![]()
Adı üzerinde binbir surat… Farklı makyajlar yapıyor, kılıklara giriyor, farklı suretlerle seyirci karşısına çıkıyor. Binbir surat olması sadece lafta değil, bugüne kadar bine yakın tiplemeye girdi. Halktan birini canlandırdığı da oldu, devlet reisini de. Listesinde kimler yok ki: Zeki Müren, Deniz Baykal, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Bülent Ecevit… 80’li yıllarda Tele Show programıyla siyah beyaz ekrana renk katan, Binbir Surat programıyla hayran kitlesini artıran Atilla Arcan, Türkiye’nin taklitle ön plana çıkan ilk komedyenlerinden. İşinin tahsilini görmüş, İngiltere’de sinema ve şov, Berlin’de makyaj eğitimi almış, sektöre öncülük etmiş bir isim. Farklı, renkli, eğlenceli biri… Atilla Arcan’ı şanslı ve farklı kılan özelliği yönetmen bir babanın oğlu olması. Babası, Hababam Sınıfı’nda okulun sahibi rolüyle bilinen, sinemamızın en çok film çeken yönetmenlerinden Muharrem Gürses. Onun sayesinde 5 yaşında filmlerde rol almaya başladı, 18 yaşında Hz. Süleyman rolüyle beyazperdede boy gösterdi. Arcan’ın hayatının Sahne Arkası’ndayız.ÇOCUKLUK9 yaşındayken annem ile babam ayrıldıDoğma büyüme İstanbulluyum. Babam yönetmen, annem ev hanımı. Oyuncaklarım film makaralarından oluşuyordu. Onları üst üste dizip ev yapardım. Babam sinemadan evvel tiyatroyla uğraşıyordu. Avni Dilligil, Salih Tozan, Vahi Öz’le İzmir’de şehir tiyatrosunu kurmuştu. Onun için 5 yaşında Kadıköy’den ayrılıp İzmir’e yerleştik. 1 yıl sonra anlaşmazlıklar çıktı, geri döndük İstanbul’a. O ustaların arasında piştim. Sonra babam film çekmeye başladı, beni de 5 yaşındayken Kara Efe adlı filmde oynattı. 13 yaşına kadar oyunculuğa devam ettim, ardından tahsilime yöneldim. Oyunculuk yüzünden derslerini ihmal edenlerden değilim. İlk mektebim Kasımpaşa Sururi İlkokulu. En başarılı dersim din kültürüydü. Allah ve peygamber sevgisiyle büyüdüğüm, bununla ilgili araştırmalar yaptığım için kolay geliyordu. Bundan olsa gerek babam peygamberlerle ilgili filmlerde bana roller verdi. Diğer başarılı dersim edebiyattı, matematikten ise zar zor geçerdim. 8 kardeşiz. İki anne, iki babadan… Annem ve babam ben 9 yaşındayken ayrılmışlar. Çocukluğum babamın yanında geçti, istediğim zaman annemi görmeye giderdim. Bu yüzden sıkıntı yaşamadım. İlk zamanlar ablamla çok üzüldük, sonrasında kabullenip hayata devam ettik.GENÇLİKGençliğim Allah’ı aramakla geçtiOrtaokul yıllarında babamın ekonomik durumu iyileştiği için Şişli Koleji’nde okudum. Lisede Site Koleji’ndeydim, üniversitede İzmir Tatbiki Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık bölümünde... Neden bu bölümü yazdığımı da bilmiyorum. Son iki ay kala çalışma mecburiyetinden dolayı okulu bıraktım zaten. Gençliğim çok sakin geçti. Hümanist bir çocuktum. Babam Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden, batıl inançlara karşı biriydi. İsyankâr bir ergen değildim. Gençliğim Allah’ı aramakla geçti. Her sabah secde ederdim, o alışkanlığım hâlâ devam ediyor. İçkim hiç olmadı, sigarayı sonradan bıraktım. Oyunculuk yaptığım için okulda bir hayli popülerdim. Bunun ders geçmeme faydası dokunduğunu söyleyemem. Lise sonda matematikten kalmıştım, bir yıl ezber yapıp öyle okulu bitirdim. İstanbul’da yaşayınca gezdiğimiz yerler Beyoğlu ve çevresi oluyor. Yeşilçam sokağında az tur atmadık. Babamın kurduğu Atilla Film’de beklediğim olurdu. Bir gün biri geldi, iki senaryo (Cesur) getirmiş. Adını sordum. ‘Yılmaz Güneyli’ dedi. ‘Muharrem baba okusun, ben ikinci adam rolünü istiyorum’ deyip gitti. Sıraya koydum, babama verdim. Okudu. ‘İkinci adam rolünü mü istiyor?’ dedi babam. ‘Nereden bildin?’ diye sordum. ‘Onu büyütmüş’ dedi. Aşırı sol olduğu için kabul etmedik. Kervan Film’e gönderdik, orada patladı, gitti.