıdıkları olarak içeri girebiliyordum. Ancak içerisinin hiç de dışarıdan gördüğümüz gibi olmadığını o zaman anladım. Gün geçtikçe problemler artmaya başladı. Kampa yeni gelenlerle görüşmek için gece yarısından sonraya randevulaşabiliyorduk. O zaman da kıyıda köşede bir yer arıyorduk. Çadırlara arkasını dönüyordu konuştuğumuz kişiler çoğu zaman. Birlikte görünmek istemiyorlardı. Eski bir Suriye ordusu askeri, “Buradan birine El Muhaberat 100 kontör gönderse her şeyi anlatır.” demişti.İçerisiyle ilgili bir planlama yapılamadığından sürekli aksaklıklar çıkıyor, kavgalara dönüşebiliyordu. Örneğin yemek alırken bile problemler yaşanıyordu. Belki de dağıtım düzenli yapılamadığından çoğu kişiye yemek kalmadığı zamanlar oluyordu. Bir keresinde orada tanıştığım bir ailenin küçük çocuklarına yemek alabilmek için dağıtıcılarla kendimi kavga ederken buldum. Zaten dağıtıcılar Arapça bilmiyordu. Tüm çadırkentte bir tane tercüman vardı, o da ancak resmi görevlilerle ilgilenebiliyordu.Kamplardaki ‘Erdoğan, Erdoğan!’ sloganları bir müddet sonra yerini protestolara bıraktı.‘Erdoğan, Erdoğan’ sloganları yerini protestolara bıraktıKamplardaki çoğu ailede eşler ve güçlü erkekler savaş için Suriye’de kalmıştı. Geride kalan yaşlı, kadın ve çocuklar mücadele etmekte zorlanıyordu. Araya karışmış serseri tipler de vardı ve huzur vermiyorlardı. İçeride güvenliği sağlayacak pek kimse yoktu. Duş için su bulmakta bile zorlanıyorlardı. Çadırın içinde kalabalık olunca kuru yerde yatmak zorunda kalıyorlardı. Küçük çocukları için yiyecek temin edemiyorlardı. Planlamalar yapılırken sosyal yapı da dikkate alınmamıştı. Mesela BM’nin ‘aşırı derecede mezhepsel’ olarak nitelediği olaylarda Suriye’den gelenlere psikolojik destek için görevlendirilen rehber Nusayri idi. O dönem halk arasında konuşulan en önemli konulardan biri Esed’in Nusayri oluşuydu. Ve yerli Nusayri vatandaşlar genelde Suriye’den gelenleri terörist olarak değerlendiriyordu. Hatta bize sığınan Suriyelileri terörist olarak gören birçok kamp görevlisiyle de karşılaştım. İlk günlerdeki ‘Erdoğan, Erdoğan’ sloganları bir müddet sonra yerini tepkisel tezahüratlara bıraktı. Kamp içinde eylemler başladı. Hem çadırkentlerle hem de Suriye ile ilgili beklentileri karşılanamıyordu. ‘Türkiye neden bekliyor? Esed’e savaş ilan etsin!’ diyorlardı.Aslında içerideki manzara yerel yetkililerin ‘Şu kadar milyon liralık yardım yaptık, hâlâ yaranamıyoruz’ açıklamasının sebeplerini de gözler önüne seriyordu. Bu söylem halk arasına da yayılmıştı. Artık Suriyelileri tatminsizlikle suçlayanların sayısı her geçen gün artıyordu. Oysa onlar bir umutla gelmişlerdi. Kafalarında bir ‘Erdoğan’ hayali vardı. ‘Erdoğan bize söz verdi, çok iyi bakacaktı’ diyorlardı. Onlar bizden ‘kardeşlik’ sözünün gereğini bekliyordu ama biz onlara sadece ‘sığınmacı’ olarak bakıyorduk.Uluslararası kuruluşlar ‘takdir etmek’ dışında işe girişmediHükümet o dönem sürekli kendi imkânlarıyla bu sorunun üstesinden gelebileceğini tekrarlıyor, bu nedenle uluslararası hiçbir yardım kuruluşundan yardım kabul etmiyordu. Bunu biraz da ‘dik durmak’ olarak değerlendiriyorlardı. BM yetkilileri de hükümetin yardım taleplerini geri çevirdiğini açıkça ifade etti. İlk dönemler Birleşmiş Milletler’in İyi Niyet Elçisi Angelina Jolie’yi çadırkentlere göndermek dışında ciddi bir şey yaptığına pek şahit olamadık. Böylece kısa yoldan yapılan yardımlar da sahiplenilmişti aslında. Daha sonra sayı artınca da uluslararası kuruluşların Türkiye hükümetinin yaptıklarını takdir etme dışında fazla bir katkısını göremedik. Belki biraz da suçluluk psikolojisiyle o dönem yaptıkları her açıklamada Türkiye hükümetine övgüler diziyorlardı.KUMA‘Kocan ölmüştür şimdi, benimle evlen’Türkiye’de bulunan Suriyeli bir aileden yeni