Eskimeyen hatta her fırsatta tekerrür eden ‘dış mihrak’ söylemi bugünlerde dillerden düşmüyor. Her zamanki gibi yine hangi taş kaldırılsa altından o çıkıyor. Ülkenin düzenini bozmakla kalmıyor, adıyla bile topluma korku salmaya yetiyor. Kim bu dış mihrak? Tarih boyunca kimler hangi olaylarda diline dolamış kimliği meçhul bu zat-ı muhteremi?Dış mihraklar tarihine yolculuk‘Dış mihraklar, iç ve dış güçler, hainler, çeteler, uluslararası komplolar, faiz lobisi, Yahudi lobisi ve bunlar hep İsrail’in, ABD’nin, Acem’in oyunu’ söylemleri aslında sürekli var olan, Gezi Parkı olaylarıyla artan, şimdilerde dilden düşmeyen komplo teorileri. Dilden düşmeme sebebi, büyük bir ucu bakanlara, bakan çocuklarına ve devletin bankasına kadar uzanan yolsuzluk iddiasıyla düzenlenen bir operasyon. Her ne kadar operasyon için “İnanmayın, bunların hepsi dış mihrak” denilse de, öncelikle sorgulanması ve cevap verilmesi gereken iddialar dururken, ‘dış mihrak’ söylemine sarılmanın ne kadar doğru olduğu tartışılıyor. Bu durumda akıllara Mehmet Akif Ersoy’un “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!” dizeleri geliyor. Yakın tarihte yaşanan her önemli siyasi ve toplumsal olayda bir dış mihrak bulunduğu hatta cezalandırıldığını söylesek abartmış olmayız. Öncelikle, bugüne kadar dış mihrak söylemiyle gündeme gelen yakın tarih olayları nelerdir, dünyada bu söyleme itibar ediliyor mu, bugün ‘dış güçler’ söylemini geliştirenler hakkında ne gibi teoriler gündeme gelmişti? İşte kısa bir ‘dış mihrak’ tarihi.Kim bu dış mihraklar?Türkiye’de yaşanan olaylara baktığımızda her olumsuzluğun sorumlusu, kimliği meçhul zat-ı muhteremlerin bu ‘dış mihraklar ve güçler’ olduğu görülüyor. Kemalist eğitim sisteminin empoze ettiği, her sorunda dillerden düşmeyen kelime öbeği ‘dış mihrak’. Çirkin iddiaların ardından sığınılacak limanların adresi İsrail, ABD ve İran’ı işaret eden bayatlamış siyaset dili. Dış mihraklar söyleminin tarihini ve bizde nasıl kullanıldığını Ankara Stratejisi Enstitüsü’nden Doç Dr. Haluk Özdemir şöyle anlatıyor:“Dış mihrak ya da bunu kapsayan komplo söylemleri, çoğulcu demokrasiye sahip olmayan ve iktidarın bir kişi veya grup tarafından kontrol edildiği Ortadoğu gibi coğrafyalarda daha yaygın. Özellikle eğitim düzeyinin düşük olduğu, eleştirel düşünce ve sorgulama alışkanlığının gelişmediği yerlerde insanların olaylara yaklaşımını komplolar şekillendiriyor. Bu anlamda Türkiye diğer Ortadoğu ülkelerinden farklı değil. Biz de komplo teorilerini seviyoruz.”Haluk Özdemir, komplo teorilerinin en sık kullandığı kavramlardan olan ‘dış güçler ve dış mihraklar’ın belirsiz kavramlar olduğuna dikkat çekiyor. Ona göre komplo teorileri insanların korku ve duygularına hitap ederek onları kışkırtır ve bu yolla istenen şekilde yönlendirilmelerini, hedeften saptırılarak manipüle edilmelerini sağlar. Bunun yanı sıra elbette ‘Dünyada komplo yok, her şey, herkes masum’ demek mümkün değil. İstihbarat örgütleri, beşinci kol faaliyetleri, provokasyonlar şüphesiz var. Hatta konuya dair bilgi almak için, en son bir gazetenin manşetten duyurduğu ‘AK Parti’nin içindeki İran böcekleri’ başlıklı habere bakılabilir. Habere göre parti içinde kritik görevler üstlenen iki kadın, yerleştirdikleri ‘böcek’lerle Başbakanlık’taki daire başkanlıklarını dinleyip, İran için istihbarat