Yrd. Doç. Şahin Kılıç tarafından çevrilen Bizans Kısa Kronikleri, özellikle ilk dönem Osmanlı tarihi hakkında ilginç detaylar veriyor. Bugüne kadar hak ettiği önemin gösterilmediği Bizans çalışmaları, Osmanlı tarihine bakan perspektifiyle büyük bir boşluğu dolduracağa benziyor.Bizans Kronikleri nasıl ortaya çıktı, kim yazmış notları?İlk defa Yunan Spyridon Lampros, daha sonra Alman bizantinist Peter Schreiner tarafından 1970’li yıllarda yapılan çalışmayla ortaya çıkarıldı. Schreiner, 120’ye yakın elyazması üzerine araştırmalar yaptı. Bu, ilk defa keşfettiğim bir kaynak değil. Ancak ihtiva ettiği bilgiler önemi nispetinde Osmanlı tarihçilerinin ilgisini çekmemişti.Nasıl yazılmış kronikler?Kabaca anlatırsak, Bizans’ın Kadim Yunan’dan miras aldığı tarih yazımı geleneği içinde, Hıristiyanlık döneminde ortaya çıkan yeni bir tür. Kronografyayı, bizdeki vakayinamelere benzetebiliriz. 10. yüzyıldan itibaren elyazması eserlerin boş bir sayfasında veya derkenar diyebileceğimiz sayfa boşluklarına yazılmış kısa notlar bunlar. Yazarlarına gelince, istisnalar hariç, çoğunluğunun yazarı bilinemiyor. Fakat bunların Kilise çevresindeki keşişler veya okuma yazma bilen seçkin bir kesim olduğu dile getirilebilir.Genel itibarıyla nelerden bahsediyor?Başta, Bizans tarihinin yanı sıra kilise tarihini aydınlatacak önemli olaylardan. Bizans aristokrasisi ya da Osmanlılar, Sırplar, Frenkler gibi yabancı hükümdarların soy ağaçları, savaşlara dair önemli bilgiler mevcut kroniklerde. Bunun dışında, doğa olayı ve tabii afetler... Mesela 1454 yılında buz dağlarının bütün Boğaz’ı doldurduğunu, insanların Galata’ya buz üstünde yürüyerek geçebildiklerini anlatıyor. Başka bir açıdan, Bizans taşrasındaki gelişmelerin kaydedildiği metinler bunlar. Osmanlı saray tarihçilerinin çoğunlukla sessiz kaldığı ya da kahramanlarını temize çıkarmak için bilerek ilgi göstermediği tarihsel olaylar...Peki kısa kroniklerin içeriği hangi yönde yoğunlaşıyor?1453’ten sonra, kroniklerin neredeyse tek konusu Osmanlılardır. Kroniklerin önemli bölümü Athos, Patmos, Selanik, İstanbul ve diğer büyük manastır merkezlerindeki cemaatler tarafından yazılmış. Dolayısıyla, kronikler sadece kilise ve manastır hiyerarşisinin, politik ve entelektüel elitlerin bakış açısını yansıtmıyor. Yunan toplumunun geniş sosyal tabakaları konu edinilmiş.Kroniklerin Osmanlı tarihini anlamada önemi nedir?Bu kronikleri deyim yerindeyse, Osmanlı egemenliğine girmiş Ortodoks halkın ‘kamuoyu’ görüşünün yansıtıldığı ‘gayriresmi tarih yazımı’ diyerek değerlendirebiliriz. Onların ruh halini yansıtan ifadeler Osmanlı’nın başka bir gözden nasıl algılandığını anlatıyor. Kronik yazarının hissettiği korku, dehşet, hayret, sevinç gibi bazı hislere, hatta bazen alenî bir şekilde hakaret ifadelerine rastlıyoruz.Kimlere hakaret ediliyor?Mesela kroniklerde ilk olumsuz ifadeler Bayezid için kullanılıyor. Onun için imansız, nefret edilen ve hilekâr gibi sıfatlar var. Timur’a karşı yenilgisi ve ölümünün sevinçle karşılandığı görülüyor. Tabii bu sırada Bizans devleti hâlâ yaşıyor. Ancak I. Bayezid’den önceki Osmanlı hükümdarları için herhangi olumsuz bir ifade yok. II. Murad’ın 1422’deki İstanbul kuşatmasıyla başlayan süreçte, devam eden fetih politikaları yüzünden, tanrısız gibi olumsuz ifadelerle nitelendirildiğini görüyoruz.Peki kroniklerin resmi tarihle çelişen tarafları var mı?Var tabii. Mesela fetret devri hakkında ilginç anekdotlar var. Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgalarını anlatan dönem, kaynaklarımızda biraz yüzeysel olarak verilir. O zaman diliminde bazı şehzadelerin birbirleri arasında galip gelebilmek için nasıl entrikalar çevirdiklerini, Bizans ile nasıl ortaklık kurduklarını rahatlıkla görebiliyoruz. Yeri gelmiş, Bizans’ı da dost bilmişler yani… Bize şimdiye dek hep Bizans ile Osmanlı arasında keskin çizgilerle ayrılan bir kutuplaşma tasvir edilir fakat kimi zaman işbirliği halindeler, ittifak yapıyorlar, kız alıp veriyorlar, hatta Hıristiyan oluyorlar. Gayet geçişken bir yapı var halbuki…Kroniklerde, hangi şehzade kimlerle ittifak yapıyor?Bu kroniklerde değil ama başka bir yerde I. Murat’ın oğlu Savcı Bey’in, Andronikos’un oğluyla işbirliği yaptığını görüyoruz. Her ikisi de babalarına karşı isyan bayrağını açıyor. Musa Çelebi, İsa Çelebi Fetret devri mühletinde, I. Mehmet’in de Bizans imparatorlarını arkalarına alarak ittifaklar yaptıklarını biliyoruz. Yine, II. Murat’ın Düzmece Mustafa’sının II. Manuel’e gittiğini ve ona itaat ederek II. Murat’a karşı destek istediğini, bu kroniklerde görebiliyoruz. Hatta saatiyle, günüyle kaydedilmiş.Hıristiyanlığa geçen hangileri var?Aslında din değiştirme mevzusu çok yaygın olmamakla birlikte stratejik sebeplerle başvurulan bir yöntem. Bunu Osmanlı’dan ziyade Selçuklu döneminde görebiliyoruz.Tam olarak kim bunlar?Selçuklu şehzadelerinin bazılarının menfaatleri icabı Hıristiyanlığa geçiş yaptıklarını söyleyebilirim. Selçuklu’nun zayıfladığı devirde, devrin ileri gelenlerinden, önemli beylerin, mesela meşhur Aksukhos ailesi mensuplarından din değiştirenleri görüyoruz. Bizans Sarayı’nda yetiştiğini ve Bizans’ın muktedir komutanları arasına girdiğini söyleyenler var. Osmanlı’da nispeten bu az ama kimi paralı askerler bu yolu seçiyor. Bu mevzularla alakalı belgeler kuvvetli ve net olmamakla birlikte, din değiştirmek o dönemin şartları altında makul kabul edilmiş. Aynı şekilde karşı taraftan da bu geçişler var.Birlikte yaşamı normal gösteren anekdotlar var mı?Kanuni devrinden örnek verilebilir. Kanuni, sık sık Yahudi bir müneccime gider, akıbeti hakkında bilgi ister. Yahudi kâhin, ‘Hıristiyanlar senin devrinde isyan ederek tahtına kastedecekler’ deyince, Kanuni tedirgin olur. Maiyetindeki Hıristiyanların toplanmasını emreder. Kroniklerden öğrendiğimiz kadarıyla, Piri Paşa, araya girer ve Sultan’ı teskin eder. ‘Sultanım, bırakın biz araştıralım, her nerede ise o isyancılar, bulup cezasını veririz.’ der. Kronik yazıcılarının, Piri Paşa’nın bu hamlesi ile Hıristiyanların hayatını kurtardığı için ona minnet duyduğunu ve Yahudi’ye de lanet okuduğunu görüyoruz.Müslümanların üstünlüğünün Hıristiyan topluma olan yansımaları nasıl?Hıristiyan halkın Osmanlı egemenliği sürecinde yeni siyasi ve kültürel çevreleri kabullendiklerini izleyebiliriz. Tabii bu adaptasyon halkın tamamınca ve hemen gelişmiyor. 