Edebiyatçı Adalet Ağaoğlu’nun evine misafir olduk. Önce günlük hayatı konuştuk, sonra edebiyatı, Türkiye’nin siyasi gündemini... Bilinmeyen bir hayli şey anlattı: Romanlarını nasıl yazdığını, yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili ne düşündüğünü, oyunlarının Devlet Tiyatrosu’nda neden oynanmadığını, üzerinde çalıştığı yeni projelerini...Hayatınızı oyun olarak yazsanız komedi mi olurdu, dram mı, vodvil mi?Tek perdelik bir oyunum var: Tombala. Anne babamdan yola çıkarak yazdığım yaşlı bir karı kocanın hikâyesini anlattığım bir oyun. Şimdi eşimle Tombala’nın ikinci perdesini oynuyoruz. Yazdığımda onlar 50 yaşındaydı, şimdi biz 80 yaşındayız. Türü ne olurdu bilemem ama başrol oyuncusu kesin isyankâr bir kadın olurdu.Neden isyankâr?Bilmiyorum ki. Hiçbir zaman eşitsizliğe ve haksızlığa dayanamadım. Çocukluğumda da böyleymişim. O kadar ısrarcı olurmuşum ki ‘inatçı keçi’ derlermiş bana. Baskılara tahammül edemiyorum.İsyankâr olduğunuz kadar biraz yalnız bir kadın gibisiniz...Bundan şikâyet etmek gerekmiyor. Eğer böyleysen yalnızlığa da muhtaçsın. Ayrıca yalnızlığı her zaman sevdim. Yine çocukluğuma gideceğim: İki katlı ahşap bir Ermeni evinde büyüdük. Merdiven altında boş bir yere saklanıyormuşum. Bakıcımız önüme bir perde çekip ‘burası senin odan’ diyormuş. O zamanlar da seviyormuşum yalnızlığı.Nedir yalnızlığı cazip kılan?Yalnızken zamanı daha iyi değerlendiriyorum duygusu var belki. Bilmiyorum. Bazısı eşi yanında yokken yatıp kalkamaz değil mi? Ben kalkarım. Halim’ciğim (eşi) o bakımdan hiç cefa çekmedi. Kendisi büyük bir kara yolcu. Türkiye’nin her yerine gidiyor, şantiye şantiye dolaşıyor. Ben her yerde yalnız yatıp kalkıyorum: 15 gün, 20 gün filan... Adada bir evimiz vardı. Komşu kadın derdi ki: Eşim yanımda olmayınca adaya gelemiyorum. Siz nasıl yapıyorsunuz? Çok memnunum diyordum: Yazıyorum, müzik dinliyorum. Yalnızlığı hep sevdim. Yanında güvendiğin, sevdiğin bir dostun olunca o yalnızlığı sürdürebiliyorsun.Yaş biraz ilerleyince insan şikâyetçi olmuyor mu yalnızlıktan?Öyle bir şey hiç düşünmedim. Üçü erkek, dört kardeşiz biz. Belki sevdiklerinden, belki koruma duygusuyla erkek kardeşlerimin devamlı gözetimi altındaydım. Bu durum hoşuma gitmediği için herhalde hep yalnız kalmak istedim. İnsan geçmişi en çok yaşlılıkta düşünüyor. Şimdi anne-babamın değerini çok daha iyi anlıyorum. Düşünsenize dört çocuk var. Çamaşır-bulaşık makinesi yok, hazır yemek yok. Şu yok, bu yok. Yardımcısıyla beraber her şeyi halletmeye çalışıyor. Hiçbir zaman öyle kalabalık aile istemedim. İnsan yaşlanınca çaresizlik duygusu hayatını kaplıyor. Halim’de de var bu, bende de. Geçmişte yabancı bir yazarın deneme kitabında şu cümlenin altını çizmiştim: “İnsanın en hayırlı belası çaresizliktir. Çünkü yaratıcıdır.” Sahi bıçağın, ateşin bulunuşu hep çaresizlikten…Bu dönemde kendinizi daha üretken hissediyor musunuz?Yaratıcılığım içimde kalıyor, o kadar. Eski enerjim yok. Yaşadıklarım da az buz şeyler değil. Her yazarın kafasında bir şeyler dolaşır. TRT’de çalışırken her şey içimde kalıyordu. Enerjimi radyoda harcıyordum. Oradan ayrılıp kendimi tamamen yazarlığa verince çok daha verimli oldum.Hiç çocuk sahibi olmayı düşünmediniz mi?