toplamış.Yolsuzluk iddialarının gündeme gelmesiyle beraber, kamuoyunu tek meşgul eden elbette ‘dış mihraklar’ söylemi değildi. Bazı medya grupları olayın üstünü örtbas etmek, dış güçlere dikkat çekmek için hiç gecikmeden karalama kampanyasına başladı. Onlardan biri ise en akıl almaz olanıydı. “ABD Elçisi Türkiye’nin İran’la ticaretinden rahatsız olan ABD ve İsrail’in içerideki işbirlikçileriyle iktidara karşı bir darbe girişiminde bulunuyordu.” Sürekli tekrar edilen bu iddiaya toplumu inandırmak için 3-4 gazete aynı gün ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin iddia edilen şu sözlerini manşetten duyurdu: 17 Aralık’ta operasyonun hemen ardından GYV Başkanı Mustafa Yeşil’in de aralarında bulunduğu, AB büyükelçileriyle bir araya geldiği söylenen Ricciardone, “Halkbank’ın İran’la ilişkilerinin kesilmesini istedik. Dinlemediler. Bir imparatorluğun çöküşünü izliyorsunuz.”diyor. Gazetelerden biri, operasyonu itiraf eden ABD elçisine ‘çek git’ diyor ve Dışişleri’nin de uyaracağını yazıyordu. Haber yayımlanır yayımlanmaz Büyükelçi haberi yalanladı: “Böyle bir toplantı yapılmadığı gibi, haberdeki iddiaların tümü tamamen yalan ve iftiradır.” GYV ise “Vakfımız Başkanı, Geleneksel Avrupa Birliği Ülkeleri Büyükelçileri Öğle Yemeği Buluşması’na AB’nin dönem başkanı Litvanya tarafından davet edilmiştir. Vatan hainliği ve casusluk iddiaları iftiradır.” açıklamasını yaptı. Sonra AK Parti’den Hüseyin Çelik, elçinin beyanını doğru kabul ettiklerini açıklarken, “ABD Büyükelçisi’nin açıklamasını yeterli buluyoruz.” diyen Dışişleri ise ülkeden kovmak veya nota vermek bir yana elçinin Bakanlığa çağrılmasının bile söz konusu olmadığını duyurdu.Bu mihraklar hep Türkiye’de mi?Pop kültürün yaygınlaşması ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeyle birlikte her kültür kendi komplo teorilerini geliştirir. Fakat bunun derecesi ve konusu ülkeden ülkeye değişir. Örneğin ABD’de komplo teorilerinin ağırlıklı konusu UFO’larken, Ortadoğu’da komplo teorilerinin baş aktörü ABD ve CIA’dir. Orta Afrika’daki gibi, üçüncü dünya ülkelerinde, diktatör rejimin rakipsiz ismi Arjantin’de ve pek inanılmasa da bazı AB ülkelerinde bu tarz söylemlere rastlamak mümkün. Ama biz ülke olarak her olayın altında dış mihrakları arıyoruz. Bazı ülkeler ve siyasiler ise bu söylemlere asla prim vermiyor.BELÇİKABelçika’da ülkeyi etkileyen olayların dış güçlere, uluslararası komplolara bağlandığı olaylar neredeyse yok. Belçika’nın NATO ana karargâhına ve AB’ye ev sahipliği yapıyor olmasından dolayı ‘dış güçler’, tabiri caizse zaten ülkenin başkentinde yerini alıyor. Ancak Belçika dış mihraklar olarak Moskova ya da Çin kastedildiğinde olaya hemen müdahale ediyor. Bununla beraber tüm bu küresel konjonktür hiçbir şekilde ulusal ya da federatif Belçika siyasetinde dile getirilmediği gibi, getirilse de halk nezdinde kimse itibar etmiyor.