Türkiye tarihi, Osmanlı’dan bu yana her gelen iktidarın kendince oluşturduğu ‘makbul vatandaş’ örnekleriyle dolu. Makbul vatandaş olmak öyle sanıldığı kadar kolay da değil. Özellikle iktidarın yasakladığı kelimeleri kullanıyorsanız, birden bu kategoriden çıkarılmanız ve kendinizi vatan haini olarak bulmanız mümkün.Tarihe ilgi duyanların çok iyi bildiği bir liste vardır. Bu liste 1888’de yürürlüğe giren Basmahane Nizamnamesi ile daha da şiddetlenen Abdülhamit döneminin sansürlü kelimeler listesidir. Ali Seydi Bey ve arkadaşlarınca 1908-1914 yılları arasında üç cilt halinde yayımlanan Resimli Kamus-u Osmanî’nin sonundaki listeye ve başka kaynaklara göre “burun, tepe, Yıldız adalet, avam, cemiyet, cumhuriyet, Darvinizm, disiplin, demokrat, diktatör, dinamik, Ermenistan, hafiye, hal’ (tahttan indirmek), humbara (bomba), hürriyet, ihtilal, infilak, inkiraz (yıkılma), irtica, istibdat, isyan, müfteris (parçalayan), müsavat (eşitlik), nihilist (yıkıcı), obstrüksiyon (engelleme), oportunist (fırsatçı), oligarşi, psikolocya (psikoloji), radikal, randevu, sansür, siyanür, Şura-yı Devlet, tahtakurusu, teevün (ah etmek), vatan, veto, zehir, zulüm” gibi uzayıp giden sansürlü kelimeler listesi mevcut. Listeye uyanlar ise şüphesiz Osmanlı’nın ‘makbul vatandaş’ları. Bu liste bugünkü Türkiye iktidarının hassas olduğu ve mümkünse lügatlerden ve belleklerden çıkarmak istediği bazı kelimeleri çağrıştırıyor. “Yolsuzluk, ayakkabı kutusu, rüşvet, hırsızlık, tape, Gezi Parkı, 1 Mayıs, Taksim, hak, adalet, kanun, hukuk” gibi iktidarda alerjiye sebep olan kelimeler… Haliyle bu kelimeleri ağzına alanlar da iktidarın alerjisini artırmaya yetiyor. Kullanan anında ‘makbul vatandaş’ olmaktan çıkıp ‘vatan hainliği’ kategorisine giriyor.Devletine sadık vatandaş inşasıPeki, ne isteniyor dersiniz? AK Parti MYK üyesi sosyolog Prof. Mazhar Bağlı’nın çok konuşulan tweet’lerinden anlaşıldığı üzere ‘cemaat kermesine giden, çocuğunu cemaat okuluna, dershanesine gönderen, Bank Asya’da hesabı olan’ AK Partililerin teşkilatlara ihbar edilmesi isteniyor. Bağlı gibi, Başbakan Erdoğan da seçim öncesi Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’ndan canlı yayında ısrarla “Neyden korkuyorsun, örgüt desene.” diye kendisi gibi düşünmesini istemişti. Gezi Parkı olayları ve 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddiası operasyonunun ardından ise “Gezi’yi kötüleyen, her şeyin sorumlusu olarak ‘paralel devleti’ gösteren, Reza Zarrab’ın hayırsever bir vatandaş olduğuna inanması ve Cemaat yerine mutlaka örgüt veya çete demesi istenen” ‘makbul vatandaş’ vurgusu daha fazla baş gösterdi. Hâsılı bunlar gibi birçok örnek siyasi erkin ‘makbul vatandaş’tan ya devletin dilini kullanmasını, ya aklını emanete bırakıp kullanmamasını ya da dilini yutmasını istediğini gösteriyor. Hal böyle olunca, devlet topluma, haklara ve sorumluluklara dayalı, hukukun üstünlüğü ve evrenselliği ilkesi temelinde bir vatandaşlık söylemi geliştiremiyor. Aksine görevlere dayalı, devletine sadık, devlet merkezci bir organik toplum inşası yaklaşımı sergiliyor. Bu yaklaşım, devlet ve yönetimin, kendine bir vatandaş kategorisi belirlediğini, öz vatandaş-sözde vatandaş, birinci sınıf, ikinci sınıf vatandaş ayrımı yaptığını, bu yöntemle kendisine yakın olanları ‘makbul’, farklı olanları ise ‘tehdit, tehlike ve vatan haini’ ekseninde ötekileştirdiğini gösteriyor.‘Makbul Vatandaş’ın Tarihçesiİktidarın vatandaş üzerindeki bu isteği, ısrarı hatta dayatması, Osmanlı’dan günümüze bütün iktidarların vatandaş anlayışının bir tezahürü. Osmanlı İmparatorluğu’nda vatandaşlık anlayışı, II. Meşrutiyet dönemine kadar ‘Osmanlılık’ ideolojisi temeline dayanırken, 1908’de II. Meşrutiyet’le birlikte merkezî bir ulus devlet oluşturulması hedeflenir ve ilk defa cemaatten topluma geçişin bir göstergesi olarak vatandaşlık kurumu ortaya çıkar. Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemde ise Osmanlılık fikri yerini ‘Türkçülük’e bırakır. Vatandaşlık kavramı ise giderek daha milli bir çizgiye çekilmeye başlanır. Yasal düzenlemelerde milliyetçi vurgu açıkça ön plana çıkarılır. 