Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin ile çok uzun bir söyleşi yaptık. Tamamına yakınını verdiğim bu metni okuyunca TDK’yı daha yakından tanıyacak, gönüllerindeki gibi bir hizmeti neden tam olarak veremediklerini, açmazların anlayacak, bazı kelimeleri nasıl da yanlış kullandığımızı farkedeceksiniz. Kaçalin’in dikkatimize sunduğu hususlar gerçekten tartışılmaya değer. Keşke siyasete kafa yorduğumuz kadar da dilimiz üzerinde düşünebilsek...-2011 yılının son aylarında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’ye göre Türk Dil Kurumu’nun görevleri sıralanınca bir tam sayfa tutuyor. Ve siz sadece yüz kişi ile çalışıyorsunuz değil mi?-Kurumumuzda sizin belirttiğiniz sayıya yakın personelimiz var. Fakat bu personelin 65-70 kadarı memur kadrosunda. Bunun da 30 kadarı alanla ilgili uzman ve uzman yardımcısı. Hizmet alımı yoluyla işçi statüsünde çalıştırdığımız 30 civarındaki çalışanımız ise temizlik, güvenlik ve benzeri işleri yapıyor.-Bu kadroyla size yüklenen işlerin ne kadarını yapabiliyorsunuz? -Elbette sınırlılıklarımız var. İmkânlarımız, birikimlerimiz ve tecrübelerimiz ölçüsünde yetişmeğe çalışıyoruz. Dilin bozuk kullanılması hususu sadece Türk Dil Kurumunu değil, eğitim yönüyle Milli Eğitim Bakanlığını, basın yayın kuruluşlarını, spikerleri, yazarları ve birçok kesimi ilgilendiriyor. Biz kurum olarak ancak özendirici, bilgilendirici çalışmalar yapabiliriz. Dille ilgili gördüğümüz her probleme bizim müdahale edip işinizi şöyle yapmanız lazım demek gibi bir vazifemiz yok.-Ama görev tanımınızda bu var. Kanuna göre Türkçe’nin doğru kullanılması için uyarı ve girişimlerde bulunacaksınız. -Türkçe’nin bile isteye yanlış kullanımına seyirci kalmıyoruz tabii ki. TRT ve RTÜK ile işbirliği içerisinde yaptığımız çalışmalar, işyeri adlarında Türkçe’nin kullanılmasını teşvik amacıyla bu yönde karar veren belediyeleri ve işyerlerini ödüllendirme çalışmaları bu çalışmalardan bazıları. 2011’de Kurumumuz yeniden yapılandırıldı. Bu yapıya göre biz Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesindeki dört kurumdan biriyiz. 20 Bilim Kurulu üyemiz var ancak bu üyelerimiz Kurumumuzda zamanlı olarak çalışmıyorlar. Bu üyelerimiz üniversitelerinde çalışıyor, vazifelendirildikleri bilim ve uygulama kollarının toplantılarına katılarak katkı vermeğe çalışıyorlar. Mesela 22 tane Türk dili konuşulan ülke var; ama 22 ayrı masada oturan 22 arkadaşım yok benim. Bu durumu Emniyet üzerinden örneklendireyim. Hırsızlık ayrı bir masadır, cinayet ayrı, asayiş-terör ayrı, trafik ayrı bir iştir ve hepsinin masası vardır. Bizde de böyle olmalıdır.-Hocam, kaç kişiye ihtiyacınız var acilen? -Dil üzerine çalışan bir kuruma eleman yetmez. 30 uzmanım olsa ve hepsini Sözlük Kolunda vazifelendirsem, bu sayı çok oldu demem. Sadece sözlük değil yazıt bilimi, yayın ve tanıtma, Türkçe’nin eğitimi ve öğretimi, Türk yazı dilleri ve ağızları, dil bilimi ve dil bilgisi kolları var. Hangisi benzer sayıda uzmanı hak etmiyor? Şunu söyleyeyim, bu kadar uzman tahsis etsek her bir kola, hiçbir çalışan işsiz kalmaz emin olun.-Kurumun dergileri ve kitaplarınız da var üstelik.-Üç tane dergimiz var, ciddi bir yayıncı kurumuz, 2013 yılında 67 kitap yayımladık, 52 kitap baskı aşamasında. Bunların tashihinden tasarımına hepsini biz yapıyoruz; yani bir yayıneviyiz aynı zamanda. Türkçe Sözlük ana eserimiz belki; ama bizim İngilizce-Türkçe, Almanca-Türkçe, Rumence-Türkçe, Hindi-Türkçe, Urdu-Türkçe, Sırpça-Türkçe sözlüklerimiz de var ve yakında Kürtçe-Türkçe Sözlük yayımlanacak. Etkinlikler yapıyoruz, yapılan etkinliklere destekler veriyoruz. Kamu kurumlarında resmî yazışma kuralları, dil bilgisi ve yazım konularında seminerler veriyoruz.-Bu arada kuruma gelen sorulara da cevap vermek zorundasınız.