dinlediklerim Suriyelilere bakışımızı da gözler önüne seriyor. Suriyeli Fatima S. kızıyla birlikte geldiklerini ve bir eve oturduklarını, ardından ev sahibinin yanlarına geldiğini anlatıyor: “Kızımın evli ve eşinin Suriye’de olduğunu bildiği halde onunla evlenmek istedi. Üstelik adam iki evli ve başka bir eşini de boşamış.” Benzer bir durumda olan başka bir Suriyeli kadının ise maddi sıkıntılardan dolayı evlenmek zorunda kaldığını anlatıyor. “Bize iyilik yaptığını düşündüğümüz adam ‘Kocan ölmüştür şimdi, benimle evlen’ diye kapısına dayandı.” diyor. Çadırkentlerde güvenlik görevlisi olarak çalışan Hataylı Mehmet Ö. ise evli olmasına rağmen bir Suriyeliye evlilik teklif ediyor. Kızın ailesi karşı çıksa da kız kaçınca mecbur kabul ediyorlar. Şimdi iki eşi de ayrı evlerde yaşıyor. 65 yaşındaki köyde yaşayan Ahmet T. ise 25 yaşında bir Suriyeli ile evleniyor. Kahramanmaraş’ta iki çocuklu Aykut O. da eski eşiyle boşanma davası henüz sonuçlanmadan bir Suriyeli ile evleniyor ve bir çocuğu oluyor.FUHUŞ‘Keşke kuma olsalar, fuhuş için satılıyorlar’Olayların başladığı dönemden iki yıl sonra yeniden son durumu izlemek üzere geçtiğimiz yıl Suriyelilerin yoğun yaşadığı şehirlere gittim. Farklı kurumlarla temaslar kurdum. Bu görüşmeler sırasında ‘kuma’ meselesini soracaktım ki üst düzey bir güvenlik görevlisi bana şok edici şu cümleyi kurdu: “Keşke kuma olsalar.” Bu sözü ilk başta çok yadırgadım. Üstelik üst düzey bir güvenlik görevlisinden duymak beni hayli şaşırtmıştı doğrusu. O kişi bana sadece fuhşun daha yaygın olduğunu söylemekle yetindi. Daha fazla bir şey soramadım. Ancak İstanbul’a dönünce ara sokaklarda dolaşırken şahit olduğum manzara karşısında bu sözün manasını daha iyi anladım. Suriyeli bir adam, yanında bir kadınla dolaşıyordu ve bir Türk ile pazarlığa girişmişti. Durumdan emin olmak için biraz yaklaştım. Maalesef yanılmamıştım. Bölge esnafı, polisin de bir şey yapamadığından yakınıyordu.KAYIPLARMİT’in kaçırıp Esed’e sattığı SuriyelilerArtık duvarlarda altında telefon numaraları bulunan ‘Kayıp aranıyor! Suriyeli Hasan’ ilanlarıyla karşılaşıyoruz. İstanbul’da Hülya Hanım, yardım ettikleri bir ailenin gelininin bir anda ortadan kaybolduğunu ve bir daha da göremediklerini anlatıyor. Polise ve gerekli yerlere müracaat etmelerine rağmen ulaşılamıyor. Şahit olduğum ilk kayıp Suriyeli sorunu çadırkentlerde yaşanmıştı. Kamplardan tanıdığım iki çocuk annesi Suriyeli Hüda Hanım, bir akşamüzeri beni arayıp eşinin kaybolduğunu söyledi. Öğle saatlerinde devletin resmi görevlileriyle birlikte bir araçla gittiğini ama hiç kimsenin kendisine bilgi vermediğini anlattı. İngilizce bildiği için rahat anlaşabiliyorduk. Yanında Özgür Suriye Ordusu komutanlarından Albay Hüseyin Harmuş’un da bulunduğunu belirtti. İkisini de çadırkentlerde görmüştüm. Bölgede Dışişleri Bakanlığı’nın verdiği basın sorumlusunun numarasını aradım, durumu ilettim. Bir müddet sonra geri döndü ve “Sizden rica etsek bu konuyu gündeme getirmeseniz. Şahıslar güvende. Özel bir görev durumu var.” dedi. Ben de aileyi arayıp konuştuklarımızı ilettim. Aynı gün durumdan kaymakamlık ve valiliğin de haberdar olduğunu öğrendim. Yaklaşık beş ay sonra emniyet Ö.S. adlı bir MİT’çinin de içinde olduğu üç kişiye operasyon düzenledi. Operasyonda Suriye’den giriş yapan MİT görevlisinin aracında deste deste dolarlar ele geçirildi. Esed yönetimi Harmuş’un yakalanması için 100 bin dolar ödül koymuştu. Polisin operasyonuyla Albay Harmuş ve Mustafa Kassum’u kaçıran MİT’çi Suriye dönüşü araçtaki paralarla yakalandı. 