Yarın Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 90. kuruluş yıldönümü. Son zamanlarda yaptığı siyasî açıklamalarla eleştirilen kurumun, işleyişi sorgulanıyor. Diyanet, gündeme dair açıklamalarda bulunduğu zaman camilere de bir şekilde siyaset girmiş oluyor. Bu gidiş, toplumu nereye götürür?Geçtiğimiz haftalarda Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), otuz yıllık bir çalışmayla meydana getirilen ‘Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin de içinde bulunduğu üç önemli eserin tanıtımını yaptı. Ancak bu kitapları tanıtmak için düzenlenen tören, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının gölgesinde kaldı. Törende isimlerinden dahi bahsedilmeyen dünya çapındaki bu üç eseri, Taha Akyol köşesine taşıdı. Akyol, Diyanet’in ‘belkide iyi niyetle’ eserleri daha iyi tanıtmak için düzenlediği toplantının siyasetin gölgesinde kaldığını belirterek, “Diyanet işte bu yüzden siyasetten uzak durmalı.” dedi. Diyanet’in geçmiş dönemlerine baktığımızda da zaman zaman benzer siyasi söylemlere alet edildiğini söylemek mümkün. Süreci anlamak için belki de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulma amacına bakmak en doğrusu. ‘Dini, devletin kontrolü altına almak’ için 3 Mart 1924’te Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin yerine kurulan Diyanet, ‘İslam dininin inançları, ibadet ve ahlâk esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kurum’ olarak tanımlıyor kendini. Anayasa’nın 136. maddesinde ise; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü yer alıyor. Anayasa’da her ne kadar böyle hükümler yer alsa da, kurulduğu günden bu yana yaptığı icraatlara bakınca aslında çok da hükümlere uygun hareket etmediğini söyleyebiliriz. Tarihçi Ahmet Yaşar Akkaya, din işlerinin düzenli yürütülmesinden öte bir işlevi olmayan kurumun, Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli dönemlerde bu tarzda tavır takınmasının Anayasa’nın 136. maddesi ile çeliştiğini düşünüyor. Resmî ideolojinin etkisindeki Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin dönemsel tavrına göre bazen komünizme, bazen bölücülüğe, bazen de irticaya karşı mücadele hâlinde oldu. Bazı zamanlar devletin sipariş ettiği amaçların hizmeti için çalıştı. Bu gerçekliğin en çarpıcı şekilde yaşandığı zamanlar ise elbette darbe dönemleriydi. Yazar Cafer Solgun, Diyanet ile ilgili yazı dizisinde DİB’in darbe dönemlerindeki icraatlarını, tek kelimeyle ‘yüz kızartıcı‘ buluyor. Ona göre, neresinden bakılsa, Diyanet İşleri Başkanlığı adında bir kurumla sağlıklı işleyen bir demokrasi inşa etmek, DİB’in mevcut statüsünü koruyarak yeni ve demokratik bir anayasa yapmak mümkün değil. Çünkü Diyanet hâlâ bir devlet kurumu ve hâlâ insanların dinî yaşantısını devlet adına yönetiyor.Camiye siyaset girerse ne olur?Bugün gelinen noktada ise zaman zaman Diyanet İşleri başkanlarının yaptığı siyasî açıklamalar, bazen de camilerde okunan hutbeler Diyanet’in zihinlerde ne kadar ‘siyasî’ olup olmadığıyla ilgili soru işaretleri oluşturuyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı, 14 Şubat’ta ‘affetmek’ üzerine bir hutbe hazırladı. Diyanet’in bu konuyu seçmesine, bazı kişiler ‘yolsuzlukları affedin’ manasına geldiğini söyleyerek tepki gösterdi. Hatta Ankara’da Diyanet’in VIP camisinde söz konusu hutbe okunurken bir kişinin ayağa kalkarak, “76 milyonun vergileriyle yapılan camide ne biçim hutbe okuyorsunuz. Hırsızlardan bahsedin.” diyerek tepki gösterdiği de öğrenildi. Yine bu dönemde hutbelerde okunan ‘Ulu’l emre itaat esastır’ ya da 2 Şubat’taki ‘Din samimiyettir’ konulu hutbelerde geçen bazı cümleler de ‘zamanlama manidar’ bulunduğu için epey eleştirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gündeme dair açıklamalar yapıldığı zaman camilere de bir şekilde, hiç uygun olmadığı halde, siyaset girmiş oluyor. Camilerde siyasî mevzular konuşulduğu zaman da bu işin nereye varacağına dair zihinlerde soru işaretler oluşmuyor değil…Darbeler döneminde Diyanet27 Mayıs Darbecilere destek vermeyen ahirette çeker!27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen ilk askerî darbe sonrasındakiler gibi kanlı oldu. Hükümetin başbakanı ve iki bakanı idam edildi. Darbeciler, yaptıkları işin memleket hayrına olduğuna vatandaşları inandırmak için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kullandı dersek yanılmış olmayız. Zira Diyanet, müftülüklere gönderilen telgraf emirlerinde, darbeye ve darbecilere destek vermeyenlerin hem bu dünyada hem de ahirette çekeceklerini yazıyordu. Vaizlerin hadis ve ayetlerle vatandaşları darbenin hayırlı bir eylem olduğuna ikna etmelerine dair müftülüklere yazılı belgeler gönderiliyordu. İşte Ahmet Yaşar Akkaya’nın ortaya çıkardığı belge:12 Mart Diyanet, ‘Nurcu’ları mürteci ve bölücü ilan ettiBölücülük, irtica gibi devletin mücadele etmesi gereken kırmızı çizgileri Diyanet, zaman zaman kendi çizgileri olarak benimsedi ve bu anlayışla hareket etti. Devletin diğer kurumları tarafından özellikle irtica konusunda sürekli yakından izlenen bir kurumdu. 60’lı yıllarda irtica karşıtı kampanyalar düzenlenirken, DİB de ne olur ne olmaz denerek bu kampanyaların bir parçası olarak zaman zaman tasfiyelere sahne oluyordu. Diyanet, laiklik ilkesine bağlı olarak çok sayıda fetva yayınladı, personelini ve cemaati eğitti, kitap ve broşürler dağıttı. Bu broşürlerden biri, ‘Nurculuk Hakkında’ adını taşıyordu. Yazar Cafer Solgun, belgenin orijinal nüshasının elinde olduğunu yazarak, 1965 yılında basılarak dağıtımının yapıldığı bilgisini veriyor. Solgun’a göre DİB personelini eğitmek amacıyla kaleme alındığı anlaşılan bu broşürde neredeyse ‘Nurcular Müslüman değil’ denilmediği kalmış. En ilginci ise Nur hareketinin kurucusu Said-i Nursi’nin Kürt olması nedeniyle bölücü ilan edilmesi.12 Eylül ‘Milli birlik ve beraberliğimiz için gerekli’Anarşi ve teröre karşı yapıldığı iddia edilen 12 Eylül 1980 darbesinin odağındaki konulardan biri de irticaydı. Sol, bu dönemde tasfiye edilirken, geriye kalanlar için de din ve Diyanet kullanıldı. Kenan Evren’in, yaptığı konuşmalarda ayetler okuması bu duruma en güzel örnek. Bu şekilde darbe meşru gösterilmeye çalışılıyordu. Diyanet, diğer darbe dönemlerinde olduğu gibi 12 Eylül’de de devletin ideolojik manipülasyon aygıtı olarak kullanıldı. Cunta Anayasası’nın 136. maddesi, DİB’in amacını ‘Milli dayanışma ve bütünleşmeyi geliştirme ve pekiştirme’ olarak açıklıyor. Diyanet de o gün bugündür temel argümanı olarak şunu savunuyor: ‘Milli birlik ve beraberliğimiz için gerekli.’ Bunu geliştirirken yeni nesilleri bazı düşünce ve akımlardan uzak tutmayı kendine görev edindi. Ancak işin Diyanet ile ne kadar ilgili olduğunu sorgulamadı. Mesela din dersleri zorunlu hale getirilirken, bunun laiklikle ne şekilde izah edilebileceği çok da önemli değildi. Cafer Solgun bu noktada 12 Eylül eleştirisi yapanların bilerek ya da bilmeyerek yanlışa düştüğünü söylüyor: “Çünkü darbecilerin niyeti günümüzdeki gibi dindar nesiller yetiştirmek değil, dini Kemalist milliyetçiliğe hizmetti.”28 Şubat Hutbede ‘dolara hayır’ kampanyası!28 Şubat’ta derin