Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, nefret suçları ve söylemiyle mücadelede tanınan isimlerden. Özellikle medyadaki yansımaları üzerine çalışan İnceoğlu'na göre, Türkiye'de nefret söylemi bayraktarlığını köşe yazarları yapıyor.Türkiye'nin ‘nefret suçları' kavramı ile tanışması eski değil. Sizce farkındalıkla birlikte nefret söylemi azalır mı? Yoksa bilinçli bir karşı duruş şeklinde devam mı eder?Nefret söylemi, nefret suçuna giden süreçte tetikleyici görev üstlenebiliyor. Yalnız bundan 'her nefret söylemi nefret suçu ile neticelenir' gibi bir sonuç çıkarılmamalı. Vurgulamak istediğim nokta, nefret söyleminin yasalarla düzenlenmemesi gerektiği. 216. maddemiz var ama nasıl işliyor, adeta bumerang etkisi var. Biz bu kalksın diye uğraşırken ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı bir başka yasa arayışına girmemeliyiz. Aksine dediğiniz gibi farkındalık son derece önemli. Nefret söylemi karşıtı kampanyaların düzenlenmesi, kurbanlarının karşılaştıkları durumların raporlaştırılması nefret söylemi haritasının çıkarılması gerekir. Başka bir deyişle ülkenin nefret söylemi fotoğrafının doğru çekilmesi gerekir. Burada en büyük görev siyasilerimize düşüyor ama onların bu konuda birbirleriyle yarıştıklarını görüyoruz.Nefret suçlarıyla ilgili yasa tasarısı birçok sivil toplum kuruluşunun konuyu gündeme getirmesiyle çıktı. Siz de bu kampanyalarda aktif rol aldınız. Yasanın yetersiz bulduğunuz yanları var mı?Yasa tasarısında uyruk, etnik kimlik ve cinsel yönelim gibi unsurlar yer almıyor. Hâlbuki Türkiye AGİT katılımcı ülkesi olarak, AGİT'in esas aldığı bu ölçütleri nefret suçları yasasından dışlamamalı. Birleşmiş Milletler'e üye bir devletleri olmadığı için ‘millet' olarak kabul edilmeyen Kürtlere yönelik suçlar normal suç sayılıp, ceza kanunu kapsamında ele alınacak. Yani Kürtler bu yasadan faydalanamayacak.Türkiye'nin nefret söyleminden arınma sürecinde medya ne kadar başarılı?Eskiden haberlere baktığımız zaman kötü başlıklar görürdük. Nefret söylemi direkt yüzünüze vuruyordu. Şimdi onlar kendini geri plana çekti. Satır aralarında ve daha üstü kapalı bir şekilde mesaj veriliyor. Bunda her zaman art niyet aramıyorum. Çünkü eğitim seminerlerine gelen gazeteci arkadaşlar, 'Biz yıllardır bu şekilde haber yapıyorduk ama yanlışmış.' diyebiliyor.O zaman medyada da bu söylemlerden kurtulma çabası olduğunu söyleyebiliriz...Evet, ama bugün şöyle bir durum var. Eskiden habercilerin yaptığını şimdi köşe yazarları yapıyor. Bugün nefret söylemi ile ilgili yapılan bütün medya taramalarına göre köşe yazarları nefret söylemini en çok üretenler. Rıfat Bali bir çalışmasında köşe yazarları için yeni aristokratlar diyor. Yani topluma sınıf atlatma, ehlileştirme vasfını üstlenmiş gibi. Okuyucunun duymaya ihtiyacı olanı değil ama kendi tapulu malı gibi gösterdiği yerden istediğini söyleyenler... Haftada yedi gün yazan köşe yazarı da dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Tabii bu tanıma bütün köşe yazarlarını dahil etmek haksızlık olur.Yazılı ve görsel medya gibi mecralara müdahale edilebilir ama sosyal medyada pek mümkün değil. Burada kontrolsüzce yayılan nefret söyleminin varlığından bahsedebilir miyiz?Hızlı yayılım, etkileşimsellik gibi özellikleri yüzünden sosyal medyada nefret söylemi çok daha kolay ve yaygın üretiliyor. Süreç her zaman çok sistematik, planlı ve programlı işlemiyor tabii. Ama bazen adeta bir linç kampanyasına dönüşebiliyor. Belli bir gruba aidiyet yüzünden küçük düşürücü, hedef gösteren ifadeler çok fazla. Diğer taraftan nefret söylemi üreten bu gruba önem atfedildiğini de görüyoruz. Bazı gruplar sosyal medya üzerinden kendi değerlerini artırıp diğerlerini değersizleştirdiğini sanıyor. Bunu yaparken karşı tarafı adeta şeytanileştiriyorlar. Buluşacak hiçbir ortak zemin