Öyle üç çocuğu olacak kafada insanlardan değilim. İkimiz de hiç istemedik. Böyle bir sorumluluk duygumuz olmadı. Hangi dünyaya çocuk getireceğim düşüncesi çok baskındı. Bunun hesabını veremem. Nüfus kâğıtları bile bizim değil. Devlet kimliğine İslam yazıyor. Nereden biliyorsun Müslüman olduğumu. Belki olurum, belki olmam. Bırak da ben seçeyim. Bunlara hep karşı oldum.Evlendiğiniz günden bugüne bakış açınız hiç değişmedi mi?Değişmedi. Belirsiz bir döneminde daha da baskınlaşıyor bu. Gençken amacınız oluyor: Cumhuriyet olacak, demokrat olacağız falan filan. Evlendiğimizde 25-30 yaşındayız, bunları tartıp biçme yaşında. O umutlar kayboldukça belirsizlik dünyasının içine düştük. Kendi kendimizi var edelim şimdi.Savaş olmasın demek yetmiyorDünya büyük bir kaos içinde. Kaleminizle dünyayı değiştireceğinize hâlâ inanıyor musunuz?Böyle soruların cevabı hem çok kolay hem çok zor. Bugünler barış isteme günü. Keşke barış olsa deyip işin içinden çıkarım ama asla demem. Barış istemek çok naif bir kelime… Nükleer silah var şimdi. Kimin elinde para, petrol varsa orada nükleer silah var. Hangi barıştan bahsedeceksin? Savaş olmasın demek yetmiyor. Bütün mesele tüketim ekonomisinin nasıl işlediği sorunu. Nükleer silaha değinmeden ‘barış’ diyemiyorum.Yazmak dışında bir şey yapamamak sizi nasıl bir duyguya sürüklüyor?Çaresizlik. Bir dönem edebiyata müthiş küsmüştüm. İlişkiler hoşuma gitmiyordu, güven ortamı sarsılmıştı. 10 yılda bir roman yazmayı düşünmedim. Zorunlu olarak hayatımın dışında kılındı. Hiçbir kabahatim yokken beni araba ezdi, üç yıl hastanede kaldım. Yürüyemiyorum, geceleri tek başıma dışarı çıkamıyorum. Bir de yaşlılık var. O zaman insan ya içine çekiliyor ya da küsüyor. Susuyor...Edebiyat dünyasından görüştüğünüz, sizi dinleyen kimler var?Henüz yıpranmamış, leke almamış arkadaşlarım var. Bir iki sinemacı, yazar… Eski dostlarıma çok bağlıyım, onlarla her zaman görüşüyorum. Sayıları çok fazla değil.Az olmasının sebebi ‘ben olabilir miyim?’ diye düşündüğünüz oluyor mu?Adım adım yaşanan şeylere bağlı. O zaman, o an gelmişse ‘iyi arkadaşım’ dediğim birisine başını çevirip gidebiliyorsun. Geçebilmek de lazım. İkiyüzlülükten hiç hoşlanmadım. Yüzüne söylemediğim bir şeyi kimsenin arkasından söylemedim. Dedikodu bir kulağımdan girer, diğerinden çıkar.Yazarlar milyarder bile oluyorEdebiyatın çok satan kitaplara emanet edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?Tüketim ekonomisinin ahlakı böyle. Yayınevleri yaşayabilmek için çok satan yazar istiyor. Eskiden çoğu kişi Behçet Necatigil gibi hem öğretmenlik hem yazarlık yapardı. Bir işi olmadan yazar olunamazdı. Şimdi öyle değil. Yazarlar milyarder bile oluyor. Ben yazımı yazıp bir yere veriyorum, okunursa okunuyor.Kitaplarınızın çok okunmasını istemez misiniz?Bizim zamanımızda reklam, kitap yoktu. İki edebiyat dergisi vardı, eleştirmeni iyi yazarsa ‘romanın iyiymiş’ denirdi. Biz o dönemin yazarıyız. İlk romanımın okuyucusuna olan sorumluluğumu devam ettiriyorum. Çoğu zaman yazmayışımın altında bile onun beslediği iyi duyguyu hak edemem düşüncesi var. Oyun yazarıyken edebiyat yazarı olduğum dönemden daha ünlüydüm. Yüksek Gerilim ile Sait Faik Hikâye ödülü (1975) almam beni öbür hikâye yazarlarına düşman kıldı.Neden düşman kıldı?