Özer Arkun, Fatih Ahıskalı, Göksun Çavdar ve Eralp Görgün’den oluşan Rubato, ilk albümleri Bir ile müzik dünyasına ‘merhaba’ dedi. Müzikteki kirliliğe bir es vermek istediklerini söyleyen grup, şarkılarının her şeyden önce bir dost sohbeti olduğunu söylüyor.Grubun hikâyesi nasıl başladı?Fatih Ahıskalı: Biz yıllardır birlikte çalan insanlarız. Bir şey yapalım diye bir araya gelmedik. Yirmi yıla yakın bir geçmişimiz var. Bu süre zarfında aramızda öyle bir uyum oldu ki, bunu kendi yapıtımızda taçlandırmak istedik. .Özer Arkun: Bizi bu konuda menajerimiz Rıza Okçu gaza getirdi. Bize sürekli ‘Neden yapmıyorsunuz.’ diye soruyordu. Bir sene bu gazları pek ciddiye almadık. Ama baktık ki ısrarlar bitmiyor, biz de istiyoruz, işe koyulduk. Ne yapalım dediğimiz anda iki şarkının kaydı bitmişti bile.Rubato ismi nasıl ortaya çıktı?Göksun Çavdar: Gruba isim aramışlığımız yok aslında. Feraye isimli eseri icra ediyorduk. Çalarken Özer abi “şurayı rubato çalalım, burayı da rubato çalalım” diye söylerken bu kelime çok geçti. Grup ismini düşünmediğimiz bir zamanda ben ‘İsmimiz acaba rubato mu olsun?’ dedim. Herkese sıcak geldi bu isim. Anlam olarak da bize çok yakıştı. Çünkü rubato müziği birlikte tutarak çalmak. Ritmik özgürlük. Bir yandan da hayatın kendisi.Albümün adı Bir. Kinayesi var mı?G.Ç.: Evet, hepimiz aslında bir kişi gibiyiz. Bu birliğin altında da büyük bir dostluk var. Rubato, bir müzik formu. Rubato kısmı geldiğinde zaten herkes bir çalmak ve bir olmak zorunda.Aranızda çatışma veya tartışmalar olmuyor mu?F.A.: Bizde çatışma hiç olmadı. Sadece albümle ilgili değil, tanıştığımız andan itibaren böyle olumsuz şeyler yaşamadık. Çünkü biz, birbirini dinleyen insanlarız. Biz olumlu olumsuz her şeyi paylaşırız. Kimse kimseye negatif önyargılı değildir. Ayrıca birlikte çok fazla vakit geçiriyoruz. Müzik haricinde de bir aradayız.Hep böyle mütevazı mısınız, egolar ön plana çıkmıyor mu hiç?Eralp Görgün: Egoları ayağımızın altında çiğniyoruz. Müziğin içinde ego olduğu zaman o müzik olmaz. Grupta ego olursa grup müziği çıkmaz. Biz birbirimizi, kendimizden daha çok seviyoruz. Biz kardeş gibiyiz. Birbirimizin evine girip çıkıyoruz. Hep birlikteyiz. Müziğimiz de bir dost sohbeti gibi. Biz aslında meşk ediyoruz.Yola çıkarken nasıl bir müzik yapalım dediniz?Ö.A.: Bunu hiç düşünmeden plansız programsız girdik işin içine. Şunu yapalım mı dedik yaptık, çalalım mı dedik çaldık. Her şey biraz spontane gelişti.Demek ki hepinizin içinde böyle bir müzik yapma açlığı varmış…F.A.: Olmaz mı? Bizi birleştiren en büyük unsurlardan biri de bu açlık. Biraz da bir isyan bayrağı. Hepimiz yıllardır popüler kültürün içinde olan insanlarız. Biz ondan da zevk alıyoruz ama bütün popüler unsurların dışında sadece içimizden gelen müziği ortaya koyduk. Bir araya geldiğinizde hangi duygular ve heyecanla enstrümanlara sarıldınız?F.A.: Kelimelerle tarifi imkânsız. Göksun’un bir taksimi, Eralp’in bir dokunuşu gözyaşlarını akıtmaya yetiyor. Biz gerçekten ağlayarak çaldık söyledik. Lansman konserinde bir eserde ben kendimi tutamadım. Sadece konserlerde değilim, hep de o haldeyiz. İlk konserimizde kafamızı kaldırdığımızda bütün salon ağlıyordu.Rubato müziği hemen algılanabilecek bir müzik değil.