kalmıyor.Entelektüellerin de Twitter gibi mecralarda insanları fevri davranmaya yöneltecek söylemleri var. Onarılmaya çalışılan zihniyetleri sosyal medyanın yıkıcı üslubundan korumak mümkün mü? Kanaat önderlerine, aydınlara önemli sorumluluklar düşüyor. Özellikle sosyal medyada takipçilerini galeyana getirici, kışkırtıcı tavır sergileyenler var. Hatta zaman zaman kara propaganda ve linç kampanyalarına kadar varıyorlar. Hele hedef gösteren, bizzat dezenformasyon yayan ve nefret söylemi üreten kişiye entelektüel demek pek doğru değil aslında. Aslında sosyal medyanın yıkıcı üslubundan kendini koruması gereken yurttaşın kendisi. Eleştirel olacak, iyi bir internet okuryazarı olacak ve saçılan ideolojik zehirden kendini koruyacak.Toplum olarak nefretimiz hangi yönlerde baskınlaşıyor, hangi yönlerde empati yeteneğimiz artıyor?Türkiye toplumunun kültüründe 'Türklük', 'Sünni Müslümanlık', 'Milliyetçilik', 'heteroseksüellik', 'güçlü aile bağlarına sahip olma' gibi bazı unsurlar var. Bunlar kurucu ideolojinin unsurları, bunların dışında kalanlar topluma yabancılaştırılıyor. Önyargılar kırılıyor tabii ki. Beş on sene önce tabu olarak gördüğümüz şeyleri artık kırdık. Bunlar tartışılıyor, masaya yatırılıyor. Bir sürü önyargı kırılmış oldu. Ancak etnik söylemin dışında bir kutuplaşma da söz konusu. Örneğin kendini laik olarak tanımlayan bir kitle başörtülülere karşı ciddi bir nefret söylemi üretebiliyor ne yazık ki. Ya da kısa giyimli biri için karşı taraf. Kendimize benzemeyen, 'biz'den olmayanları tanıma ve anlama gereksinimi duymadan, nefret duymasak bile uzaktan şüphe ile bakan ve önyargıları güçlü olan bir toplumuz. Bireysel olarak bu önyargıları kırmaya eğilimli olsak bile 'biz' kimliğimize sıkı sıkı sarılmışız ve mahalle baskısı tarafından eziliyoruz. Empati; önyargı, hoşgörüsüzlükle gelişebilecek bir duygu değil ki... Empati kurabilmek için ortak yaşama kültürünü geliştirmek gerekir.Nefret söylemini-suçlarını azaltmak yasalarla çözülebilecek bir sorun mu sizce?Nefret söylemi için yapılacak bir düzenleme ifade özgürlüğünü kısıtlar. Dünyada ve AB ülkelerinde bunların örneklerini görüyoruz. Ancak nefret suçları için aynı şeyi söyleyemeyiz. Toplumsal adaletin sağlanması, dezavantajlı grupların hukuka olan güvenlerini yitirmemesi için nefret suçu faillerinin cezalandırılması gerekir. Böylelikle Hrant Dink katliamı, Rahip Santoro cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı vs. türünden nefret suçları cezasız kalmayacak.Bülent Arınç’ın konuşması ümit vericiSürekli dikkat çektiğiniz bir konu var, ders kitaplarında nefret söylemi ile ilgili. Yetkili makamların bu konuya bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Düzeltmeye yönelik yeterli bir çaba var mı?Bu konuda geçenlerde Sırbistan'da Çevrimiçi Nefret Söylemi konferansı yapıldı. Sayın Bülent Arınç, Avrupa çapında nefret söylemi ile ilgili tüm ülkelerin müfredatlarının taranarak ders kitaplarının yeniden yazılması konusunu gündeme getirdi. Bu sevindirici bir durum. Bu tür bir açıklamanın MEB'i de harekete geçireceğinin bir ön habercisi olduğunu düşünüyorum.Sosyal Değişim Derneği'nin eğitimcilere vereceği insan hakları ve soykırım konusundaki ders projesi var. Bu dersin bütün eğitim fakültelerinde okutulması çok mu ütopik bir beklenti olur?Hayır hiçbir şey ütopik değil, 5-10 sene önce tabu sayılan birçok şey konuşuluyor, toplumsal hafıza harekete geçti ama bir olgunluk süreci lazım. Sosyal Değişim Derneği bu eğitim seminerini İstanbul Bilgi Üniversitesi, Anne Frank House ve ABD Holocaust Memorial Museum işbirliği ile gerçekleştiriyor. Seminerde geçmişteki insan hakları ihlalleri revize edilecek, günümüz toplumlarındaki ayrımcılık, önyargının oluşumu ve sonuçları ele alınacak. Amaç, toplumda insan hakları bilincinin gelişimine katkıda bulunmak.
↧