İLK FİLMİlk sahneyi 40 defa çektikHz. Süleyman ve Saba Melikesi (1963). Babam Nezihe Araz’ın yazdığı 28 Peygamber adlı bir kitap vermişti bana. Okurken çok etkilenmiş, “Baba, peygamberlerden birinin filmini niye yapmıyoruz?” demiştim. “Hz. Süleyman’ı yapalım.” dedi. Babam Kur’an-ı Kerim’i okudu, hadislere baktı, Tevrat’ı, İncil’i inceleyip senaryoyu bir yılda yazdı. Başrolü de bana verdi, liseyi yeni bitirmiş bir gence. Hz. Süleyman’ı oynamak benim için çok zordu. Çoğu zaman konsantre olup ağlıyordum. Allah’tan özür diliyor, ‘Beni affet’ diyordum. İstanbul Şile’de vaha kuruldu, çölü andıran Kumbaba’da ve Ant Film Stüdyosu’nda çekimler yapıldı. Kostümleri tarihi kaynaklardan bulup çizmiş, patronları terzi arkadaşlara verip diktirmiştim. Babam o filmde bana baya bir azap çektirdi. Bedevilerden dayak yiyen bir kadını kucaklayıp tedavi etmek için götürdüğüm bir sahne vardı. Kalın kıyafetlerle, çölün içinde aşağı yukarı otuz-kırk adım taşıyordum. Baban da olsa yönetmen. Bir şey diyemiyorsun kırkıncıda ‘Tamam’ dedi. Korktum, “Baba hep böyle mi olacak?” diye sordum. “İnsanlar ‘Oğluna müsamaha göstermiyor, kendimize dikkat edelim’ desinler diye yaptım.” dedi. Film, gösterime girdiğinde anormal tuttu. Türkiye’nin yüzde 60-70’i izlemiştir gibi geliyor.TAKLİTDemirel’in kardeşi beni abisi sandıİngiltere’de oyunculuk üzerine eğitim aldıktan sonra taklit yapmaya başladım. Ankara’da gazinoda program yaptığım dönem... Sonradan TRT’nin başına müdür olan iki kişi ‘Bizimle televizyonda çalışır mısın?’ teklifinde bulundular. Spor spikeri Güneş Tecelli ile program yapmaya karar verdik. O halkın arasında sunum yaptı, ben tiplere girdim. Tele Show anormal tuttu. Derken bir yıldan sonra Binbir Surat’a geçtim. Orada bütün siyasilerin taklidini yaptım. Almanya’da aldığım eğitimle hepsinin makyajını kendim yaptım. Canlandırdığım tip sayısı 824. Beni en çok zorlayan Atatürk’ünkiydi. Kemik yapımız, göz rengimiz benzemesine rağmen 7 saat sürdü makyaj. Hepsi özeldir ama Özal’ın taklidi en çok hoşuma gidenlerdendir. Tatlı bir anım da var: Bir gün Süleyman Bey’in (Demirel) memleketine gittim. Otelde program bittikten sonra “Kardeşini ziyarete gidelim.” dedi arkadaşlar. Makyajımı yaptım, limuzine benzer bir araca binip köye gittik. Herkes etrafımızı sardı. Kardeşi geldi, elimi öptü, küçük bir çocuk ‘dede’ diyerek boynuma sarıldı. Sonra döndü, “Sen benim dedem değilsin eşek kafalı.” dedi. Kardeşi, “Ne yapıyorsun o senin deden.” dedi. Çocuk anladı, kardeşi anlayamadı.AİLE‘Önce sen’ sözleşmesi yaptıkAnkara’da program yaptığım dönem… Eşim ailesiyle beraber beni izlemeye gelmiş. Kulisten Gül’ü gördüm, içim ürperdi. Gösteriden sonra gittim yanlarına oturdum. Babası dışarı çıkmıştı. Annesine “Kızınızı çok beğendim” dedim. “Sanatçısın tamam ama her şeyin bir usulü var. Anneni-babanı alırsın, gelir istersin.” diye cevap verdi. Gül’e baktım kıpkırmızı olmuştu. Kısa bir süre sonra istemeye gittim, evlendik. Eşim sahneye çıkmayan balerinlerden. Can ile Muhlise adlı gösteride Muhlise’yi oynatmıştım. O kadar güzel oynadı ki, boyut değiştirdi. Rol yaparken hiç takılmayan ben, dondum kaldım. Çok iyi bir oyuncu ve aile mühendisi. Dört çocuğumuz var. İlk çocuğumuz daha önce evlilik yaptığım yabancı eşimden. İlk eşim vefat etti ama kızım “Yaşayan annem sensin.” diyor Gül’e. Üveylik yok, birbirlerine candan bağlılar. Gül’le evlenirken bir sözleşme yaptık. İkimiz de birbirimize ‘Önce sen’ diyeceğiz diye. Benler ortadan kalkınca 30 yıllık mutlu bir evlilik ortaya çıktı.ONU ANLATTIGözyaşı göz pınarında hazırdırGül Arcan (Eşi): Atilla mükemmel ölçüde bir eş, babadır. Günümüzde meziyet haline gelen şeyler onun aklında ruhunda var. Dürüsttür, hak yemez, kimsenin kalbini kırmaz. Çok inançlıdır, hümanisttir. İnsanları dil, din, ırk diye ayırt etmez. Baharda dışarıya çıktığımızda bir çiçeğe bakıp ağladığı olur. Duygusaldır, hem de çok. Gözyaşı göz pınarında hazırdır akmak için. Eşim olduğu için söylemiyorum, çok nadir bir insandır. Çekimden geldiğinde neler yaptı etti, anlatır her şeyi. Çocuklarımıza da aşıladığımız birkaç nokta var: Koşulsuz sevgi, dürüstlük. Ne olursa olsun paylaşırız ve hep beraber çözüm bulmaya çalışırız.