İnsanlarda kıskançlık, kötüleme duygusu var. Herkeste yok ama olanları görüyoruz. Ben ödül aldıkça düşman kazandım. Öyle yazarlar oldu ki bu ülkede ödülün peşinde koşuyor. Ödüle başvurulmaz, seçilir. Başvurarak ne zaman seçilir? Resmi bir yer olduğunda. Namık Kemal veyahut Nazım Hikmet ödülü konulur, jüri oluşturulur. Gönderirsin, değerlendirilir. Başka türlü olmaz. Cumhurbaşkanlığı ödülünü aldığımda beş yazar gazetede açık açık küfretti, lanetlediler beni. Ertesi yıl Cahit Külebi’ye verildiğinde mutlulukla karşılamışlardı.Siz neden böyle bir tepki aldınız?O sıralarda Aziz Nesin’le birlikte düşünce özgürlüğü adına sesimizi duyurmak için bildiriler yayınlamıştık. Kitapların toplatıldığı bir dönemde Cumhurbaşkanlığı edebiyat ödülü veriyor, Türk Edebiyatı’na sahip çıkılıyor diye teşekkür ettiğim için… Neler söylemediler ki. Bir tanesi ‘bunun ne mal olduğu soyadından belli’ dedi. İktidar sahiplerinden, Samet Ağaoğlu’ndan sanıyorlar beni. Ödül alınca beni eleştiriyorlar, seçici kurulu değil. Bunlar tam romanlık konular.Hepimiz Hrant’ız dediğim için sokaktan ismim silindiKaç kere yazılarımdan dolayı başım belaya girdi. Derin devlet beni çürütmeye, pisletmeye kalkana kadar yazdım. Kendime hiç oto sansür uygulamadım. Çok satarmış, şu olurmuş, bu olurmuş düşünmedim. Canım ne istiyorsa onu yazdım.En isyankâr günlerimden biri Hrant’ın (Dink) vurulması oldu. Çocuk doğurmayarak ne kadar iyi bir şey yaptığımı anladım. Ölümünden sonra ‘Hepimiz Hrant’ız’ diye yürüdüğüm için Nallıhan’da (doğduğu yer) bir sokağa verilen ismim kaldırıldı, yerine kardeşimin ismi verildi. Başka bir yönetim olsa başka bir karar verir. Zihniyet meselesi.Belediye başkanları partisiz olmalı. Parti olunca seçim sandığı araya giriyor. Herkes partisinin keyfine, ilkelerine göre oynuyor. Başkan şehircilik ve iletişimden anlamalı. Ülkemiz öyle profesörlerle dolu. Keşke böyle isimler adaylığını koysa.Başındakini çıkar diye boğaza sarılanı meclisten kovarım!Referandumda ‘evet’ dediğiniz için mahalle baskısı gördünüz mü?Üst katımda Muğla’daki üniversitede ders veren genç bir hanım vardı. Adalet Hanım siz gerçekten AKP’li mi oldunuz, dedi. Uzun süre öyle olduğumu düşündüler. Ki ben ömrüm boyunca hiçbir partiye girmedim. ÖDP’den beni, Can Yücel’i, Fakir Baykurt’u onur üyesi olarak aday gösterdiler, orada bile imzam yoktur. Yeni anayasa için ‘evet’ demiştim, hâlâ bunu istiyorum. CHP dâhil kimse kırmızı çizgilere dokunmuyor. İlk dört madde ırka dayalı. Onlar düzeltilmedikçe yeni anayasa olmaz. Yamalı bohça gibi eskinin orasını, burasını düzeltmekle olmaz. Şimdiki anayasa darbeden kalmadır ve gayrimeşrudur.Sizin kırmızı çizgileriniz neler?