1500’lerde Selanik’te yaşayan Manuel Gerakes, çocuklarının doğum ve ölüm saatini, ‘Türk sabah ezanı okurken’ veya ‘Cuma günü salâ okunduğu saatte’ şeklinde not düşmüş. Yani artık zamanı tayin etmek için ezan saatlerini de kullanıyor.Hıristiyanların sevdiği devlet adamları var mı peki?Bazı paşaların hatta padişahların dahi Hıristiyan dostu olduğu kroniklerde belirtilmiş. Ne ilginçtir ki, Yavuz Sultan Selim’in Hıristiyanlara büyük iyiliği geçtiği ve kiliseleri tamir ettirdiği, çeşitli yardımlarda bulunduğu kaydedilmiş. Bu yüzden de Hıristiyan teba içinde sevildiği ve övgüyle karşılandığını da not edebiliriz. Fatih Sultan Mehmet, kroniklerde ilk defa Basileus (vasilevs) olarak anılıyor. Bu ifade yalnız Bizans imparatorları için kullanılır.Ne gibi övgü ifadeleri mevcut?II. Bayezid ve Kanuni için de ‘megas authentis’ (büyük hükümdar) tabiri kullanılmış. Tarihte nadiren büyük Türk hükümdarları için megas sultanos (büyük sultan), megas amiras (büyük emir) gibi unvanlar kullanılır. Hatta tıpkı Saray tarih yazıcıları gibi Osmanlı’nın İran ve Hicaz seferlerinin kayıtlarını tutmuşlar. Mesela Cem Sultan hadisesi gibi hadiselerle ilgili bilgilere rastlasak da yorumlardan kaçınılmış. Ama ilginç bir detay var ki Şah İsmail ve İranlılar için Türkçeden geçme bir terim ‘kızılbasi’ diyorlar.Bu surette Yunancaya geçen başka Türkçe kelimeler var mı?Başta yer adları olmak üzere onlarca kelimenin her iki dilde de kullanıldığını bu kroniklerden anlayabiliyoruz. İstanbul için onlarca rivayet vardır fakat şehre–kente anlamına gelen ‘stinpoli’ kelimesinden Türkçeleşerek ‘İstanbul’ olmuştur. Bu bağlamda büyükşehirlerin hemen hemen tamamı Rumcadan devşirilmiş. Hatta Antik Yunan’dan Bizans’a, oradan da bize geçmiş. Mesela İznik ‘Stinnikea’dan, Bursa ‘Prussa’dan, Mudanya ‘Montaniya’dan ve birçok şehrimiz...Henüz Bizans Araştırmaları Enstitüsü yokSon dönemde Bizans arkeolojisi ve tarihi alanda akademik makale ve araştırma noktasında birtakım kıpırtılar var. Fakat çoğu bireysel özveriyle oluşan çabalar. Maalesef bu konuda da ideolojik angajmanlar belirleyici olabiliyor. Henüz yetkin kimseler projelere önayak olabilmiş değil. Bu iş genel itibarıyla böyle. Diyelim Antik Roma kalıntılarına ulaşabilmek için bir proje yürütülüyor. Buradaki bir tiyatro gün yüzüne çıkarılsın diye, tarihi çinilerin pişirildiği Osmanlı fırını kaldırılıp atılabiliyor. Geçtiğimiz dönemlerde kendine has yapısıyla benzeri sadece Fransa’da bulunan bir fırını kaybettik. Bu noktada Osmanlı arkeolojisi diye bir mefhum da doğuyor. En eski yapıya ulaşacağım diye üst katmandaki tarihi kalıntılar tahrip edilebiliyor. Tarihi rezervlerimizi gün yüzüne çıkarırken, Roma ve Antik Yunan deyince akan sular duruyor, müthiş bir hoşgörü var ama gel gelelim Bizans denince bir nemelazımcı zihniyet beliriveriyor. Bu alanda henüz hususi bir araştırma enstitümüz bile yok. Hatta Avustralya'da bile böyle bir teşekkül varken, Avrupa'nın hemen hemen tamamında bu konuda bir enstitü araştıran bir kurum bulunuyorken, mirasın üzerinde yaşayanlar olarak bu konuya bigâne kalmamız can yakıcı.
↧