Ö.A.: Kimse yanlış anlamasın ama müzik dünyasında var olan gürültü kirliliğine de bir anlamda es vermek istedik. Bizi çok rahatsız eden şeyler vardı. Bir sessizlik olsun istedik. Yaptığımız iş çok aykırı. Biraz anarşist bir iş. Kolay kolay hazmedilebilecek, sohbet ederken dinleyebileceğiniz bir iş değil. Tamamen konsantre olup dinlemeniz gerekiyor. Konserimizde insanlar klasik müzik dinler gibi dinledi. Hatta bir arkadaş, siz oda müziği yapıyorsunuz. dedi.Siz de kendinizi bir oda orkestrası olarak görüyor musunuz?G.Ç.: Evet, görüyoruz. Neşet Ruacan’ın oğlu Nedim Ruacan, bizim için böyle bir tespit yapmıştı. Rubato’ya Anadolu müziğinin oda orkestrası diyebiliriz. Ama içinde Anadolu da var, klasik öğeler de.Bu devirde böyle bir müzik yapmak bir nevi Don Kişotluk değil mi? Hiç ticari endişeleriniz olmadı mı?E.G.: Projenin başından itibaren ne müzikal olarak ne de harici şeylerde en ufak bir endişe içine girmedik. Müziğimizin içinde endişe hiç yok. İlk başta Don Kişotluk konusunda kendimizle dalga geçtiğimiz oldu. Ancak neticede bu müzik, büyük bir kitleyi sarmaya başladı. Çok yeni olmasına rağmen Rubato özellikle üniversitelerden çok talep görmeye başladı. Aslında bu değirmenler, bizim altından kalkabileceğimiz değirmenlermiş. Şu anda yaptığımız işin manevi olarak karşılığını aldık bile, bu da bize güç veriyor. İşin maddi kısmına gelince; biz bunu sadece yaşamaya devam etmek için düşünüyoruz. Hiçbirimizin hayatında lüks endişesi yok. O yüzden yolculuğumuzun uzun süreceğine inanıyoruz.Birçok müzisyen, günümüz müziğinden şikâyet ediyor ama taşın altına elini koymuyor. Siz neden aldınız bu cesareti?F.A.: Bizde endişe yok çünkü. İçinden geleni yapmayıp sektöre yönelik endişelerle bir şey yaptığında o kalıcı olmuyor. Zaten halk da artık bunları yemiyor. Biz kendimizden başka hiçbir şeyi düzeltme peşinde değiliz. Nasıl daha iyi müzik yapabilirizin peşindeyiz.Bir yapımcının bu müziğe sahip çıkması da Türkiye’de çok fazla görülen bir şey değil aslında…Ö.A.: Bu müthiş bir şey. Bunu tasavvur edemiyorduk. Ahmet Çelenk’e gittiğimizde hemen yapalım, dedi. Siz yapmışsınızdır zaten, dedi. Bizi daha geniş kitlelere ulaştırmak için dört koldan çalışıyorlar. Yakın zamanda çıkacaklar…Dinleyicilere günde iki doz öneriyoruzBir hedef kitleniz var mı?Ö.A.: Belirlemedik ama arzuladığımız bir kitle vardı. Özellikle gençlerin bizi dinlemesini arzuladık. Şu anda bize en çok talep üniversitelerden geliyor. Bu da bizi çok sevindiriyor. ‘Enstrümantal müziği 40 yaşın üstü dinler’ algısı da bu şekilde çürümüş oldu. Neden duygusal besteler ağırlıkta albümde?G.Ç.: Belki de enstrümanlarımızla ilgili bu tercih. Belki de aldığımız eğitimle ilgili. Aslında eğlenceli insanlarız. Eğlenceli müzikleri de severek icra ediyoruz. Ama bu albümün kaydı sırasında yaşanan her şey bunu etkiledi. Hayat bize o sırada bu duyguları verdi. Bu tür müzikler yurtdışında büyük ilgi görüyor. Yurtdışına açılmayı düşünüyor musunuz? F.A.: Bizim en başta amacımız, müziğimizi yurtdışında temsil etmekti zaten. Yaptığımız müziğin Türkiye’de anlaşılacağını düşünmüyorduk. Aslında kısa zamanda bu kadar ilgi görmesi bizi şaşırttı ve sevindirdi. Yurtdışı konusunda da birkaç festivalden teklif geldi. Kayıtlarımız sırasında sanat yönetmenimiz Atilla Durak’ın bir arkadaşı geldi. Eserleri dinlerken ağladı. Onun için dinleyicilere günde iki doz öneriyoruz. (Gülüşmeler)
↧