Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all 3284 articles
Browse latest View live

Kimileri ‘artist’ doğar

$
0
0
Üretimde Hollywood’u bile geride bırakan Hint Sineması, Raj Kapoor’a ait ‘Avare’ filminin ardından ‘Barfi’ ile tekrar Türkiye sinemalarında. Filmin başrolünde ise Raj Kapoor’un torunu Ranbir Kapoor var.Her yıl binin üzerinde filme imza atarak Hollywood’un üretimini neredeyse 3’e katlayan Hint sineması, uzun bir aradan sonra yeniden Türk seyircisiyle buluştu. Geçen hafta gösterime giren ve sağır-dilsiz bir adamın aşk hikâyesini anlatan ‘Barfi’, kahramanıyla aynı adı taşıyor.»»

[Kuş Bakışı] Grev neden çalışanlara takıldı?

$
0
0
Türk Hava Yolları’nda çarşamba günü başlayan grev, çalışanlar ilgi göstermeyince beklenen etkiyi göstermedi. Grev sebebiyle sadece uzun süreli uçuşlarda gecikmeler yaşandı. Bu yenilginin artçılarının sendika yönetiminde nasıl bir etki oluşturacağını ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.Hava–İş Sendikası tarafından hafta içinde Türk Hava Yolları’nda başlatılan grev, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada dikkatle takip edildi. 218 uçaklık filosuyla, 187 uluslararası, 36 yurtiçi olmak üzere dünyada 223 noktaya uçuş düzenleyen THY’nin olası bir grevle duracak uçuşları,»»

3 bin yıllık mağaraların önünde piknik keyfi

$
0
0
Havalar ısındı. Hem piknik yapıp temiz hava alabileceğiniz hem de İstanbul’a yakın yerler mi arıyorsunuz? İstanbul’daysanız Çatalca’ya bağlı İnceğiz köyü sizin için iyi bir seçenek olabilir.İstanbul’un trafiğinden, gürültüsünden uzaklaşıp doğayla iç içe bir yer arıyorsanız size bir tavsiyemiz var. Çatalca’ya bağlı İnceğiz köyündeki Dora Et Lokantası’nın bulunduğu tesiste ister tüm aile piknik yapabilir, isterseniz de mekânın içindeki bu lokantanın farklı lezzetlerini»»

Dünyanın en büyük sorunu egolar

$
0
0
DJ Arkın Allen nam-ı diğer Mercan Dede, altı yıllık bir aranın ardından yeni albümü Dünya (Earth) ile karşımızda. Müziğe ara verdiği dönemde insan olmayı öğrenmek için çabaladığını söyleyen müzisyen, günümüz dünyasının en büyük sorununun ‘egolar’ olduğunu söylüyor.‘Nar’, ‘Su’ ve ‘Nefes’ albümlerinin ardından ‘Dünya’ ile karşımızdasınız. Bu, ‘anâsır-ı erbaa’ dörtlemesinin son albümü mü?Onu hatırlatan, o yoldayız diyen ama farklı bir albüm. Toprak’a yıllar önce başladım aslında, birkaç beste»»

Türkçe’nin gurbetçileri

$
0
0
Kimi Türkçe konuşmanın yasak olduğu bir okulda öğrenim görmüş, kiminin babası sırf Türkçeyi iyi öğrensinler diye Fransızca sordukları sorulara cevap bile vermemiş. Türkiye’nin gurbetçi ünlüleri Türkçe Olimpiyatları dergisine konuştu.Bu yıl 11.si düzenlenecek Türkçe Olimpiyatları vesilesiyle Hadise, Orhan Kılıç, Mahinur Özdemir, Cem Özdemir ve Halil Altıntop’un Türkçe öğrenme ve konuşma serüvenlerine kulak verdik.Dansçılarımla İngilizce, ekibimle Türkçe, arkadaşlarımla Flamanca konuşuyorumHADİSE: Gurbetçi ünlü deyince akla»»

Beni bir kişi izlesin yeter!