-Evet. Dünyanın her yerinden telefon, e-posta ve dilekçe aracılığıyla Kuruma iletilen sorulara cevap veriyoruz. Çok ilgi çekici sorular, talepler geliyor. Ödevini bize yaptırmak isteyen öğrenciler, bir konuyu öğrencisine nasıl anlatacağını soran öğretmenler, çocuğu için tez konusu isteyen ebeveynler… Son gelenlerden birini hatırlıyorum mesela, soyadının anlamını bilmiyormuş. Lütfen anlamsız bir soyadı ile yaşamaktan beni kurtarın diyor. Elbette günlerce çalışmamızı gerektiren sorular da geliyor, aynı soru seksen kere de soruluyor ve biz bütün bu soruları cevaplıyoruz.-Ama TDK’nın ne iş yaptığını bilmeyenler var bu toplumda.-Oysa biz teknolojiyi çok iyi kullanan bir kurumuz. 2002 yılı sonunda Güncel Türkçe Sözlük ile başlayan sanal ortamdaki yayımcılığı Yazım Kılavuzu, Kişi Adları Sözlüğü, Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü, Türk Lehçeleri Sözlüğü, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü, Tarama Sözlüğü, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Sesli Türkçe Sözlük, Türkçede Eş ve Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Türkçede Eş ve Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Türk İşaret Dili Sözlüğü ile sürdürdük ve bugün sanal ortamdaki sözlük sayımız on dörde ulaştı. Son olarak Türk Dil Kurumu, kütüphanesindeki yazma ve nadir eserleri de tam metin olarak sayısal ve sanal ortama aktardı. Artık dünyanın her yerinden araştırmacılar Türk dilinin yazma ve nadir eserlerine tam metin olarak ulaşabiliyor. Bu çalışmalarla ağ ortamında her an ulaşılmağa hazır sanal bir Türk dili kitaplığı kurulmaktadır.-Yaptıklarınız kadar yapamadıklarınız da var tabii.-Elbette gönlümüz çok daha geniş bir kadro ile çalışmak istiyor; çünkü yaptıklarımız kadar eksikliğini duyduğumuz, yapmağı arzu ettiğimiz işler var. Sayı vermeyeyim; ama Türk dilinin bütün çalışma alanlarında istenilen nitelikte hizmet verebilmemiz için, Kanun’da belirtilen ve vazifemiz olan çalışmaları tam manasıyla gerçekleştirebilmemiz için ilgisiz gibi görülebilecek alanlarda bile çok sayıda bilim adamlarıyla yoğun bir mesai harcamamız gerekir.-Yirmi iki tane Türk dili var? Her biri için uzmanınız var mı? -Maalesef hayır. Olması iyi olur elbette. Bu dillerin sözlüklerini, gramerlerini basıyoruz. Bu dilleri konuşan ülkelerdeki üniversitelerle, kurumlarla iş birliği yapıyoruz, ortak faaliyetler yürütüyoruz. Bizim 17 uzmanımız vardı yakın zamana kadar, 11 uzman yardımcısı aldık KHK çıkınca. Şimdi bu uzman ve uzman yardımcılarımızı bu eksikliğini hissettiğimiz dillerde, alanlarda eğiteceğiz. Bilim ve Uygulama Kollarımız yeni kuruldu. Buralarda vazifelendirilen hocalarımızla daha da verimli çalışacağız.-İlmi personeliniz şu anda kaç kişi? -17 uzman, 11 uzman yardımcısı. Uzmanlardan bir arkadaşımız sadece kişi adlarıyla ilgileniyor. O konuda uzmanlaşmış. Bir arkadaşımız cümleye yönelik sorularla ilgileniyor. Her arkadaş alanına göre ayrı ayrı uzmanlaşmış. Mesela bilinen bir sorudur; ama cumhurbaşkanımız salonu teşrif ettiler, salona teşrif ettiler. Bunu bir daha soruyorlar. Bu belki bize sekseninci kere soruluyor; ama vatandaş soruyor, biz de cevap veriyoruz.-Doğrusu ne?-Teşrif etti, şereflendirdi. Salonumuzu şereflendirdi. Bu Osmanlıcaya göre düşündüğümüzde doğru. Salonu teşrif etti. Beni tekrim etti, taziz etti falan; ama biz o yapıyı bilmiyoruz, salona geldi diye algılıyoruz. Salona teşrif etti diyoruz. Dediğim gibi bir arkadaşımız bunda derinleşmiş. Biri yer adlarında derinleşmiş. Bunlarda günlük sorular var. Bazen hiç karşılaşmadığı şeyler geliyor. Dört beş tane sözlüğü indiriyor, bakıyor, diyor ki kaynaklarımızda böyle bir şey bulunamamıştır. Bu cümleyi diyene kadar kırk dakikası gidiyor.