29 Ağustos 2011’de kaçırılan Hermuş ve Kassum’un MİT personelinin aracına bindirildiği kamera kayıtlarında yer aldı. MİT’çinin dinlemeye takılan konuşmasındaki, “Kaymakam müdürü aramış. Demiş ki; ‘Senin adamların en son onu almışlar’ görmüşler beni.” ifadelerden o tarihte MİT Hatay Bölge Müdürü M.A.A.’nın da olaydan haberdar olduğu ancak herhangi bir işlem yapmadığı anlaşılıyor. Üstelik bölgede Suriyelilerin koordinasyonundan birinci derece sorumlu olan MİT’ti ve MİT görevlileri bize sığınan Suriyelileri Esed’e para karşılığı satıyordu. O sırada yeni MİT kanunu gündeme geldi ve bölge müdürleri hakkında ilk başta soruşturma izni verilmedi. Suriyelileri kaçıran Ö.S. de MİT’ten ihracının ardından tutuklu bulunmasına rağmen Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na atandı. Önce Hatay sınır kapısında görevlendirildi, olayın ortaya çıkmasının ardından da Afyon Gümrüğü’ne gönderildi.İŞSİZLİKSuriyeli doktor, rençber olarak çalışıyorGaziantep’ten Mustafa Bey anlatıyor: “Köye giderken işçi tutmak istedim. İki Suriyeli, kazma kürek rençberlerin yanında bekliyordu. Hem kendilerine bir yardımı dokunur hem de bana yardımcı olurlar diye yanıma aldım. Biri biraz yardımcı oldu ama diğeri doktormuş. Hiçbir şey yapamadı. Yazık, perişan oluyorlar.” Elbette biraz daha şanslı olanlar da var. Şanlıurfa’da görüştüğüm cami imamı İbrahim Bey, kendi bölgesindeki Suriyelilere yardımcı olmaya, onlara iş bulmaya çalışıyor. Muhammed Suriye’de lastikçiymiş, sanayide bir iş ayarlanabiliyor. Musab, dozer tamircisi, ona bir iş bulunabiliyor. Mahmut da kepçe operatörü, burada da aynı işini yapıyor. Ama hiçbirinin kaydı da sigortası da yok. Fabrikalarda çalışanlar da var. Makinede çalıştırmıyorlar, sorun olmasın diye. Ama hamallık yaptırıyorlar. Diğer işçilerin yarı fiyatına bile değil. İbrahim Bey, “Geldiklerinde Türkçe bilmiyorlardı, burada öğrendiler. Çocukları bile artık biraz konuşabiliyor. Türklerin yardımcı oldukları aileler daha çabuk öğreniyor.” diyor ve ekliyor: “Türkmen olanlar daha şanslı. Türkçe bildikleri için AFAD’da tercümanlık yapabiliyorlar.” Bir de bayram öncesi yoğunlukta çalışıp da şimdi yeniden açıkta kalanlar var. Ayakkabı tamircisi Mahmut bunlardan biri. Suriye’de imamlık yapan Muhammed ise şimdi inşaatta çalışıyor.KİRA, BARINMAAhırda daire fiyatına kalıyorlarSuriyelilerin en büyük sorunu barınma. Ya kiralık ev bulamıyor ya da çok yüksek fiyat isteniyor. Suriyelilerin geldiği illerde kira fiyatları iki katına çıkmış durumda. Bu durumdan şehirlerde oturan kiracılar da şikâyetçi oluyor. Daha önce hiç kimsenin oturmadığı zemin/depo gibi yerlerde Suriyeliler kira vererek oturuyor.EĞİTİM VE SAĞLIKÜç yıl oldu, hâlâ dil sorunu var, eğitim zayıfKamplarda eğitim imkânları var ama yeterli değil. Dışarıdaki bazı Suriyeliler de kendi aralarında çocuklarını okutmaya çalışıyor. Hastanelerde büyük sıkıntı yaşanıyor. Şehirlerin yerlileri devlet hastanelerini Suriyelilerin doldurmasından dolayı şikâyet ediyor. ‘Tahlil sonuçları eskiden aynı gün çıkarken şimdi haftayı buluyor’ diyorlar. Bu kez halk arasında da tepkiler oluşmaya başlıyor.DİLENCİLER‘Dilencileri sınır dışı ediyoruz, tekrar geliyorlar’Dilenen Suriyelilerin tamamının ezelden beri dilenci olmadığı ortada. Bunda elbette yetersizliklerin payı var. İstanbul’da zabıtalarla dilenci kavgaları haberlere de yansımıştı. Bir ilçedeki zabıta dilencileri toplayıp başka bir ilçeye bırakıyor. Diğer zabıta da eski yerlerine gönderiyor. Bu şekilde devam ediyordu döngü. Şimdi yeni bir projeyle ayrı bir kamp yapılacağı duyuruldu. Ancak sınır kentlerde durum biraz daha farklı işliyor. Bir zabıta müdüründen dinlemiştim: “Biz toplayıp araçlarla sınırın öte tarafına bırakıyoruz. Onlar tekrar geliyor. Sürekli bu şekilde devam ediyor.” Bunun normalde tespit edildiğinde evrensel hukukta bir yaptırımı var. Ancak Beşir Atalay da son yaptığı açıklamada bu gerçeği açıkça dile getirdi: “İkinci kez suça karışan Suriyeliler ya sınır dışı edilecek ya da evlere yerleştirilecek.”
↧