$
0
0
Türkiye’de sadece tek sinemada gösterime giren filmler var. Uluslararası festivallerde en büyük ödülleri alan saygın isimlerin filmleri: Michael Haneke’nin, Aida Begic’in, Ken Loach’un… Seyirci sayıları parmakla sayılacak kadar az. Festival filmlerinin seyirciyle buluşamaması büyük bir tehlikenin habercisi.Tablo çok net, festivallerden ödülle dönen filmler, ne gösterilecek salon buluyor, ne de seyirci. Yönetmene göre değişmiyor durum. İsterseniz herkesin önünüzde önünü iliklediği auteur yönetmen olun, isterseniz ilk filmiyle rüştünü ispatlamış bir genç yönetmen olun sonuç aynı.Örnekler üzerinden gidelim;»»

Vasiyet ona nasip oldu

$
0
0
1960 darbesinin yıldönümünde yeni bilgiler ortaya çıkmaya devam ediyor. Bugün Gazetesi muhabiri Kamil Maman, araştırmaları sonucunda Demokrat Parti'nin kurucusu Refik Koraltan'ın hatıratını buldu ve yayımladı. Maman'a göre Koraltan'ın vasiyeti de yerine gelmiş oldu.Refik Koraltan’ın hatıratı ilk kez yayımlanıyor. Nasıl ulaştınız?Zaman Gazetesi’nde çalıştığım»»

Şefkat ve merhamet aşktan güçlüdür

$
0
0
Psikolog-yazar Mustafa Ulusoy, Aynalar Koridorunda Aşk romanını 10 yıl aradan sonra genişleterek tekrar yayımladı. Ruhu aşkın koridorlarında dolaştıran yazarla, aşkın gerçek mahiyetini ve onun derdiyle yaşamayı konuştuk. Aşkın boy aynasındaki ölçüsünü gösteren kitap, nice dertli gönülleri teskin edeceğe benziyor.‘Ruhun röntgeni’ ne demek?İnsan denilen varlığı tanıma çabası…İnsanın kendisini tanıması o kadar zor mu ki röntgenini çekmek gerekiyor?Çok zor. Zorluk şuradan kaynaklanıyor. İnsanın hakikatle arasında perdeler, berzahlar var. Bu, insanın kendi hakikatine ulaşmasında da geçerli,»»

Yakında görüşmek üzere

$
0
0
Siyah beyaz bir devir kapandı, ‘feda’ sezonunda İnönü’ye veda günü geldi. İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yokluk yıllarında inşa edilen tarihi İnönü Stadı, geçtiğimiz hafta son kez bir futbol maçına sahne oldu.Beşiktaş’ın Gençlerbirliği’ni konuk ettiği karşılaşma ile Dolmabahçe’de hüzünlü bir ‘veda’ gerçekleşti.Milyonların hafızasında türlü hatıralara sahne olan bu görkemli yapıdan kimler geldi, kimler geçti… Süleyman Seba’lar, Ziya Doğan’lar, Atom Karınca’lar,»»

3 aile 1 salon hayatlar

$
0
0
Dar gelirli birçok aile, kira ve fatura masraflarını azaltmak için iki-üç aile birlikte yaşıyor. Hepsini bu koca şehirde daracık evlere mecbur eden hikâye ise neredeyse aynı: Terör, işsizlik, kan davası… Peki ya sonrası? Uçsuz bucaksız dağ ve tepelerde gezinmeye alışkın köylüler, iki odalı evlere hapsoluyor. İşte metrekareye en fazla insan düşen evlerin hikâyesi…Büyük şehirlerde dar gelirli aileler yüksek kiraları ödeyebilmek ve fatura masraflarını azaltmak için üç beş aile birlikte yaşıyor.Böyle birden fazla ailenin yaşadığı dört farklı eve misafir olduk, onlarla vakit geçirdik. Hepsinin de büyük şehre gelmesinin nedeni aynı: Terör, işsizlik ve kan davası.»»