1961 Anayasası ile milliyetçi söylemden uzaklaşılmaya çalışılsa da çok partili dönemdeki uğraşlar dahi vatandaşlık anlayışını olması gereken demokratik ve eşit vatandaşlık çizgisine ulaştırmaya yetmez. Füsun Üstel “Makbul Vatandaşın Peşinde” isimli kitabında (İletişim Yayınları, 2004) Türkiye’de eğitimin nasıl görevlendirilmiş bir vatandaşlık kavramının inşasını üstlendiğini anlatıyor. Üstel, vatandaşlık kavramının sivil bir yurttaştan militan yurttaş kavramına doğru çekildiğini gösteriyor. Geri çekilirken de kültürel-etnik bir topluluğun parçası olarak yurttaşlığa yapılan vurgunun arttığını, ‘milli yurttaş’ profilinin ortaya çıktığını söylüyor. Vatandaşın sadakat ve fedakârlıkla tanımlandığını belirtiyor. Sonraları 1961 Anayasası’nın etkisiyle vatandaşlık bağının gevşeyip pasif yurttaşlığa dönmüşken, Türkiye toplumunun başına kâbus gibi çöken 12 Eylül rejimini izleyen yıllarda ‘Vatandaşlık ve Yurttaşlık Bilgisi’ ders kitaplarının okutulmaya başlamasıyla asli mecrasına döndüğünü söylüyor. Üstel, İkinci Meşrutiyet’ten bu yana devletin kendisine yakışır bireyler toplamı oluşturmak için sarf ettiği enerjiyi anlatırken, Fransız tarihçi Etienne Copeaux de Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine isimli eserinde Türkiye’de resmi ideolojinin ve aynı zamanda Türk muhafazakârlığı fikrinin tarih derslerinde belleklere nasıl işlendiğini uzun uzun anlatıyor. Aslında tarihsel serüvene bakıldığında, geçmişten bu yana iktidarların hiçbir zaman vatandaşlığın en temel varlık sebebine yani, birey ile devlet arasındaki bağa hiçbir zaman gerçekten önem vermediği, vatandaşlık kavramının sadece devlet ideolojisini pekiştirmek için kullanılan bir araç olduğu görülüyor.Bu dönemin sevilmeyen kelimeleriYolsuzluk, ayakkabı kutusu, rüşvet, hırsızlık, tape, yeşil, ağaç, çevre, Gezi Parkı, Taksim, internet, sosyal medya, Twitter, özgürlük, hak, adalet, hukuk, eleştiri, istifa, karikatür, mizah, polis, cemaat, diktatör, otoriter rejim, havuz medyası, villa, platform, AYM, YouTube.Nasıl ‘makbul vatandaş’ olunur?ALEVİ misiniz?Asla ve kat’a ‘cemevi’ diye tutturmayacak, mümkünse bu isteğinizi hafızanızdan sileceksiniz. Din kültürü ve ahlak bilgisi derslerini paşa paşa okuyup, Diyanet İşleri Başkanlığı’na dil uzatmayacaksınız.KÜRT müsünüz?Anadil sevdanızdan vazgeçmeseniz de, öyle her yerde Kürtçe çığırtkanlığı yapamayacaksınız. Ne diyor devlet baba: “O kadar seçmeli Kürtçe derslik açtık, talep olmadı, geri kapattık.” Aynen böyle düşünüp, “Kürtçe televizyon ve okullara derslik açtılar, daha ne istiyoruz ki?” diyeceksiniz.ERMENİ misiniz?Şimdilik, Doğu ve Batı Ermenice de dahil ‘Ermeni Tehciri’ için 9 ayrı dilde yayımlanan taziye mesajıyla yetineceksiniz.KEMALİST misiniz?Asla değişmeyeceksiniz. Dine karşı alerjiniz devam edecek ki malzeme verebilesiniz. Oy verdiğiniz parti muhafazakarlardan oy almaya çalışırsa bunu kavga sebebi sayacaksınız.MİLLİYETÇİ misiniz?Allah sizi inandırsın devlet baba sizi çok seviyor. Yeri geldiğinde bakın nasıl da milliyetçi oluyor. Ama gelin görün kuru kuruya sevgi olmuyor. Önce ‘milli irade’yi dilinizden düşürmeyip, Devlet Bahçeli’nin fosilleştiğini, artık ondan bir numara çıkmayacağını zikredeceksiniz.İSLAMCI mısınız?Dinin yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet konusundaki kesin hükümlerini yok sayıp, bunlara cevaz veren fetvalara sarılıp, ‘Yaptıysa hesabını Allah sorar’, ‘Çaldıysa da çalışıyor, kim çalmıyor ki’ deyip bu tür olayları görmezden geleceksiniz.LİBERAL misiniz?Bugüne kadar yaptığınız bütün iktidar eleştirilerini unutacaksınız. Geçmişteki iktidarlara dair söylediklerinizi şimdi aklınızın ucundan bile geçirmeyeceksiniz. Mümkünse iktidara hep destek, tam destek olacaksınız.DİN ADAMI mısınız?Elinizden geldiğince camiyi siyasete alet edip, günah işleme özgürlüğünün devlete has olduğunu vurgulayacaksınız. Siyasi liderin, iktidarın, devletin önünü açacak fetvalar vereceksiniz.VİCDANLI mısınız?Bu ülkede, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık yapıldığına inanmayacaksınız. Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Hrant Dink’in, Turgut Özal’ın ve diğerlerinin şüpheli ölümleri sizi ilgilendirmeyecek. Roboski, Uludere diye tutturmayacaksınız.
↧