ÇİNUygurların ve Tibetlilerin bağımsızlık istediğini ve vatanı bölmeyi amaçladığını savunan Pekin yönetimi, etnik çatışmalarda dış güçleri suçlayabiliyor. Ancak ülkedeki diğer sorunlarda böyle bir söyleme başvurmuyor.FRANSAMayıs 2013’te Counterpoint isimli araştırma merkezi tarafından yayınlanan araştırmaya göre, Fransızların yüzde 51’i ülkenin hükümet tarafından değil, uluslararası sermaye, medya, rakip ülkeler, masonlar ve dini gruplar tarafından yönetildiğini düşünüyor. Ancak, bu teorilere inananların büyük çoğunluğu aşırı sağın lideri Marine Le Pen ya da aşırı solun lideri Jean Luc Melenchon’a oy verenler. Komplo teorileri siyaset sahnesinde de yine daha çok aşırı sağ ve aşırı sol partiler tarafından dile getiriliyor. Marine Le Pen, en çok Fransa’nın Müslümanlar tarafından işgal edildiği ve 50 yıl içinde Fransa’nın Müslüman bir ülke olacağı tezini işliyor. Her ülkede olduğu gibi Fransızlar da birçok komplo teorisine sahip. Ancak bu tezler bugüne kadar iktidara gelmiş merkez sağ ve sol partilerde yetkili isimler tarafından nadiren dile getiriliyor.Bitmek bilmeyen dış mihraklar tarihiSerbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) kuruluşu: Resmi rejimin ilk güdümlü muhalif hareketi Serbest Fırka’nın kuruluşunda ‘Türk Münevverleri’ imzasıyla dağıtılan el ilanlarında “Bu, kovduğumuz Ermeni’yi, Rum’u tekrar başa getirmek için yapılan bir tertiptir” yazısı, dönemin dış mihrak söylemi olduğunu gösteriyor. Bu olay o dönem ‘Türk-Gayri Türk’ çekişmesi olarak anılıyor. Dönemin Cumhuriyet ve Anadolu gazetelerinde SCF’nin listesinde altı Rum, dört Ermeni ve üç Yahudi olmasından bahisle, gayrimüslimlerin ‘Türklük karşıtlığı’ esasında SCF etrafında toplandığı, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın listesinde ise sadece Türklerin olduğu anlatılarak kadim gayrimüslim düşmanlığından medet umulur.Dersim: İngilizler-Fransızlar çıkarttıDersim katliamı sözde Hatay’ı geri almak isteyen Fransa ve Fransa’nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtılmasından kaynaklıyordu. Gerçeğin ne olduğunu ise dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın, o yıllarda medyaya verdiği ve yıllar sonra ortaya çıkan andıçtan öğreniyoruz. Dersim’in Kayıp Kızları belgeselini çeken Nezahat-Kazım Gündoğan, andıcın Meclis’teki belgesinde yer alan bir bilgiyi aktarıyor: “Dersim’de bir harekât olacak ve bu hiçbir biçimde sızmayacak.” Daha sonra uluslararası kamuoyunda olay bir şekilde duyuluyor. Ama 1937’de beş bin insanın öldüğü yönünde. İran’dan tepki geldiği yönünde telgraflar var. “İngiltere, Türkiye’ye soruyor, Dersim’de ne oluyor diye. ‘Orada Rusların kışkırtması sonucu bazı hareketler var, bastırıyoruz’. Rusya soruyor, ne oluyor? Onlara da ‘Orada Fransızların ve İngilizlerin kışkırtması sonucu bazı feodal ayaklanmalar var, ilerici cumhuriyet bastırıyor.’ diyor.” Bu sözler Dersim’in sanıldığı gibi Fransız’ın İngiliz’in oyunu ya da sanıldığı gibi dış güçlerin etkisi olmadığını gösteriyor.6-7 Eylül: Komünistlerin parmağı var6-7 Eylül’ü dönemin hükümet yetkilileri ilk olarak ‘Türk halkının kendiliğinden oluşan tepkisi’ olarak açıklarken, olayda iki gün sonra kökü dışarıda komünist parmağı tezi ortaya atılır. Fuat Köprülü TBMM’deki açıklamasında “Olaylar Pearl Harbor baskını gibidir. Hazırlıksız yakalandık. Komünistler halkı kandırdı ve aralarına karışıp, halkı kışkırttı. Bu olsa olsa ancak bir komünist komplosu olur.” der. Daha sonra 7 Eylül 1955’te aralarında 45 ‘tescilli’ komünist adliyeye getirilip, bunlardan 19’u tutuklanır. Tutuklananlar arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir gibi ünlü isimler vardır. Aralık ayında ise hükümet bu suçlamadan vazgeçmek ve tutukluları salıvermek zorunda kalır. Zamanında komünistlere yıkılan 6-7 Eylül’ün nasıl gerçekleştiğini