Olay yerinde onlarca röportaj yapıldı. Kime mikrofon uzatılsa çaresizlik vardı. Muhabirler biraz da olayın vahametini yansıtma kaygısıyla mağdurları konuşturma çabasında.Ancak uzmanlar bu sırada kazazedelerin psikolojisinin göz ardı edildiği görüşünde. Röportajlardan biri; altı saat üzerine kurtulan işçi hava borusunu delerek hayatta kalabildiğini söylüyor. Muhabirin sorusu ise şu; ‘Öleceğini hissettin mi?’ Yine tek kelimelik bir cevaptan sonra bir soru daha: ‘Hava borusuyla bir tek sen mi kurtuldun, arkadaşların ne yaptı?’ İşte bu sırada işçi, bir arkadaşının biraz nefes alabilmek için ondan boruyu vermesini beklediğini anlatıyor. Muhabir, çok acıklı bir hikâye yakalamanın heyecanıyla, ‘Ona boruyu verdin mi, versen sen nefessiz kalacaktın.’ deyiveriyor. İşçi boruyu arkadaşına vermeyi denemiş ancak kendisi nefes alamadığı için geri almış. Bütün bunların sonunda başsağlığı dileyip sessizce ayrılmak da var. Ancak bitmiyor sorular; ‘O öldü mü, gözünün önünde mi öldü, çok yakın arkadaşın mıydı? Sen ne hissettin ona boruyu vermezken? Son konuşmanız ne oldu?’ Hayata döneli daha bir saat olmamış bir insana deyim yerindeyse işkence yapmak. Hâlbuki ‘İş güvenliğimiz yok, hayatımız tehlikede’ derken bu kadar heyecanla dinlenmemişti hiçbiri. Gazeteciliğin kuralları arasına kim koymuş bilinmez, birileri ölmeden bu tür şeyler haber değeri pek taşımıyor. Ama tam 301 can kaybıyla kapatılan maden artık yeterince haber değeri taşıyordu. Şimdi sıra madenin çıkışına konuşlanarak hayatta kalabilenlerin ve ailelerinin acılarını didik didik etmeye gelmişti. Nefes almaktan bile mahrum kalan bir insanın düştüğü hal gazeteciye bir türlü yeterli gelmiyor. Arkadaşının da nasıl havasız kaldığını, nasıl öldüğünü anlatmasını istiyor. Tek kelimelik cevaplara ‘yahu biraz anlat da hikâye çıksın’ dercesine ısrarlı sorular yöneltiyor. Oysa uzmanlar, her mesleğin bir etiğinin olduğu gibi medya etiğinde de bu tür soruların kabul edilemeyeceğini söylüyor. Felaket anlarında ve ölümlü olaylarda kazazedenin zaten bir travmadan geçtiğini, ona yöneltilecek her sorunun ruh halinde ömür boyu sürecek izler bırakabileceğine vurgu yapılıyor. Olması gereken ise ekran başındakilere daha çarpıcı hikâyeler ulaştırmak için bir insanın dahi hayatını hafife almamak. Bu yaklaşımın hiçbir yapıcı tarafı olmadığını söyleyen Uzman Psikolog Prof. Özcan Köknel ise ‘Başkalarının ilgisini çekmek için kişi veya kişiler ziyan ediliyor.’ görüşünde. Böyle bir olaydan sağ kurtulana bu soruları sormak ise o travmayı sürekli yeniden yaşatmak anlamına geliyor. Şok yaşayan kişiye bunu atlatması için yardımcı olmak gerektiğini, Soma’da ise tam tersi olduğunu anlatan Köknel, “Zaten bir olayı üzerinden atmaya çalışıyor. Birileri de sürekli yanındaki ölürken sen ne yaptın diye soruyor. Bunlar olacak şeyler değil.” diyor. Köknel, “Eğer mesleği icra ederken etik kurallara uymuyorsa ne kadar başarılı ilan edilirse edilsin, o insan hiçbir şey yapmıyor demektir.” görüşünde. Medya etik kurallarından biri de hayatını kaybedenlerin görüntüsünü belli bir mesafenin yakınından çekmemek. Ve insanın çaresizliğini çok fazla afişe etmemek. Zira gelişmiş ülkelerdeki can kaybının çok olduğu bu tür olaylarda ölen insan görmek neredeyse imkânsız. Özellikle bedeninde kazadan kaynaklı görüntüler varsa bu konuda daha çok hassasiyet gösterilmesi bekleniyor. Ancak Türkiye’de bu kurala çok fazla riayet edilmiyor. Soma örneğinde de ölü ve yaralı insanların yüzüne odaklanmış sayısız fotoğraf ve video çekimi vardı. Eleştirilen bu manzaraların haberciler açısından haklı gerekçeleri de olabilir elbet. Durumun vahametini gözler önünde sermek adına, iyi niyetle yapılan çalışmalardı belki de. Ancak Psikolog Özcan Köknel, zaten olan trajik bir manzaranın ayrıntılarına kadar gösterilmesinin toplum nezdinde hiçbir faydası olmadığı görüşünde. Bunun yerine bir daha böyle bir kaza yaşanmaması için yapılması gerekenlere odaklanmak ise herkesin faydasına olacak bir habercilik anlayışı.Özel yaşamlarını afişe etmek rencide ediciÖzcan Köknel’in dikkat çektiği noktalardan biri de kişilerin her ne olursa olsun özel yaşamlarının ifşa edilmemesi. Kaza anlarında kameraların önünde kazazedeye özel hayatıyla ilgili soruların sorulmasını doğru bulmayan Köknel, “Ama Soma’daki işçilerin hayatı didik didik edildi. Ona özel yaşamıyla ilgili sorular soruyorsun. Cevaplamak istemese bile mahcubiyetten cevaplar.” diyor. Bıktırıcı sorulardan biri de mağdurların maddi durumlarıyla ilgili olanlarıydı. İşçilerin zor ve yoksunluk içinde bir hayat sürmesi Türkiye’nin ezberlenmiş bir gerçeği. Onlar adına kurulmuş sendikalar bile işçilerin yoksunluk içinde yaşamasını sorun olmaktan çıkarmış durumda. Bir insan eğer işçi ise çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayamamasını herkes gayet normal karşılıyor artık. Onların sorunları çok da gündemimizde değil kısacası. Ancak Soma faciasında sanki bu gerçek yeni keşfedilmiş gibi insanların özel hayatları üzerinden isimlerini de ifşa ederek ‘Bin 400 lira ile 6 kişiyi geçindiriyor.’ ‘Kredi borçları yüzünden çalışıyor.’ türünden haberlerin ardı arkası kesilmedi. Üstelik onların da dâhil olduğu bir eş dost çevresi olduğu ve onurlarının kırılabileceği hesaba katılmadan. Bunlardan biri de bir futbolcunun kazadan sağ çıkan Murat Yalçın’ın borçlarını ödediğiyle ilgili olanıydı. Bu haberden sonra gazetecilere açıklama yapan aile futbolcunun kendilerini aradığını, yardım teklifinde bulunduğunu ancak borçlarını ödemediğini söyledi. Haberlere çok şaşırdığını söyleyen Murat Yalçın, “Kendisi beni aramış olabilir ama benim kredi ya da ev gibi bir borcum yok. Evimin ufak tefek masrafları oluyor ama kendi borcumu ödüyorum.” sözleriyle rahatsızlığını dile getirmişti.
↧