Türkiye’de ırkçılık denince akla Batı’da siyahilere uygulanan ayrımcı hareketler geliyor. Oysa Ermeni, Rum ve Yahudilere karşı hakaretler içeren tavırlar, bugün hâlâ hayatımızın bir parçası. Hal böyleyken ırkçılığın tanımının tekrar yapılması şart.Geçtiğimiz hafta gündemin en çok tartışılan konularından biri de milli güreşçi Rıza Kayaalp’in ırkçı ifadeler içeren tweetleriydi. Kayaalp’in Gezi Parkı eylemcileri ve Ermenilere yönelik nefret suçu içeren sözleri çok fazla tepki çekti. Kayaalp, attığı tweetlere rağmen hâlâ Milli Takım’da yer alıyor. Akdeniz müsabakalarında da kafileyi temsilen flamayı taşıyan sporcuydu.Maalesef ırkçılığı hâlâ üzerinden atamamış bir toplumda yaşıyoruz. Birçok kişinin aklına ırkçılık denince sadece siyahîlere karşı uygulanan ayrımcılık gelebiliyor. Çünkü her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ‘Irkçılık nedir?’ sorusunun cevabı sosyo-kültürel kodlarımızla ilgili. Bir Ermeni’ye, Rum’a, Yahudi’ye, Arap’a karşı sarf edilen ırkçı ifadeler birçok yerde olağan hatta takınılması gereken haklı bir tavır olarak algılanabiliyor.Amerika’daki insan hakları hareketi ve Avrupa sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmasının sonrasında siyahî halkların gösterdiği pasif direniş, tüm dünyanın dikkatlerini ırkçılık sorunsalına çekmişti. Batı’nın gözlüğüyle bakmaya alışık olduğumuz için bugün maalesef ırkçılık denince zihnimizde sadece Batı’da siyahîlere uygulanan ayrımcı uygulamalar canlanıyor. Kendi içimizde farklı olana uygulanan ayrımcılık, hor görme yahut aşağılama ise gerekli bir milli duruş olarak algılanabiliyor. Bu sebeple siyahî bir futbolcuya muz atılması ırkçılık olarak tanımlanabilirken, bir Ermeni’ye hakaret etmek gayet sıradan.Buna rağmen ülkemizde siyahîlere karşı ırkçı bir bakış açısı yok diyemeyiz. Bugün artık çok az sayıda olan siyahî vatandaşların ruhen tecrit altında olması, Osmanlı döneminde bu topraklarda yaşamış olan birçok siyahînin Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra göç etmesi yahut ‘Yalan söylüyorsam Arap olayım.’ deyişinde siyahîlerin hedef alındığı bir aşağılama ifadesinin oluşu, meselenin aslında paspasın altına gizlendiği gösteriyor. Yani bugün siyahîler sayıca fazla olsaydı, Türk asıllı olmayan birçok Türkiyelinin gördüğü ayrılıkçı muamele onlar için de çok daha hissedilir düzeyde olacaktı. Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, konuyla ilgili olarak, Türkiye’de ırkçılığa karşı yeterince yaptırım uygulanmadığını ifade ediyor: “Irkçılık, elbette sadece siyahlara yönelik utanç verici ifadelerden veya ayrımcı pratiklerden ibaret değil. Türkiye’de ayrımcılık yasağının gereği gibi uygulandığı da söylenemez. Ama meselenin hukukun ötesinde bir boyutu da var. Bu tür tutumların hukuktan önce ciddi bir ahlaki kınamaya ve yaptırıma tabi tutulması gerek. Özellikle futbolda kulüplerin bu utanç verici ırkçı ifadeleri sergileyen sporcuları korumaması beklenirken onlarda daha çok görmezden gelme eğilimi var. Bu çok üzücü ve düşündürücü.”Prof. Dr. Ferhat Kentel ise Türkiyeli siyahîlere karşı da ayrımcılığın söz konusu olduğunu söylüyor. Dalamanlı siyahî bir öğrencisinin küçük yaşlarda renginin açılması için çamaşır suyu içtiğini anlatan Kentel, bir kız çocuğunun bu raddeye gelmesinde toplumda farklı olana karşı uygulanan tahammülsüzlüğün sebep olduğunu anlatıyor. “Bu memleketten Ermeniler, Rumlar kovuldu, kalanların ağızlarını açmamaları gerektiği dayak-sopa ile öğretildi. İnşa edilen ortalama makbul Türk vatandaş gömleğine herkesi sokabilmek için uygulanmadık baskı kalmadı. İnsanların başörtüleri, dilleri, isimleri, köy, kasaba, dağ, bayır isimleri silindi... Ve yaratılan sonuç ortada: Adında ‘milli’ olan bir kişi ‘ırkçı’ olmayı meziyet sanıyor.”Irkçılık meselesinin travmatik bir durum olduğunu söyleyen Kentel, sözlerine şöyle devam ediyor: “Aslında belki buradaki psikolojik, psikanalitik süreçleri de düşünmek ve bu ‘milli’yi anlamak gerekiyor. Bu makbul ‘millilik’ herkeste o kadar çok nefret edilecek unsur buldu ki, bir müddet sonra, herkes hem kendisinden hem de başkasından nefret etti. Bu ‘milli’ kişilik inşasından, annesi başörtülü olmasına rağmen başörtülülerden nefret edenler; annesi Ermeni olmasına rağmen Ermenilerden nefret edenler; annesinin (ya da babasının, dedesinin) dili Kürtçe ya da Çerkesçe olmasına rağmen anadil talebinde bulunanlardan nefret eden travmatik insancıklar çıktı. Yani tam da kendi içinde var olan ve çok korktuğu ‘ötekiliği’ saklamak için başkasından nefret etmeyi öğrendi bu insanlar.” Günümüzde ırkçılık algısı ile ilgili olarak ezber bozan gelişmeler yaşanıyor olsa da, neredeyse patolojik olarak nitelenebilecek durumları hâlâ gözlemleyebiliyoruz. Milli güreşçinin işlediği nefret suçu bu duruma örnek sayılabilir.Halk deyişlerimize yerleşmişSon yıllarda azınlıklara karşı güdülen önyargı her ne kadar geçmişe nispeten azalmış olsa da ‘öteki’ olan hâlâ dışarıdan, hâlâ buraya ait değil, hâlâ dış mihrak. Taksi şoförlerinin ‘Ben Ermeni’yim’ diyen kişilere ‘Aman abi estağfurullah’ diyerek cevap verdiği, değil sadece Türkçe konuşmak, farklı yörelerin ağzıyla konuşan insanlara karşı dahi ayrımcılığın yapıldığı bir ülke burası. Öyle ki halk deyişlerine kadar yerleşmiş birçok ırkçı ifade bugün hâlâ normal deyişlermişçesine kullanılabiliyor. ‘Ermeni dölü/Ermeni tohumu, Rum dölü/Rum tohumu, Ermeni gelini gibi (kırıtmak), Erindiğinden Ermeni’ye dayı demek, Arap olayım, Çıfıt (Yahudileri aşağılamak için kullanılan bir kelime) çarşısı gibi, gavur ölüsü gibi’ deyişler dilimize yerleşmiş ayrımcı deyişlerden sadece birkaçı.
↧