devleti ve askerî vesayeti tüm gerçekliğiyle öğrendik. Bütün bunların yanı sıra aynı süreç Diyanet’le ilgili olarak da epey gündeme geldi. Çünkü bu dönemde yapılan işler diğer darbe ve müdahalelerden nitelik olarak farklı değildi. Mesela yıllarca sürecek olan merkezî hutbe ve vaaz uygulamasına bu dönemde geçildi. Diyanet yöneticileri, iletilen siparişler doğrultusunda vaazlar, hutbeler hazırlıyor ve bunlar camilerde okunuyor, cemaatin aydınlanmasına çalışılıyordu! DİB’e sipariş verenlerden biri de İşçi Partisi’ydi. Partinin yürüttüğü ‘dolara hayır’ kampanyası, o dönemde Diyanet’in merkezî hutbelerinden birine konu oldu. Bir başka çarpıcı örnek de 12 Eylül cuntası üyelerinden Org. Nurettin Ersin’in adını yaşatmak üzere, Girne’de açılan bir camiye paşanın adının verilmesiydi. Diyanet Vakfı’nın girişine Atatürk büstü de bu dönemde konuldu. Ayrıca Atatürk’ü anlatan bir kitap hazırlanmış, dağıtımı ücretsiz yapılmıştı. Ulusalcı görüşleriyle tanınan Yekta Güngör Özden gibi isimler Diyanet’in düzenlediği panellere konuşmacı olarak katılıyordu…Mahyalarda siyasallaşmanın tarihiCumhuriyet devrinde mahyalar zaman zaman devletin mesajlarını halka ulaştıran bir pano gibi kullanıldı. Liderlerin adları minareler arasına yazılmış, Sultanahmet Camii’nin minarelerine ‘Para biriktir’, Fatih Camii’ne ‘Cumhuriyet’in 30. yılı kutlu olsun’, Edirne Selimiye Camii’ne ‘Atatürk ve Var ol İnönü’ mahyaları asılmıştı. Mesajların muhtevası da dönemlere göre değişiyordu. Millî Mücadele yıllarında ‘Yetimleri koru, Şehitlere fatiha, Hilal-i Ahmeri unutma, Yerli malı kullan’ gibi yardımlaşma ve savaş mağdurlarını gözetmeye dönük mesajlar, vurgular söz konusu. Bu mahyalar bize Türkiye’de siyasi merkez ve toplumun din meselesine nasıl baktığını gösteriyor. CHP’nin tek partili iktidarında işlevsel olarak kullanılan mahyalar, yine ideoloji kurbanı oldu. Demokratik açılım nedeniyle tartışmaya açılan “Ne mutlu Türk’üm diyene” ifadesi bu kez Süleymaniye Camii’ne asılmıştı. 5 Ekim 2009 gecesinde İstanbul’un beş büyük camisinde pek çok insanı ‘Tek Parti’ dönemine götüren mahya ışıkları yakıldı. Hükümetin demokratik açılımla çaba sarf ettiği o günlerde bu mahyaların asılmasıyla nasıl bir mesaj verilmek istenmişti? Kandil ve Ramazan günleri de değildi. Bu siyasi mesajların yeri billboardlar mı, yoksa cami minareleri miydi?‘Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle halkını fişledi’Ahmet Yaşar Akkaya (Tarihçi):Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı siyasetin merkezine genelde darbeler döneminde yerleştirildi. 27 Mayıs 1960 darbesini yapan cunta, bir taraftan Menderes’in cemaatlerle işbirliği yaptığı propagandasını yayarken, diğer taraftan da kendi kontrolündeki Diyanet İşleri aracılığıyla ‘inkılâp’ adını verdikleri darbenin meşruiyetini sağlamaya çalışacaktır. O dönemki belgelerde darbe hükümetine destek vermenin dinî bir vecibe olduğu ve ahiret için de mesuliyet taşındığı ifadesi ilginçti. Nitekim cuntacılar bu kez müftü, imam ve vaizlere çetele tutturarak halkın inkılâbın yanında olup olmadığını öğrenmek için çalışacaklardır. Bir nevi devlet Diyanet eli ile halkını fişlemişti. Darbe dönemlerinde siyasetin hem oyuncağı hem de baskı aracı haline getirilen Diyanet, misyonu ve işlevinin dışında bir yere oturtuldu. Darbecilerin irtica ile mücadelede kullandıkları kurumun Diyanet İşleri olması da ilginçtir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinde irticaî eylemlerde bulunduğu iddia edilen farklı inanç grupları üzerinde devletin otokontrolündeki bu kurum kullanılacaktır. 