-Yine de sizden yapılan Türkçe yanlışlarını her ay afişe etmenizi beklerim. Böyle bir izleme komiteleriniz olmalı sizin. -Ben şahsen bunu doğru bulmam, işe yarayacağını da düşünmem. Otobanlarda gördüğümüz trafik canavarı olmayın tabelalarının bu eğilimi güçlendirdiği tespit edildi siz de bilirsiniz; yani bazen iyi bir şey yaptığınızı zannederken bir yanlışın daha da yerleşmesine imkân verebilirsiniz. Güzel olanın ödüllendirilmesine varım; ama yanlışı afişe edin derseniz, kendi alanım için, ona temkinli yaklaşırım.-Gündelik hayatta kullanılan birçok yabancı kökenli kelimeyi TDK sözlüğünde bulamıyoruz. Blog yazmak, çetleşmek, paparazzi, bilboard, botoks, plaza, center. Bunlar niye yok?-Sözlük veri tabanımızı yeniliyoruz. Çok yakında özellikle güncel yayınları, sektör dergilerine kadar tarayan bir sistem kuracağız. Sözlük için yapılan taramada şunu gördük ki sadece edebî eserleri taramak ya da hocalarımızın, uzmanlarımızın kendi ilgi alanlarına göre yaptıkları taramalar yeterli olmuyor. Artık bunu bir yazılım yapacak. Dile giren yeni kelimeleri dergilerde, gazetelerde, alanlara has yayınlarda bulmak, yakalamak hem daha kolay hem de vakit kaybetmeden tespitleri mümkün; çünkü bu kelimeler ilk buralarda kullanılıyor ve buralardan yaygınlaşıyor. Sadece yabancı kökenli kelimelerden de bahsetmiyorum. Bazen halkımız çok güzel karşılıklar buluyor. Bir sektör alanına giren yabancı kökenli bir kelimeye doğru karşılığını kendiliğinden türetebiliyor. Bunları da tespit etmek çok mühim.Yabancı kökenli kelimelerin sözlüğümüze alınması konusunda bir ilke belirlemiş durumdayız. Chat, center, boarding card vb. kelimeleri Türkçe Sözlük’e aldık. Ancak bunlar eğik yazıldı ve mesela center madde başına baktığınızda “bk. merkez” yazar. Yani Türkçe karşılığına gönderilirsiniz ve tanım “merkez”de verilir. Böylece Türkçe karşılıkların yaygınlaştırılmasını sağlıyoruz. Ben mesela artık etrafımda “chat”i değil “sohbet”i daha çok duyar oldum.Bu tarama yazılımı ile bu kelimelerin kullanım sıklıklarını belirleyeceğiz. Bu kelimeler sadece bir alana mı hapsolmuş yoksa genel dile girmiş mi bunu da göreceğiz ve sözlüklere alınma kararı o zaman daha sağlıklı bir biçimde verilecek.-İnternetteki sözlükte en çok hangi kelimeler aranıyor? -Size son bir ayda Güncel Türkçe Sözlük’te en çok aranan kelimeleri ve kaç kez arandıklarını söyleyeyim. Makine 5343, kavas 4980, filoloji 4897, etimoloji 4410, unsur 3859, şinik 3667, cumhuriyet 3589, metot 3466, sınık 3417, kavat 3383, şen şatır 3326, dikte ettirmek 3243, hâlâ 3166, herşey 3121, sinik 3079. Gündemi buradan takip etmek mümkün görünüyor değil mi? Bu aramalardan yola çıkarak bazı yorumlar yapmak da mümkün. Mesela her şey bitişik aranmış, böyle bir eğilim mi var bakılabilir. Sinik-sınık araması dikkat çekici, farklı anlamda iki kelime ama bu fark bilinerek mi aranmış yoksa doğru yazımdan emin mi olunamamış; çünkü bir de şinik araması var.-Hocam ben buraya en son Ercilasun başkan zamanında gelmişim. O dönemde iş yerlerine, dükkânlara, üretilen mallara ad verilirken Türkçe olma mecburiyeti getirilecekti. Ne oldu o yasa?-Elbette ticaret unvanları Türkçe olmak zorunda ama iş yerinize vereceğiniz ismin Türkçe olması konusunda bir boşluk var. Ancak Türkçe konusunda duyarlı olan pek çok belediye meclislerinde bu yönde karar vererek bu boşluğu doldurma yoluna gitti. Yukarıda da belirttiğim gibi biz Kurum olarak belediyelerin bu uygulamalarının yanında olduk, destekledik ve sembolik de olsa bir taltif belgesi sunduk. Bunların yanında Türkçe’nin korunmasıyla ilgili zaman zaman çalışmaların, gayretlerin olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Meclis’te Sayın Ekrem Erdem’in Başkanlığında bir araştırma komisyonu kurulduğunu ve çalışmalar yapıldığını biliyorum. O komisyonda, Kurumumuzdan da bilgi alındı, iki uzmanımız komisyonda vazife yaptı ve katkı verdi.