Çizgisi olmayan bir anayasa. Eşitlikçi, demokratik, yeni… Irka bağlı olmamalı. Yeni bir anayasa olmadan demokrat bir ülke olamayız. Onun için olimpiyatı da kaybedersin, Avrupa Birliği’ne de almazlar. Çünkü sözde demokratsın. Laik de denemez. Laiklik mitingleri de çok gülünçtür. Postal öpe öpe laiklik mitingi yapanlar şu soruyu soruyor mu: Devlet parasıyla Diyanet İşleri kurulur mu?Kurulur mu?Mustafa Kemal bunu yapmaya mecburdu. Çünkü toplumun çoğunluğu Müslüman’dı. Onları avucunda tutmak için yaptı. Çoğunluğu yan yana getirip Türkiye’yi kurdu. O dönemin şartları içinde öyle olması gerekiyordu. Şartlar değiştikçe, her şey değişir. Ülke azınlıklarla dolu. Ne o bölmek, herkes Türkçe mi konuşacak, bilmem ne. Yeni anayasa yapılmadan Kürt sorunu da çözülemez. Onları yok farz etmişiz.PKK’nın geri çekilmeyi durdurmasını nasıl yorumluyorsunuz?Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. BDP de demokratik bir anayasa istiyor. PKK’ya değil, Meclis’teki partiye bakarım. Bu ülkede ölüm durdu. Kan akmadı, hepimiz memnuniyetle karşıladık. Kürt sorununun çözülmeyişini, atılan güzel adımın askıda kalışını anayasa yapılmamasına bağlıyorum.Sizce anayasa neden yapılamıyor?Ordu ülkenin gözbebeği olduğu için... Darbelerden sonra asker meclisi MGK’yı oturtuyor. Meclisin yeni bir partisi var, Milli Güvenlik Partisi. Diğer siviller onun emir kulu. Böyle düşünürsek her şey çözülür. Kılıçdaroğlu neden Dersim olaylarına hiç değinmiyor. Onların zamanında hep demokrasi mi vardı, bu olaylar yaşanmadı mı? Cumhuriyet kızıyım ben. Bunları söylemek nankörlük gibi gelebilir ama ona olan borcumu ödedim. Millet hep devlete borç ödüyor. Tam tersi olmalı, devlet millete borç ödemeli. Devlet, anayasayla bu borcu öder.Seçimlerde AKP başörtülü milletvekili adayı gösterecek.Başörtüsü temel haktır. Kamuda da olabilir. Bunu yasaklayamazsın, üniversiteye böyle giremez diyemezsin. Orası herkese açıktır. CHP İzmir milletvekili gibi boğazına yapışıp çıkar bunu demeyeceksin. Başörtüsünün üstüne bu kadar gidilmeseydi çoktan çözülmüştü. Televizyona çıkan başörtülü kızları görüyorum, ne kadar güzel hepsi, güzel giyiniyorlar. Kendini öyle güzel görüyorsa ne diyeceksin? Millet başörtülü birini seçtiyse o öyle Meclis’e girer. Şart seçilmek değil mi? Buyurun işte sandık iktidarı… Ben olsam başındakini çıkar diye diğerinin boğazına sarılanı Meclis’ten kovarım. Tuttular bu kadını CHP milletvekili seçtiler. Açık konuşursak oy verecek bir parti bulamıyorum.Orhan Pamuk Nobel’i kaldıramadıBugünlerde neyle meşgulsünüz?Bütün yaz boyunca üç hastane dolaştım, iki ameliyat geçirdim. Buna rağmen iki kitap yazdım. Bir tanesi 12 Eylül’ü protesto kitabı. O dönem basın tutuklananları yazıyordu. Gündemi farklılaştırmak için Milliyet’teki köşemde dışarıdakileri yazdım. Aileler çocuklarının, kocalarının nerede olduğunu bilmiyor, hapishane hapishane dolaşıyorlardı. Hikâyeler, uzman görüşüyle beraber 1987-88 yıllarında yayınlandı. Gezi Parkı olayları beni o günlere götürdü. Bugünü ve Evren Paşa dönemini düşündükçe hastalığıma rağmen sorumluluk duygusayla çalıştım, bunları ‘Duvarların Dışında’ adıyla kitap haline getirdim.Görüştüğünüz kişiler arasında tanıdığımız isimler var mı?Eşber Yağmurdereli ile başladım. Hapisteyken onun kız kardeşini bulup konuştum. Anne-babası vardı, yaşlılardı… O kadar içten, berraktı ki, anlatamam. Üç yıl önce kaybettik, o güne kadar dostum kaldı.