yıllar sonra orgeneral rütbesinden emekli olmuş, tuğgenerallik rütbesinde Özel Harp Dairesi (ÖHD) başkanlığı yapmış, bu konuda eserleri olan, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda üst düzey görevlerde bulunmuş Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söylediklerinden öğreniriz: “6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”1 Mayıs (1977): Bir ABD komplosuHer yıl olaylı ‘İşçi Bayramı’ olarak anılan, kanlı olarak tarihe geçen 1 Mayıs da dış güçler söyleminde nasibini alır. 17 Mayıs 1977 tarihli Vatan Gazetesi’ndeki köşesinde gazeteci İlhami Soysal, “O gün İstanbul’dan Ankara’ya 15 Amerikalı uçtu. Bu Amerikalılar neyin nesi, kimin fesiydi?” sözleriyle bunun bir uluslararası komplo olduğunu belirtir. Olaya dair en çarpıcı açıklamayı ise yıllar sonra eski başbakan Bülent Ecevit, 17 Kasım 1990’da Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda yapar. Ecevit 1 Mayıs’ın arkasında dış mihraklar değil de, Özel Harp Dairesi olduğunu şu sözlerle işaret eder: “Biz o sırada anamuhalefet partisiydik. Bu olayları soruşturmak üzere bir araştırma komisyonu kurduk. Ama bir noktadan sonra izler kayboluyordu. Adeta bir bilgi boşluğu ile direnişlerle karşılaşıyorduk. Yıllarca üzerinde durduğumuz halde, Taksim olayının içyüzü anlaşılamadı. O olayın faillerinin saklanmak istendiği daha ilk günlerde belli olmuştu ve çok acayip bir şekilde tezgâhlanan bir olay olduğu görülüyordu. Onun için benim aklıma bir olasılık olarak, bunun Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısı ile bağlantısı olabileceği olasılığı geldi.”Maraş olayları (19 Aralık 1978):Avrupa, büyük bir Türkiye istemedi‘Mezhep çatışması’ diye çıkarılan Maraş ve Çorum olayları da ‘dış mihraklar’ söylemine maruz kalan yakın tarihin ciddi olaylarından. Bugün hâlâ “Olaylarda dış servisler önemli rol oynadı ve Marksist örgütler kullanıldı” teorileri konuşuluyor. Sözde Türkiye’nin kalkınmasını Avrupa’nın kesinlikle istemediği için, parçalama ve dağıtma yöntemine başvuruyor. Bütün bu olaylar dış güçler tarafından organize ediliyor. Yıllar sonra, olaylara bilerek müdahalenin geciktirildiğini, başından beri MİT’in olaya zemin hazırladığını hatta komünist tertibi olarak gösterdiği raporlara geçer. ‘Milliyetçi Türkiye, Komünistler Moskova’ya! Alevilerin, solcuların cenaze namazı kılınmaz. Aleviler komünistler camilere bomba atıyor!’ sloganlarının bir grup milliyetçi genç organize edilerek söyletildiğini öğreniyoruz. Başbakan Bülent Ecevit ise kendisinden uzun zamandır sıkıyönetim talebi olduğunu, bunu kabul etmediği için bu olayların Kontrgerilla tarafından bilerek çıkarıldığını söyler: “1978 başında hükümeti kurduğum andan itibaren sıkıyönetim ilanına zorlandım. Ama bunun doğurabileceği sonuçlardan dolayı kaygı duyduğum için kabul etmedim. Onun üzerine, 78 sonlarında bu çok acı Kahramanmaraş olayları meydana getirildi. Öyle inanıyorum ki, bu beni sıkıyönetim ilanına mecbur etmek için sorumsuzca yaratılmış bir olaydı.”