-Özellikle son zamanlarda konut reklâmlarını izliyorsanız, hemen hemen hepsi İngilizce adlar almış durumda. Bu size ne hissettiriyor? -Bu durum Türkçe hassasiyetinden mahrum kimselerin arzusu. Bunu hoş karşıladığımız düşünülemez. Ben vazifeye geldiğimde Bilecik’in merkez ilçesine gittim. Dört dükkânın adının değişmesi teklif edilmiş. Onlar da değiştirmişler. Yüreklendirelim diye gittim oraya. Onlara onurluk verdik. Tebrik ettik. Onlarla birlikte olduk. Şaşırdılar. Dil Kurumu Başkanı Ankara’dan buraya geldi diye. Ondan sonra o belediyemizden ben sokak adlarını istedim. Bütün sokak adlarının bir listesini bize gönderin dedim. Bitişiktir, ayrı yazılmıştır. Şapka kullanılacaktır, şapka kullanılmamıştır. Sokağı denilmesi gerekiyordur, sokak denilmiştir. Mesela Ali Fuat Cebesoy Sokağı demek lazım. Ali Fuat Cebesoy Sokak denilmez. Bunları ben düzelttirdim, geri oraya gönderdim; ama bu ikili ilişkilerle oluyor. Ben şimdi dolaşıp da bir belediyenin kapısını çalıp efendim ben geldim, ben Türk Dil Kurumuyum. Bana cadde ve sokak adları listenizi veriniz diyemem.-Gezi olayları sırasında çapulcu ve darbe kelimelerinin anlamlarının değişmesi dolayısıyla bayağı başınız ağrıdı. Ben de evdeki sözlüğüme baktım, 2005 baskılı. Orada hakikaten çapulcu için “başkasının malını alan, yağma, talan eden kimse” diyor. 2011 baskısında ise “düzene aykırı davranışlarda bulunan, düzeni bozan” açıklaması yapılmış. Bu anlam değişikliğine neden ihtiyaç duyuldu?-Bizim sözlük kurulumuz var. Ben Türk Dil Kurumuna 2012’de geldim. 2011’de de bu sözlük basıldı. Bu kitabın 2011’de basılması için 2010’da matbaaya gitmesi lazım. 2010’da matbaaya gitmesi için de 2009’da kalemin üstünden kalkması lazım. Ben o çalışmanın içinde değildim. İçinde de olabilirdim. 2005’ten beri çeşitli çalışma gruplarının içindeyim. Böyle bir değişikliğe neden gerek görülmüş bilmiyorum.-Bugüne kadar kurumun önerdiği yeni kelimelerin yüzde kaçı tuttu acaba?-Mesela milletvekili yerine saylav diye bir kelime vardı. Artık o kullanılmıyor. Özek diye yanlış hatırlamıyorsam, merkez anlamında bir kelime vardı. Merkez yönetim kurulu üyesi gibi. Özek yönetim kurulu üyesi. O da kullanılmıyor. Morgage yerine önerilen “tutsat” da tutmadı.-Morgage’ı, morgıç diye mi yazmalıyım?-Evet. Bütün diller duyduğu gibi yazıyor, gördüğü gibi yazmıyor.-Öyleyse alzehiemer değil de alzaymır diye mi yazmak lazım?-Evet. Ne yazılıyor ayrı bir şey, ne yazılmalı ayrı bir şey. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara, Yaban romanları var. Orada yabancı, batılı kişilerin isimleri bizim telaffuz ettiğimiz gibidir. Şopenhavır yazılır, Schopenhaure yazılmaz. Tabii o romanlarda böyle bir isim yok.-Ben orjinal hâliyle yazıyorum hocam.-Belki ben de öyle yapıyorum. Neden? Çünkü piyasa baskısı böyledir. Aslında Türkçe gibi yazmalıyız. Latin harfli metinleri hiç dokunmadan yazarız dediğimizde Varşova’yı nasıl yazacaksınız. Warszawa diye yazamazsınız. Leh dilinde “sz”, ş okunur, Macarca’da s okunur. Ben bunun Macarca mı yoksa Lehçe mi olduğunu ne bileceğim, Varsava diye de okumam gerekebilir, Varşova diye de. Bunun çözümü şu, ş ile yazarım bitti.-Bazıları sizin dediğiniz gibi kullanılıyor, bazıları da orijinal şekliyle yazılıyor ama Türkçe gibi okunuyor. Bu kaosu nasıl oturtabiliriz?-Bu kaosun Türkiye’ye davetçileri yabancı dil bilenler ve bunu ilk kullananlar. Kendi bildikleri doğru ile bunun doğrusu bu; ama bu böyle diye diretiyorlar. Burası Türkiye, burada bu böyle kullanılır diye takdim etmiyorlar. Sıkıntı burada. Ondan sonra biz bu kullanımın altında ezilmek durumunda kalıyoruz. Bazı işler ortak kararladır. Bizim Türk Dil Kurumu sözlüğümüzde TRT’den de bir temsilci vardır, basından bir temsilci vardır. Onlar belki dilci arkadaşlar değildi; ama dili kullanan arkadaşlardı. Bize böyle gelir, biz dışarıdan böyle algılıyoruz, bizim meslektaşlar bunda şöyle zorlanıyor gibi bir tecrübeyi bize yansıtıyor. Ve o tecrübeyi biz sözlüğümüze aktarıyoruz.-Bazı tıbbi kelimelere Türkçe karşılıklar bulmuşsunuz, Mesela by-pass yerine köprüleme diyorsunuz. Ama by pass tıbbın dışında da kullanılıyor. Mesela “Kandil Öcalan’ı by-pass etti” cümlesi. “Kandil Öcalan’ı köprüledi” olur mu? Olmaz burada. “Yeni dizi RTÜK’ü böyle by-pass etti” cümlesine de oturmuyor köprüleme. Bir diğer örnek: Dezenfeksiyon yerine bulaşsavma. EKG yerine yürek çizgesi.. Yürek çizgem çekilecek. Komik olmuyor mu?-Tıp terimleri basıldı, piyasaya verildi. Ondan sonra Dil Kurumunu nasıl gıdıklarız veya nasıl sataşırız diye açtılar, hele şunlara bakın, ne kadar gülünç dediler. Bunun psikolojik arka zemini budur. Biz hiçbir şey yapmasak bu sefer de dil kurumu uyuyor mu diyorlar? Bu iş çok zordur. Biz düşünürüz, araştırırız, bir karşılık buluruz. Arkadaşlarımız da tabip, mesleğinde yetkili kişiler. Kavl ü karar ettiler, hata edebilirler. Bir gayret sarf ettiler. Şöyle denilebilir. Buna by-pass uymuyor; ama yandan geç, yan geç, şuna da boş geç, boş ver olabilir. Buna da köprüleme olabilir, değil mi?-Bir kelimeye birden fazla karşılık verilir diyorsunuz. -Tabii. Bu arkadaşlar tıp gözlüğü ile baktı. Öbür çalışma arkadaşları yanlarında yoktu. Tabii konuşma dilimize de girdi. Bir müdür yardımcısını veya bir müesseseyi de by-pass edebilirsiniz. Ne bileyim başbakanlığı by-pass edip cumhurbaşkanlığına çıktı denir. Muhatap olunan makamı atlayıp bir üst makama geçmek. Efendim hukuk olursa şöyle kullanılabilir. Ben bu tavsiyede bulunuyorum, bunu dikkate alınız. Size bir katkıda bulunduğumu sanıyorum, demek varken, işte efendim Türk Dil Kurumu neyle uğraşıyor.-Önerilen kelime tüm karşılıkları taşıyamayabilir. -Başka problemler de var. Müteahhite yüklenici deniyor. Yüklenici deyince benim aklıma hamal geliyor. Müteahhit gelmiyor. Niye ona bir şey demiyorlar. Müteahhit dursun, ne problem var. Müteahhidin neresine ne oldu da müteahhidi atıyoruz? Dilimize girmiş. Eğer her kelimede ırk ararsak Türkçeye kelime kalmaz.Ben mesela yüklenicinin de tutmadığını söylüyorum. Mesela sorumluluk yüklenme olabilirdi. Yüklenici deyince eşya ve yük akla geliyor. Ona hiçbir şey demiyorlar. Yüklenici yanlış bana göre. Biz çalışıyoruz. Hata da edebiliriz, biz de insanız. Daha iyi bir teklif verirlerse biz onu ileri süreriz. Berikini geri çekeriz.-Türkçe alfabeye kaf sesini karşılamak için Q harfi koyma fikrine nasıl bakarsınız?-Türkçeyi esas aldığımızda ka, ke ayrımına gerek yok; çünkü Türkçe’nin çekirdeğini ünlüler oluşturuyor. Bulmak ile bölmek arasında fark var. Bunu Arap harfleri ile yazdığımız zaman vav ile yazarız. Bol da olabilir, böl de olabilir.-Bul da olabilir.-Tabii bul da olabilir. Hiçbir ehemmiyeti yok; çünkü o dilde ünsüzler mühim. Kaf mühim, kef mühim. Tı mühim, te mühim. Türkçe’nin yapısında ünlüler mühim. Çekirdek ünlü, ö müdür, u mudur, ı mıdır, i midir bunlar mühim. Dolayısıyla Türkçe kelimeler için burada bir sıkıntı yok; ama aldığımız kelime yabancı ise, İtalyanca olur, Tunguzca olur, Toharca olur, Sanskritçe olur; ama dilimize girdi ise biz ona bir odacık vermek, onu bir yerde ağırlamak mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla q’ye ihtiyaç duyulabilir.-Q’suzluğun bize maliyeti olmadı mı? -Q’suzlukla durum idare edilebilir. Harf inkılâbı yapılmış. Karar verilmiş. Onunla oynamamak lazım. Esasları sarstınız mı her şey çöker. Rötuş edilir. Rötuş da ilmi çerçevede, ilim dergilerinde olur ki, ona da çeviriyazı harflerimiz var. Çeşitli dilleri okutabiliyoruz. Resmi alfabeye dokunmamak gerekir. Bir dokundunuz mu beş sene sonra bir başkası da dokunur. Sonu gelmez.-Ama q’yu almadık mı biz şimdi? -Hayır efendim. Q zaten eskiden beri bizim daktilomuzda, klavyemizde var. İsteyen o tuşa basıyor. Yabancı kelimelerde de q kullanılıyor. Bunda bir sıkıntı yok. Türkiye’de iki dilli yer adlarında, o da hukuki rahatlık sağlamak için siyasi bir karardır. O bizim dilcilik meselemiz değildir.-Eskiden sadece k ile yazdığımız bazı Türkçe kelimeleri q ile yazabilir miyiz?-Resmî alfabemizde yok. Genişletilmiş ortak Türk dünyası alfabesinde bu harfleri kullanmanın faydalı olacağı, birleştirici olacağı zaten 90’larda telaffuz edilmiş. Kazaklar kullanıyor, Doğu Türkistan kullanıyor; ama biz resmi alfabeye dokunamayız.-Yani bu w, x ve q’ya gelen serbestlik Türkçeyi ilgilendirmiyor. -Türk dilinde kullanamayız. Türkiye’de kullanılan yazışmalarda, işte ben diyor Kürdüm. Benim adım q ile kaydedilir diyor. Orada kullanılabilir.-Diyelim ki, katı kelimesini qatı diye yazamaz mıyım?-Yazarsanız Atatürk inkılâplarına karşı tavır olur. Bu bir siyasi karardır. Bu işin içinde Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Türk alfabesine q’yu dahil ediyoruz der, Türk efkârı umûmiyesi kabul eder, ancak o zaman; ama bana sorulursa ben buna gerek olmadığını söylerim.-Bazı harflerin üzerin e konan şapka meselesine gelelim. Kâğıt ve lâmbaya şapka koyuyor musunuz siz? - K’den sonra şapka var kâğıda koyuyoruz. Lambaya koymuyoruz. L’den sonra kaldırıldı.-L’nin suçu ne? Ona da konmalı. -Onu ben sizden gelen bir talep olarak sözlük koluma yansıtırım.-Şapkaları koyan da var, koymayan da. -“Niye koymuyorsun?” diye sormak lazım. Biz “kârda” şapkayı hiçbir zaman kaldırmadık. Bazı kelimelerde kaldırılabilir. Esasta dilden kalkmadı. Mesela reklam kelimesinde bir ara koydular. Dediler ki, o l incedir veya Latin derken şapka yok. Öyle karar vermişler, kaldırmışlar.-Paşa gönüllerine göre mi karar veriyorlar?-Onu hocalara sormak lazım. Benim kanaatim fazla müdahale etmemek lazım. Fazla tartışmalıyız. Almanlar böyle yapıyor. Diyor ki, onların bizim b’ye benzeyen bir ß’leri var. Keskin s’leri. Biz diyor bunu kaldıracağız; ama hemen kaldırmıyor. Tez yaptırıyorlar, tartışıyorlar, konuşuyorlar ondan sonra. Bir toplantı yapıyorlar. Dört sene sonra diye karar veriyorlar. Dört sene serbestsiniz. Şimdiden kalkmış gibi hareket etmeğe başlayabilirsiniz. Ben alıştım kaldıramıyorum, ben yaşlıyım da diyebilirsiniz; ama dört sene sonra matbaa bunları basmayacak, diyorlar. Biz ise hemen şapkayı koyduk, şapkayı kaldırdık. Bu kadar rahat olmamalı. Q da buna benziyor. Biz bir doğruyu öğrendik diye onu koymak belki daha büyük yanlışlara yol açar. Bazı yerleşmiş yanlışları yanlış olduğunu bilelim. Telaffuz edelim. Yavaş yavaş belki düzelir.-Vallahi kelimesini wallahi gibi yazabiliriz gibime geliyor yine de.-Bence ihtiyaç yok; ama Türkçede bir fonetikçi iki tane v var ve bunu ayıralım diyorsa konuşalım. Ben Karakalpak diline baktım, ben Kırgızcasına baktım. Ben Mras ağzına baktım Hakasçaya baktım. Balkan ağızlarına baktım. Türkçede iki tane v var. Fonetik tomografi ile biri şuradan çıkıyor, biri şuradan çıkıyor diyebilir. Bizde fonetik tomografi aleti yok ki zaten. Böyle dese, ondan sonra da dese ki bu vavı koyalım, kullanalım, onda problem yok; ama efendim işte ben vav koyacağım. Öyle olmaz.-Ama Osmanlıcada iki ayrı v yok muydu? -Onu yazabilmek için bizim çeviriyazı alfabemiz var. Mesela biz v’nin altına nokta koyuyoruz. W görüntüsünü vermiyor; ama Türk ilmi transkripsiyon alfabesinde 1946’da Millî Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın İslâm Ansiklopedisi&ne esas olan bir standart var. Bu v’yi kabul ediyor, altına nokta koyuyor; ama w görüntüsünü vermiyor. İki tane v olabilir.-Ama siz daha önce haberlere yansıdı, x, w, q harflerini alfabeye almakla yetinemeyeceğimizi, noktalı a ile damak n’si için de bir harf bulmamız gerektiğini söylemediniz mi?-Efendim, ben Türkçeye mahsusen bunun bir standart ses olduğunu, bunun bir değer olduğunu söylüyorum; ama resmi alfabeye müdahale edelim demiyorum. Bunlar Türkçe’nin sesleridir. Derslerde bir şekilde okutalım. Öğrencilerimiz anlasın ilim içerisinde öğretelim, bundan haberimiz olsun.-İmla lügatinde o kadar çok değişiklik tespit ettim ki ben, neden oturtulamıyor bir türlü. İlki 29’da çıkmış, 41’de yeni imla kılavuzu basılmış. 65’e kadar önemli bir değişiklik olmamış. Sonra defalarca değişmiş. Tekrar tekrar eskiye dönülmüş. Çocuk oyuncağı mı bu?- Geçmişte insanlar niçin böyle yapmış? Başkasının kararını ben nasıl izah edeyim?-Sizin içinize dert olan hangi yanlışlar var başka?-Bir –ma, bir de –mak diye eklerimiz var. Konuşmak ayrı şey, konuşma ayrı şey. Bunların hepsini kaldırmışlar, konuşmaya olmuş. Konuşmağa dememiz gerekirken, konuşmaya deniyor. Konuşmacı sahneye çıktı dediğim zaman konferans sahibi anlamına gelir. Konuşmağa başladı dediğim zaman şimdiye kadar hiç konuşmuyordu. Konuşmak nedir bilmiyordu. Çocuk konuştu. Konuşmaktan konuşmağa fark var. Konuşma ayrı şey, dolma biber ayrı şey. Biz dolmak biber yemeyiz, dolma biber yeriz. Dolmak ayrı şey, dolma ayrı şey. Bunların hepsine dolmaya dedin mi ben bunu dolma biber mi anlayacağım, yoksa suyun dolması mı anlayacağım. Hepsini “-maya” yaptılar. Bu bir problemdir.-Şu anki sözlüğünüzde de bu yanlış devam ediyor ama. -Devam ediyor. Bana göre bu yanlıştır. Bir de “herhangi bir” diye yazılıyor. Hâlbuki bunun doğrusu şudur: Her hangi bir.-Üçü de ayrı yazılacak yani.-Herhangi diye bir şey yoktur. Bu da yanlıştır. Bana göre. Şimdi ben buranın başkanı olarak kurum dese ki hayır bu doğrudur. İş parmak hesabı ise mecburen ben de bunun altına imza atacağım. İcra ayrı bir şey, yönetim ayrı bir şey, ilim ayrı bir şey.-Ama ilimde demokrasi olmaz ki. -Doğru. İlimde demokrasi olmaz. Bence bu düzelecek. Ben bu yanlışları kayda geçirttirdim. Tabii ki bugün kayda geçirdik, yarın ekrana vermiyoruz. Bunlar birikiyor, baskıya giriyor. Baskıya girince web sitemizde yer alıyor. Mesela, yaşam diye bir kelime Türkçede kelime yok.-Nasıl yani? Yaşam diye kelime olmaz olur mu? Sözlüğünüzde var ama. -Olabilir. Sözlüğe silah zoruyla sokarsınız, bundan sonra bu böyle olacak dersiniz. Bunu kullanmayanın işine son veririm dersiniz, tabii ki o kelime kullanılır. Bakın, hayat ve ömür diye iki kelime var. Yaşam merkezi diyor, çok acı bir şey. İşte asıl bunları konuşalım. Q’dur, w’dir, bunlar dert değil. Bu dertler düzelir. “Yaşam” yanlışı kolay kolay düzelmez. Hayat gitti, ömür bitti. İkisini birden yaşam anlatır oldu. Ressam gözüyle bakalım bir renk hem kırmızı hem beyaz. Matematik gözüyle bakalım bir sayı hem üç hem sekiz. Bu nasıl izah edilebilir?-Yaşam neden yanlış?-Size soruyorum, Yaşamaktan yaşam var da, kanamaktan kanam niye yok? Bir alet sökülür, takılır olmalı. Bu, buna kaynadı mı bitti. Olmaz. Denemekten denem var mı? Yok; ama niçin deneyim var? Tecrübeye ne oldu? Bunu niye atmak ihtiyacını duydunuz? Buna denem demedik, deneyim dedik. Peki, deneyim doğruysa niye buna yaşayım demedik. Yaşam doğruysa niye buna denem demedik? Diyorlar ki tabelalarda problem var. Asıl burada problem var. Tabelalar düzelir. Arkadaş şu kirlilikten dertli değil misin, dertliyim. Hadi kaldıralım, kalkar. Mesela doğal diye bir kelime Türkçede yok.-Siz hiç kullanmıyor musunuz? -Hayır. Hiçbir zaman, alzaymır olurum o zaman kullanabilirim.-Ama bakın alzaymır gibi yabancı bir kelimeyi kullanıyorsunuz. Yerleşmiş çünkü. Yaşam da, doğal da yerleşmiş artık, neden kullanmayalım?-Alzaymır unutkanlık hastalığı. Kullananlar bir mesleğin mensupları.Tıpçılar. Bunun yaygınlaştırılması, yerleştirilmesini onların ıstırabı olmalı. Tabii benim de ıstırabım. Hayat ve tabii kelimeleri ise dilimizde beş yüz yıldır vardı. Ve bunu kullanmayanlar bir milleti anlamak istemeyenler, bu milletle anlaşmak istemeyenler olmalı. Bu milletin geçmişiyle irtibat içinde olmağa ihtiyaç duymayanlar olmalı.-Doğal gıdalar diye bir laf yok yani. -Tabiata ne olmuş? Niye tabii değil. Sağlam dişi söküp, niye takma diş yaptık. Tabii beş yüz senedir buradaydı.-Başka?-Tüm de yanlış. Bütün diye bir kelimemiz vardı, ne oldu. Her diye bir kelimemiz vardı, ne oldu? Cümle diye bir kelimemiz vardı, cümle âlem. Tüm âlem. Tüm ekmek. Tüm para. Tüm gün. Cümleye ne oldu? Cemicümle vardı ne oldu?-Yine kullanılıyor ama bunlar. - Kullanılabilir. İlave edeyim yanıtta da sıkıntı var koşulda da. Yanmaktan yanıt. Ateş almak ile cevabın ne ilgisi var? Koşmak ile şartın ne ilgisi var. Ben anlayamıyorum. Anlayınca kullanırım.-Ama düzelmesi de imkânsıza yakın bunların. -Geçmiş olsun, ben bir şey diyemem. Burada Türkçe konuştuğunu iddia eden insanlar tabii ki ihtiyaçlarını giderecekler. Onlar dillerine Türkçe diyecekler. Yaşayacaklar. Sosyal ilişkileri olacaktır; ama beş yüz yıllık bir Türk kültürünün mirasçısı olamadan olacak.-Bir Kürtçe sözlük çalışmanız vardı. Tamamlandı mı?-Tamamlandı. Yayına hazırlık aşamasında. Bir ilkokul sözlüğü hacmindedir ilk çalışmamız. On iki bini aşkın kelime civarındadır.-Hangi lehçe?-Kırmançi. Onu bir Kürtçe uzmanı hocamıza, bir Türkçe uzmanı hocamıza incelettik. Türkçe madde başlarını alırken neler gözden kaçtı? Kürtçe madde başlarını alırken neler gözden kaçtı baktılar. Yakında matbaaya gidecek.-Nerelere gönderilecek bu? -Okullarımızda okutulmakta olan seçmeli Kürtçe derslerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere hazırlandı.-Lazca, Çerkezce sözlük de yapacak mısınız?-Bu alanda çalışma yapan arkadaşlar eserlerini Kurumumuza gönderir ilgili kurullar gerekli işlemleri yapar. Aslında Dil Kurumu her türlü dil ile uğraşmalı. Kaybolmakta olan diller, ağızlar var. Mesela Türkçemizde tabii Niğde ağzı, Kastamonu ağzı da kayboluyor artık. Gidiyorsunuz, ne güzel, kendi yöresine ait konuşuyor derken hemen hanım utanıyor, resmi televizyon ağzıyla konuşmaya başlıyor. Onu gizliyor sizden. Bu telaffuzlar kendi içinde yöreye mahsus kelime de barındırıyor. Bunların kayda geçmesini yapıyoruz. Bizim ağız çalışmalarımız, kitaplarımız var. Bir de dilleri de kaydetmek lazım. Yalnız Türkiye’de değil, nerede olursa kaybolmaktadır. İki sene sonra kaybolunca kaydı bizdedir, müzesi bizdedir olacak. Karay lehçesini, 250 kişi falan konuşuyor. Musevi dininde ve İbrani harfleriyle yazıyorlardı. Bunun kayda alınması gerektiği gibi Türkiye’de olup çok az konuşulan dilleri de kayda almakta fayda var.-Sizin için başka önemli bir husus var mı? -Türkçe’nin köküne inen Uygurca liselerde tanınmalı ve bilinmeli, bir. Osmanlıca liselerde bilinmeli ve tanınmalı iki. Avrupa kültürü nasıl ki Grekçe, Latince okuyor ise bizde Osmanlıcayı liselerimizde okuyabilmeliyiz.Bunu Milli Eğitim Bakanımızın yanında da telaffuz ettik.-Ne dediler?-Sıcak bakmak ayrı bir şey. Kamuoyu da buna hazır olmalı. Birileri sadece itiraz etmek için bekliyorsa ve size işi yaptırmayacaksa ne yapabilirsiniz? Herkesin bu ihtiyaca evet, bu doğru bir şey demesi lazım. Diretmekle olmaz.Liseler de eski yazıyı öğretmeli. Bu Osmanlıyı diriltmek harf inkılâbına karşı çıkmak demek değil. Kültürümüzdeki kesintiyi kaldırmak demektir. Karamazov Kardeşleri bir Rus okuyorsa, Şekspir’i bir İngiliz okuyorsa, Göte’yi bir Alman okuyorsa Şeyh Galip’i bir Türk okuyamıyorsa ben sorayım bu ne demektir?
↧