12 Eylül darbesinde solu tasfiye eden cunta, sağ üzerindeki denetimi genelde Diyanet İşleri üzerinden sürdürdü. Aslında eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın şu açıklamaları devlet denetimindeki Diyanet’in nasıl bir çizgi, işlev takip edegeldiğini özetliyor: “Dört kez partisi dinî esaslara dayalı devlet kurma isteği taşıdığı gerekçesi ile kapatılan Erbakan ile değil de, laik sistemi korumak için darbe yapan Evren’le daha iyi anlaşıyorduk.”‘Camilerde partizanlık yapmak fitneye sebep olur’Doç. Dr. İhsan Yılmaz (Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi):Diyanet elbette güncel konularla ilgili fetvalar verir. Bu, kurumun görevlerinden birisidir. Laik bir devlette, devletin bir kurumunun İslâm hukukuna dayalı fetvalar vermesi ironisinin altını çizmek gerekir. Nezir Akyeşilmen’in 2003-2007 arasında incelediği 150 hutbede, vatan sevgisi, Allah sevgisinden daha çok konu olmuş. Devletten, kutsal devlet diye bahseden hutbeler var. 28 Şubat dönemindeki fetvalar incelenirse bu durum daha net ortaya çıkacaktır. Asıl acı olan, Diyanet’in siyasilerin istekleri doğrultusunda fetvalar ve hutbeler kaleme alması. Son dönemde buna dair işaretler üzücü bir şekilde arttı. Diyanet camiası kendi huzurlarında Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ‘yalancı peygamber’ gibi en ağır iftiralar atılırken nazikçe de olsa itiraz etmedi. Camilerde siyasete ve sosyal hayata bakan genel prensiplerin dile getirilmesi gereklidir. Yolsuzluk, adaletsizlik, devletin insanları ezmesi, ayrımcılık yapması vs. konulara muhakkak temas etmelidir. Ancak, camilerde partizanlık yapmak, genel prensipler dışında siyasi partiler adına konuşmak, onları savunmak, partilileri camide konuşturmak fitneye sebep olur.‘Camiler, siyasetin tayin ettiği kutuplaşmalara sahne oluyor’Cafer Solgun (Yazar):Diyanet İşleri Başkanlığı, İslâmî inancı devlet denetimi altına almak, dahası bir tür ‘devlet Müslümanlığı’ şekillendirmek üzere kuruldu. Cumhuriyet tarihi boyunca bu rolünü oynamak üzere de çalışmalar yürüttü. En olmayacak şekilde egemen devlet ideolojisinin öncelik ve hassasiyetlerinin hayata geçirilmesi amacıyla dini siyaset ve ideolojiye alet etti. Örneğin ‘şapka devrimini’ güzelleyen fetvalar yayınladı, darbelere destek verdi. Milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik yaptı. Yani aslında gerçek manasında ‘diyanet’ ile alakası bulunmayan işlere el attı ve bunu yaparken dini, insanlarımızın inançlarını kullandı. Bu durumun Diyanet yöneticileriyle, onların iyi ya da kötü niyetli olmalarıyla bir ilgisi yok. Öncelikle onun kuruluş mantığıyla ve ‘devlet kurumu’ olmasıyla ilgili bir sorundur söz konusu olan. Diyanet, bir ‘Türk tipi laiklik’ modelinin kalesidir. Çünkü Diyanet’in görevleri arasında ‘laikliği korumak’ bulunmuyor. DİB, şimdi de AK Parti iktidarının öncelik ve hassasiyetlerine, onun kendisine atfettiği görevlere göre pozisyon almış bir kurum olarak işlevlendirilmiş görünüyor. İktidarın gündem ve söylemlerini güzelleyen fetvalar yayınlamakta bir beis görmüyor. Camiler DİB eliyle insanların ibadetlerini yerine getirdikleri mekânlar olmanın yanında gündelik siyasetin tayin ettiği kutuplaşmalara sahne oluyor. Bu yönüyle Diyanet aslında İslam’ı esas alan bir kurum olmaktan çok, devleti ve devlete hâkim olan siyaseti ‘kıble’ kabul eden bir kurumdur. Bu dün de böyleydi ve bugün de böyledir. Değişen sadece devleti elinde tutanların öncelikleridir. Bu nedenle DİB öncelikle bir ‘devlet kurumu’ olmaktan çıkartılmak zorundadır.
↧