Türkiye bize savaş açamaz

$
0
0
Tarihçi Ali Satan, İngiliz Yıllık Raporları serisinin 5. kitabı 1924’te yer alan çarpıcı belgeleri açıklıyor.Raporlara göre, İngilizler, özellikle Türk ordusunun envanterini çıkarmış. Söz konusu durumu Londra’ya şöyle bildirmişler: “Türk hükümetinin İngiltere ile savaş riskini göze almaya hiç niyeti olmadığı bu hususta gayet aşikârdı.” Kitapta ayrıca Cumhuriyet’in ilk kayıp parasından»»

Avrupa’nın mistik sesi Natacha Atlas: Hayalim İstanbul’da konservatuar eğtimi almak

$
0
0
Natacha Atlas, Arapça, İngilizce, Fransızca ve İspanyolcayı iyi derecede konuşan ve müzikle kaynaştırabilen bir sanatçı. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin şiirlerinden oluşan ‘Rise Up/Colors of Peace’ albümünde ‘Her Yerde Cemalin’i seslendiren Atlas, şiirin insanları iyi olana doğru götüreceğini söylüyor.Dünyaca ünlü sanatçı Natacha Atlas, Batı müziği ile Arap ezgilerini ustalıkla harmanlamayı başarmış sanatçılardan. Annesi İngiliz, babası Arap-Musevi olan Atlas, Belçika'da dünyaya gelir. Küçük yaşta anne ve babasının ayrılmasından sonra annesiyle birlikte İngiltere'ye dönen sanatçı, soyadı gibi dünyanın»»

Esnaf lokantalarının aşçı tabağı

$
0
0
Geçmişte, çoğunlukla aşçının da sahibinin de aynı kişi olduğu küçük müesseseler bulundukları ilin esnafına öğlen yemeği veren yerlerdi. Hâlâ böyle lokantalar bulunmakta...Esnaf lokantası da denilen bu tür lokantalarda öylesine nefis yemekler yapıldığı olurdu ki öğlenleri bu yemekleri yiyen Anadolu esnafları, zaman zaman bu yemeklerden evlerine de gönderirlerdi.Usta çırak öğretimiyle yetişen ve kuşak kuşandıktan sonra belgelerini alıp lokantalarını açan bu esnaflar, sabah namazından sonra uyumaz, işyerini açar, gerekli hazırlıkları yapıp, yemeklerini de ocağa koyduktan sonra lokantalarını sabah çorbası veriyorsa ona göre, yoksa öğlen yemeğine hazırlardı. Öğlen saatinde dolup taşan bu lokantaların yemekleri bitince işleri de biter, ikindi namazıyla bulaşıklarını yıkamış, ertesi gün için hazırlıklarını yapmış olur, kepenklerini indirirlerdi.Zamanla bu esnaf lokantalarında farklılaşma başladı. Aynı düzeni devam ettiren yerler dışında; bir işletmecinin aşçı ile beraber de çalışmaya başlattığı müesseseler görüldü. İhtiyaca bağlı olarak daha geniş lokantalar da hizmet vermeye başladı. Ne var ki bu esnaf lokantaları arasında hâlâ aynı türde çalışanları bulunmakta, büyüseler bile eski geleneği devam ettirerek klasik ve yöresel mutfağın örneklerini nefis bir şekilde sunmaktalar.Bu lokantalar yemeklerini sunarken müşteri isteklerini göz önünde bulundurur, “müşteri velinimetimizdir” sözü mucibince her türlü kolaylığı sağlarlardı. Bunlardan biri “aşçı tabağı” servisiydi. Aşçı tabağı, lokantada bulunan yemeklerin tümü veya isteğe göre bazılarıyla bir tabağa düzenlenen yemeklerden oluşurdu. Genellikle kayık tabağa düzenlenen bu yemekler ya etli ya da zeytinyağlı yemeklerden oluşurdu. Bu iki tür birbirine karıştırılmadığı gibi salata garnitür gibi pişmemiş yiyecekler bu tabağa giremezdi. Kenarları hafif yüksek olan tabaklara düzenlenen bu yemekleri, tabağın kenarlarından yemeye başlarsanız yemeğin kendi tadını alırdınız. Ancak yemeklerin suları tabağın alt çukur kısmında birleşerek farklı bir rayiha sunardı. Bu suya ekmek banmanın tadına doyulmazdı.İzmir’de, İkinci Mutfak Zirvesi’ndeki yemek yarışmasında Esnaf Lokantaları bölümünde bu tür lokantaların sahipleriyle tanıştık. