Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Hiçbir zaman ‘neden ben?’ demedim

$
0
0
İsmail Gökçek, 15 yıl önce ALS hastası olduğunu öğrendiğinde hayata küsmedi. “Benim durumumda olan ama benimle aynı imkânlara sahip bulunmayan insanlar için bir şeyler yapmalıyım.” diyerek yola koyuldu, ALS Derneği’ni kurdu. Yürüyemediği, konuşamadığı halde futbol sahalarındaki kadar enerjik. Sarı İsmail de derlerdi ona ama benim kavram dünyamdaki ismi ‘mücadele adamı’ydı. Adeta yüreğini avuçlarının içine alır, korkusuzca dikilirdi rakip forvetlerin karşısına. Eskilerin meşhur deyişiyle ‘top geçer adam geçmez’ ekolünün esaslı temsilcilerindendi. Yeşil sahalardan göçü ise sessiz sedasız olmuştu. İsmail Gökçek… 1963 yılında Sivas’ta dünyaya gözlerini açtı. Çocukluğundan itibaren büyük bir sevdayla peşinden koşmaya başladığı meşin yuvarlak, 1988 yılında onu Bordo-Mavili forma ile tanıştırdı. Yaklaşık 5 yıl Trabzonspor savunmasının vazgeçilmez isimlerinden biri olarak takdim etti onu radyo spikerleri. Ardından farklı takımlarda top koşturdu ve 1999 yılında futbola veda etti. Aynı yıl Sakaryaspor’da Giray Bulak’ın yardımcısı olarak antrenörlüğe başladı. Ne var ki yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Vücudunda tuhaflıklar hissediyordu, elleri uyuşuyordu, konuşma zorluğu çekiyordu.İsmail Gökçek, özel bir bilgisayar programı yardımıyla iletişim kurabiliyor.Doktor tanıyı koydu: Amyotrofiklateral skleroz (ALS) hastalığı ve hükmü verdi: “En fazla üç yıl yaşarsın.” O anda bir film şeridi gibi hayatı gözlerinin önünden geçti İsmail’in. İki çocuğunu ve eşi Adalet Hanım’ı düşündü. Ama yılmayacaktı mücadele adamı, hayata tebessüm etmeye karar verdi. Kendisinden iki yıl önce bu amansız hastalığa yakalanan Fenerbahçeli Sedat Balkanlı’yı hatırladı, ‘ALS’nin pençesine düşen diğer çaresiz insanları düşündü ve Türkiye’de bir dernek kurmak için kolları sıvadı. 1999’da yola çıktı ama mevzuat hazretleri öyle kolay kolay geçit vermeyince dernek, iki yıl sonra resmi statüsüne kavuştu. Ve ALS Derneği Başkanı İsmail Gökçek, yaklaşık 5 yıl İstanbul-Ataköy’de daha önce inşaat işçilerinin kıyafet değiştirmek amacıyla kullandıkları bir konteynerin içinde kendisiyle benzer kaderi paylaşan 6 bin civarında hasta için bir şeyler yapmaya çalıştı.İsmail Gökçek, Trabzonspor formasıyla (ayakta soldan üçüncü).Jübile son anda iptalŞimdi geçelim hikâyenin bir başka boyutuna. 2000 yılında İsmail için Galatasaray ile Trabzonspor arasında bir jübile maçı oynanmasına karar verilmişti. Her şey hazırdı ancak bir hafta kala Galatasaray Kulübü’nün vazgeçmesi üzerine karşılaşma iptal edildi. Gerekçe, futbolcularda meydana gelebilecek sakatlık riskiydi. Böylece hastalığı ilerlemeye başlayan İsmail’in dağıttığı 20 bin davetiye boşa gitmiş oldu. Yapılamayan jübile maçı, Gazeteci Tahir Kum’un girişimleriyle 29 Mart 2003’te Ali Sami Yen Stadı’nda oynandı. Gel gör ki, protokol tribünlerinde sadece iki kişi vardı: “Özkan Sümer ve Ali Dürüst.” Jübileden elde edilen hasılat, masrafları karşılamaya bile yetmedi. Tam 5 yıl sonra Fenerbahçeli Sedat Balkanlı ve İsmail gibi ALS hastası olan İtalyan futbolcu Stefano Borgonova için Floransa’da düzenlenen yardım maçında ise manzara çok farklıydı. Olması gereken herkes, bütün yöneticiler protokol tribünündeydi. Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim de uçağa atlayıp bu anlamlı etkinlikteki yerini almıştı. (Stefano, 27 Haziran 2013’te Floransa’da vefat etti.) Peki İsmail, kırgın mı, küs mü, vefasızlığa uğradığını düşünüyor mu? Hayata ve içinde bulunduğu büyük imtihana nasıl bakıyor? Bu soruların cevabını kendisinden duymak için Ataköy’deki derneğin yolunu tutuyorum. Konteynerli yıllar geride kalmış. Bahçe içinde tek katlı şirin bir bina. Kapıda eşi Adalet Hanım karşılıyor beni ve içeriye davet ediyor. İsmail, aynı zamanda başkanlık koltuğu olarak kullandığı tekerlekli sandalyesinde oturuyor. Önünde bilgisayarı.Yağmur çamur demeden...Konuşamayan, yerinden doğrulamayan ama etrafına yaşama sevinci saçan bir insanla ve hayat dolu bakışlarla karşılaşıyorum. Önce Adalet Hanım’la hasbihal ediyoruz. 25 yıllık evliliklerinin 15 yılını kapsayan bu ağır imtihan sürecinden kesitler anlatıyor. Çok az kişide görülen ALS’nin zengin hastalığı olduğunu, sosyal güvence ile altından kalkılamayacağını, eşinin bu derneği kurmak suretiyle aynı durumdaki hastalara güç verdiğini belirtiyor. Doktorların, İsmail’i örnek gösterdiklerini, “ALS hastası olmak dünyanın sonu değil. Evde oturmuyor. Dernek kurdu ve bunun için mücadele ediyor.” dediklerini hatırlatıyor ve ekliyor: “Yağmur çamur demeden, eşimin farklı bir hastalığı olmadığı müddetçe hep buradayız.” Artık İsmail’e bir şeyler sormak istiyorum ama biraz tereddütlüyüm. Adalet Hanım, eşinin teknolojinin yardımıyla cevap verebileceğini söyleyerek beni rahatlatıyor. İsmail’in başında manyetik bir bant var. Alnını önündeki bilgisayarda beliren alfabeye göstererek cümle kurabiliyor. Sonra bilgisayar, bu cümleyi seslendiriyor. İsmail’e bu hastalığın kendisine kazandırdığı en kıymetli şeyin ne olduğunu soruyorum. Pınar billurluğunda sade bir cevap geliyor: “Bana ailenin ne kadar önemli olduğunu öğretti, insanlara yardım edebilmenin mutluluğunu öğretti.” Bu süreçte yeni şeyler keşfedip keşfetmediğini merak ediyorum. Cevap yine Yunus’ça: “Bunların başında sabır geliyor, hiçbir zaman ‘neden ben’ demedim.” Adalet Hanım, “Asla isyan etmez.” diye atılıyor ve güzel bir anekdot sıkıştırıyor araya: “Küçük oğlum 7-8 yaşındaydı. Allah neden hırsızlara, kapkaççılara vermedi de babama verdi diye sordu bana. Ben de vardır Allah’ın bir bildiği dedim.” Ve gülümseyerek devam ediyor: “İsmail sayemde Cennet’e gideceksin diyor bana. Bakalım kabul edilecek miyiz?” Bu defa İsmail atak yapıyor: “Benimle birlikte çevrem de imtihanda.” Sonra futbol oynadığı yıllarda gol ve galibiyet sevinçlerinde yaşadığı mutlulukla bu hastalık sürecinde insanlar için yaptıklarından aldığı manevi hazzı kıyaslamasını istiyorum. Böyle bir kıyaslama yapmadığını söylüyor ve “İnsanların mutluluğundan mutlu oluyorum.” demekle yetiniyor. “Sen kendini hasta olarak görmüyormuşsun. Doğru mu?” diye sorduğumda ise gözlerinin içi parlamaya başlıyor. Cıvıl cıvıl bir dünyanın kapıları aralanıyor. “Sana bu kadarı yeter” dercesine masum, mesut bir çocuk tatlılığında gülümsüyor. O bakışların tercümesi Adalet Hanım’dan geliyor: “Birçok şeyi aştık biz. Hastalığımıza gülüyoruz artık. Tatilimize gidiyoruz, geziyoruz. Sizler gibi hayatımızı sürdürüyoruz.” Ardından hastalığın ilk günlerine yani 15 yıl öncesine dönüyor: “Sedatlar’a gitmiştik. Oradaki herkes gülüyor. Aman Allah’ım dedim. Bir gün ben de böyle gülebilecek miyim? Evet gülüyorum. Tam kabullenemedim ama böyle yaşamayı öğrendim.” Aklıma “En fazla üç yıl yaşar” diyen doktor geliyor ve espriyi patlatıyorum: “O doktor hayatta mı?” Adalet Hanım gülümsüyor: “Yaşıyor yaşıyor.” Trabzonspor bahsini de açıyorum. Cevap, basit oyun kıvamında: “Önce 2011’den çıkmaları lazım. Hoca ile uzun vadeli anlaşır ve iki-üç yıl sabrederlerse Trabzon şampiyon olabilir.” Peki kendisiyle yeterince ilgilenmeyen Trabzonspor yönetimine, futbolcu arkadaşlarına kırgın mı? O, bardağın dolu tarafına bakıyor. Trabzon, İstanbul’a uzak olduğu için kendisiyle ilgilenemediklerini düşünüyor. Gökçek ailesi, spor camiası ve Futbol Federasyonu’ndan beklentilerini ise şöyle özetliyor: “Dernek adına bir maç oynansın.” “Böyle bir maçı organize etmek ne kadar kolay.” diye mırıldanırken gözüm bir yandan duvarda asılı iki fotoğrafa ilişiyor. İsmail’in hemen arkasında Atatürk’ün, karşı tarafta ise 29 Nisan 2009’da hayatını kaybeden rahmetli Sedat Balkanlı’nın portresi var. İsmail, kendisine ait tek bir fotoğraf dahi astırmamış etrafa. Bu bile başlı başına çok şey anlatan bir incelik. Gökçek ailesinin yanından ayrılırken sadece yüzümün değil, ruhumun da gülümsediğini hissettim.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue