Doğu edebiyatının kült eserlerinden Âmâk-ı Hayal, tiyatroya uyarlandı. Çiçeği burnunda Tiyatro Nefes ekibi tarafından oynanıyor. Ekibin başında tanıdık eleştirmen, yazar Hüseyin Sorgun var. Hikâyeyi sıra dışı bir dünyaya taşıyan Sorgun ile Âmâk-ı Hayal’i konuştuk.Bir edebî eser oyunlaştırılırken ne kazanır, ne kaybeder?Edebiyat okuru klasik eserleri okurken kafasında zaten bir reji yapıyor. Dolayısıyla bir eser sahneye konulduğunda o metnin okuru tarafından irdelenir. Bütün edebî eserler için risk her zaman vardır. Âmâk-ı Hayal için de vardı. Daha önce metnin Türkiye’de bu kadar bilindiğini bilmiyordum. Çalışmaya başladığımda bir arkadaşım aradı ve dedi ki: Üzerinde 5 senedir çalışıyorum. Uyarlamamla, sahnede oynanan metin arasında farklı bir dramaturjik durum oluştu.Âmâk-ı Hayal’i oyunlaştırırken nerelerde zorlandınız?Yönetmen Öncü Alper’in bakış açısıyla bizim oluşturduğumuz bakış açısı harmanlandı ve yeni bir durum ortaya çıktı. Bu durum klasik Âmâk-ı Hayal okurunu çok yadırgatmadan farklı bir lezzet sunmayı öneriyordu. Kitabı hiç okumamış kitle için de farklı bir oyun ifade ediyordu. 1908 yılında yazılmış, 1908 yılının düşünce havuzu içinde daha manidar duran bir metin var ve yüz yıl sonra “Raci kimdir, ne yapar, arayışı nerede temelleniyor? ‘Bunu nasıl gösteririz?”e odaklandık. İddiamız, düşünülmemiş, ya da düşünülmüş fakat ortaya konmamış metinler üzerinden hikâyenin doğasına uygun bir seyirlik oluşturmaktı. O noktada beklediğimiz tepkileri aldık.Oyunda günümüz esprilerine de yer veriyorsunuz. Duygu geri planda kalır endişesi yaşadınız mı?Raci’nin arayış iklimi, rüya aşamasında geçtiği için rüyanın mizahla yüklenmesinin ve Raci’nin gerçek hayatı içerisinde farklı bir iklim çağırmasının mantıklı olacağını düşündük. Rejinin bu halde ortaya çıkmasının temel meselesi, rüya evrenindeki geçmiş zaman hikâyelerini, karakterlerini nasıl algıladığımız. Yani Buda’ya Zerdüşt’e ve oradaki hikâyelere nasıl bir giysi giydireceğimiz ile alâkalı bir dramaturji yapıldı.Âmâk-ı Hayal’in orijinalinde de Raci, Simurg üzerinde yolculuk yaparken kahve pişirip içer, sigara tellendirir ve dolaplarda bulduğu İngiliz bisküvilerini yer. Oyundaki absürt komedi, metnin kendisinde de var...Kesinlikle. Mesela Zümrüdüanka sahnesini Karagöz oyunu gibi düşünmüştüm, yani oyunun içinde bir gölge oyunu olacaktı. Zaten epik öğeler var, bu fantastik bir Doğu hikâyesi. Brecht’in tiyatrosuna baktığınızda mizah hâkimdir. O da Çin-Japon tiyatrosundan etkileniyor. Aslında epik unsurlar bütün Doğu hikâyelerinde vardır. Hikmetli bir mizah vardır. Âmâk-ı Hayal’deki bir kapıdan başka bir dünyaya geçiş yapma fikri modern mânâda ilklerden biri bile olabilir. Batı’da furya haline gelen, Jumanji, Narnia Günlükleri gibi fantastik seriler aracılığıyla Amerika’dan gelen bir şey gibi algıladığımız bir durum 1908’de bu coğrafyada bu dille yazılan bir romanda var. Bizim çok engin bir halk hikâyesi ve masal geleneğimiz var. Meddah, dengbej, şaman, manasçı var. Zengin topraklar hikâyeleri de zenginleştiriyor. Amerikan sinemasının hikâye geleneğine yaklaşması bizim de bundan uzaklaşmamız tam bir simyacı hikâyesi gibi. Bize ait bir geleneği görmezden gelmişiz. Şener Şen’in, Adile Naşit’in yaptığı filmler tamamen geleneksel Türk tiyatrosu üzerine oturtulmuş, bu ülkedeki insanların seyirlik geleneğine uygun. Dönüp dolaşıp seyretmemizin sebebi bu. Düşünsel, omurgası olan bir anlatı geleneği. Dede Korkut hikâyeleri, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İbn Battuta Seyahatnamesi, Mesnevi, Kelile ve Dimne bugün Amerika’nın anlattığı konular. Doğu’nun fantastik, zengin bir kültürü var. Bunları günümüz algısına nasıl sunacağımız ile ilgili bir durum. Bizim evren algımızda her şey canlı, masa da canlı, her şeyin bir lisanı var. Dünya da bir nefis, güneş de bir nefis, kişileştiriyorsun.İlk kez sahneye çıkmış bir grubun oynamasının avantaj ve dezavantajı ne oldu?Takip ettiğim çok yetenekli, kabiliyetli genç arkadaşlar vardı, diyordum ki “Ne olur tiyatro yapın.” Böyle bir fırsat çıkınca “Gelin beraber tiyatro yapalım.” dedim. Çok yetenekli arkadaşların bir araya gelmesiyle oyun çıktı. Onların tiyatroda aldıkları yola bir parça katkıda bulunmak beni müthiş sevindiriyor.Nefes grubu, tiyatronun fiziksel imkanlarını kullanma noktasında çoğunlukla oyunculukla kapatıyor bazı şeyleri. Dijital sahne imkânları kullanmayı düşündünüz mü?Tiyatronun fiziksel imkânları sinemanın da daha ötesinde. Tiyatroda boş bir alan vardır, o boş alanda siz tanımlarsınız neyin ne olacağını. Tiyatronun tiyatro olarak anlatamayacağı hiçbir şey yoktur. Oyunu doğallığından koparmak bana sağlıklı gelmiyor. Dünyada tiyatronun dili de buraya geliyor. O yüzden teknolojik imkânları, simülasyonları koymaktansa oyunları oyuncu malzemesi ile ve perde duygusuyla anlatmanın doğru olacağını düşündük.
↧