Çorum olayları (28 Mayıs 1980): Çorum’da bir CIA ajanı! Mezhep eksenli kıyımlar zincirinin son halkası Çorum olayları. Maraş’taki kıyımdan alınan cesaretle, mezhepleşme mayasını tutturanların diğer rotası Çorum olur. Aynı tezgâh burada düzenlenir. İç dengeler sağlanmaya çalışılırken, dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in Robert Alexsandr Peck isimli Amerikan elçilik görevlisi görünümlü CIA ajanının Çorum’a geldiği ve toplumda Alevi Sünni sağ-sol kutuplaşmasına ilişkin sondaj yaptığını söylemesi aranan dış mihrakların bulunduğunu gösteriyor. Ancak zamanla Çorum’un da aslında bir Alevi-Sünni, sağ-sol meselesi olmadığı, 12 Eylül darbesine zemin hazırlanan, darbe koşullarının olgunlaştırıldığı bir olay olduğu anlaşılıyor. Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde milliyetçi çevrelerin önderliğinde ‘iç savaş’ koşullarını hazırlamak üzere, ordu ve bazı milliyetçi grupların görevlendirildiği ortaya çıkıyor.12 Eylül 1980 Kenan Evren: Milli birlik ve beraberliğimize kastedenler, dış mihraklar, kandırılan masum gençler12 Eylül 1980 darbesinin mimarı Kenan Evren ve generallerinin de aynı söylemleri dilinden düşürmediği görülüyor. Askeri diktatörlüğü meşru hale getirmek için, ‘dış güç ve beşinci kol faaliyeti’ söylemleri kullanılıyor. İşin içinden çıkamadıklarında Almanya’ya sataştıkları, Fransa’ya ani ve anlamsız çıkışları, zaman zaman Kürt sorununu alevlendirdikleri tarih sayfalarında yer alıyor. Ayrıca 1 Mayıs, Çorum, Maraş’ın vazgeçilmez unsuru olan 3K stratejisi (Kızılbaş, Kürt, Komünist) ile katliama av aranırken, bu olayların aslında 12 Eylül’e zemin hazırlama ve şartları olgunlaştırma girişimi olduğu sonradan ortaya çıkıyor. Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olduğu dönemde Türkiye’nin başta Fransa olmak üzere Batılı ülkelere defalarca nota verdiği görülüyor. Kenan Evren’in belli gezi ve mitinglerde sıklıkla üzerinde durduğu ‘Milli birlik ve beraberliğimize kastedenler’, ‘dış mihraklar’, ‘kandırılan masum gençler’ konulu cümlelerden bazıları:“Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle...” (12 Eylül 1980 RadyoTV konuşması)“Yalnız dış güçler değil, içimizde dolaşan ve bu dış güçlere yardakçılık yapanlar da az değildir. Bunlar müsait zaman kollarlar...” (14 Ekim 1980-Diyarbakır)“Milletimizin istikbali olan gençlerimizin ne kadar ihmal edildiği, ne derece kendi haline bırakıldığı, bunlardan bir kısmının maalesef nasıl iç ve dış düşmanlarımıza kaptırıldığı, şimdi artık hepimizin içini yakan bir acı olarak açıkça itiraf edilmelidir.” (3 Kasım 1982–Edirne)“Düşman, hudutlardan saldırmıyor. Hedefi olan toplumun içine nüfuz ederek, ayrılıkçı, bölücü, milli bağları ve dayanışmaları tahrip edici ve milleti içinden parçalayıcı mihraklar ve unsurlar halinde hedef ülkenin, halkın ve devletin içinde belirip ortaya çıkıyor.” (5 Kasım 1982-Radyo TV konuşması)Bir dış mihrak olarak AK Parti!Bugünlerde AK Parti, başkalarını büyük bir komplonun parçası olmakla suçluyor. Yaşanan olaylarda ‘dış mihrakları’ ABD’yi, İran’ı, İsrail’i işaret eden uluslararası bir komplo arayan iktidar partisinin eskiden beri uluslararası komploların bir parçası olmakla suçlandığını hatırlamakta fayda var. “AKP Türkiye’yi bölmek için dışarıdan oluşturulmuş bir projedir. AKP Amerika güdümlü, İsrail uşağı, Erdoğan ve Gül’ü millet değil Yahudi lobisi seçti” gibi…AK Parti, Amerika güdümlü mü?11 yıl öncesine bakalım. AK Parti’nin 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanıp iktidara gelmesi başta ordu içinde ve ulusalcılar olmak üzere bir kesimde endişeye sebep olur. İlk uydurulan kılıf haliyle AK Parti’nin ‘Amerikan yandaşı’ ‘Amerika güdümlü Parti’ olur. Sonra Irak krizi konusunda hükümet 25 Şubat 2003’te TBMM’ye “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi olan 1 Mart tezkeresini sunar. O dönemde TSK ‘anti-tezkere ya da ‘anti-ABD’ci gibi bir tavır sergilese de, içten içe tezkerenin kabul edilmesini destekler hatta kesinlikle kabul edileceğini umar. Böylece hem kendi istekleri gerçekleşmiş olacak hem de hükümetin ‘Amerikan uşaklığı’ yönündeki ulusalcı propagandaya hız verilebilecektir. Derken ABD’nin ve aslında askerin istediği 1 Mart 2003 tezkeresi Meclis’ten geçmez.İsrail uşağı mı?Ulusalcıların AK Parti’nin genel olarak dış mihraklar güdümünde olduğuna yönelik yaptığı çalışmanın bir diğer söylemi ise ‘AK Parti’nin İsrail uşağı olduğu.’ Ancak yaşananlar bu teoriyi doğrulamıyor. Herkesin bildiği ‘one minute’ krizi akabinde Türk büyükelçisinin tanık olduğu alçak koltuk krizi... Mavi Marmara olayıyla Türk-İsrail ilişkilerinin sonsuza kadar unutulmayacak bir yara aldığını da not etmek gerekiyor.‘Millet değil, Yahudi lobisi seçti’AK Parti’ye karşı yürütülen bir diğer söylem ise Yahudi lobisi maşalığıydı. Bu iddiaya göre Tayyip Erdoğan İsrail karşıtı görüntü vererek Müslüman dünyada etkili olmaya çalışır. Bu siyaset aslında Erdoğan’ın, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olmasından kaynaklanır. AKP’nin kuruluş aşamasından beri Amerika’daki Yahudi lobisi ve Yahudi örgütleri AKP için çalışır. Hatta Erdoğan’ı ve Abdullah Gül’ü Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz keşfetmiştir. Erdoğan, başbakan olması durumunda Amerika’nın her isteğini yerine getireceğine söz verir. AK Parti’nin Yahudi lobisi tarafından yönetildiğini öne süren teoriler sadece sözde kalmaz. Ergun Poyraz’ın Musa’nın Gül’ü, Musa’nın Çocukları, Musa’nın Mücahidi, Musa’nın AKP’si isimli kitapları şimdilerde Başbakan Erdoğan’ın ve devlet bakanlarının dilinden düşürmediği Yahudi lobisi yakıştırmasının zamanında kendileri için yazıldığını gösteriyor.Dış mihrak söylemi demokratikleştirmez, otoriterleştirirDoç. Dr. Haluk Özdemir (Ankara Strateji Enstitüsü): ‘İsrail ve ABD’nin oyunu’ ya da ‘Türkiye üzerinde oynanan oyunlar’ türü söylemler, insanların dikkatini çekmesi ve bilinçaltlarındaki korkulara hitap etmesi nedeniyle sık sık kullanılır. Korku ve duyguları kışkırtılan insanların manipülasyonu çok kolaydır. Özellikle siyasi kontrolü elinde bulundurmayan ya da bu kontrolü kaybetmeye başlayanlar, halkı komplo teorileriyle korkutarak siyasal destek oluşturmaya çalışır. Bu teorilerin amacı gerçek arayışı ve ne olduğunu anlama çabası değil, siyasal manipülasyondur. En önemli sakıncalarından biri, sorunların temeline inmemizi engellemesi. Her şeyi dış güçlere bağlarsak asıl neden ve önemli dinamikleri göremeyebiliriz. İkinci sorun, insanları paranoyak hale getirmesi ve dış dünyayla sağlıklı iletişim kurmasını engellemesidir. Komplo teorilerinin üçüncü tehlikesi devreye girer. O da demokratikleşme yerine otoriterleşmedir. Dış güçlere karşı koymak için insanlara belirli bir siyasi güç arkasında birleşme ve birlikte hareket etmeleri gerektiği telkin edilir. Bu da otoriter eğilimleri artırır. Otoriteye karşı çıkan herkes, komplonun bir parçası olmakla suçlanma riskini de almış olur. Dolayısıyla komplocu düşüncenin hakim olduğu toplumlarda muhalefet yapamazsınız ve politikaları eleştiremezsiniz.
↧