İkinci çalışmanız nedir?2012’nin Aralık ayında karnıma düştü. Romanlarım için hep böyle derim. Ocak ayında yazmaya başladım, Fikrimin İnce Gülü gibi bir yılda bitirmeyi düşünüyordum. Londra’ya kitap fuarının dönüşünde 30 sayfam bilgisayardan silindi. Vakit biraz uzadı.Günlük programınız nasıl?Eskiden sabahlara kadar çalışırdım. Şimdi sekiz saat çalışınca kendime şaşıyorum. Zaman avcılığı yapıyorum. Yazmak için sakin ve huzurlu zaman gerekiyor. Orhan Pamuk’a bakın Nobel’i kaldıramadı mesela. Nobel iyi bir yük değildir, ödetirler. Dünyanın her yerinden çağırıyorlar, gidip konuşuyor. Bunun altından nasıl kalkıp yılda iki kitap çıkarıyor, bunu aklım almıyor. Yalnız onun için söylemiyorum. Yanında biri varken yazanlardan değilim. Tamamen konsantre olmam lazım, yanımdan kedi bile geçmeyecek.Eşiniz bu duruma nasıl ayak uyduruyor?O benim dostum. Yazarlara, sanatçılara büyük saygısı var. Beni de bunun için seçti diyerek takılıyorum. Viyana’ya gidip üç ayda Romantik Bir Viyana Yazı’nı yazdım. Hangi koca buna razı olur? Bu kültüre bağlı.Askeriyeyi eleştirdiğim için DT oyunlarımı oynamıyorBugünkü tiyatroları takip edebiliyor musunuz?Ne yazık ki gidemiyorum. Çok üzülüyorum. Eskiden figürana kadar herkesi ezbere bilirdim. Bugün yeni sanatçıları tanımıyorum.Üzerinde çalıştığınız oyunlar var mı?Yazdığım oyunlar oynanmadı ki. Duvarın Öyküsü’nü 40 yıl önce yazdım, Ankara’dan aradılar bunu çocuk oyunu olarak yazar mısınız diye rica ettiler. Yazıp gönderdim. Ne oynayacağız dediler, ne de reddettiler. Ses seda yok. Devlet ve Şehir Tiyatrosu repertuarına giren oyunlarım var, onlar da oynanmıyor.Zor oyunlar oldukları için mi? Yoksa…Siyasete bağlı bir şey. Bir şey diyemiyorsun. Neden oynanmıyor, soruma cevap veren yok. Adım, sanım var, kendiniz istemişsiniz üstelik. Bir Düğün Gecesi romanımdan sonra peşime derin devlet ajan taktı. Çalıntı deyip karalamaya çalıştılar. Devlet Tiyatrosu (DT) benim adıma çok güzel bir kütüphane kurmuş, müze açıyorlar. Ancak 12 Mart’tan beri DT’de bir tek oyunum oynanmadı. Bunun altında 12 Eylül’de kalan bir şeyler var.12 Eylül’de neler yaşadınız ki?Fikrimin İnce Gülü romanını askeri kötü gösteriliyor gerekçesiyle toplamaya niyetliymişler. Bir Düğün Gecesi ile Türk romanında ilk defa TSK’yı küçük düşürüyormuşum. Sonradan anladım ki bizim romanlarımızda askeriye yüceltilmek için var. Temiz, kahraman olarak… Romanımda darbeleri tartıyordum, çıktıktan sonra 12 Eylül patlak verdi. Ölmeye Yatmak romanım o yılın bütün ödüllerini aldığı için toplayamamışlardı. Fikrimin İnce Gülü’nün mahkemesi iki yıl sürdü. Bunlar yaşanırken neden böyle oluyor demeye lüzum kalmıyor.
↧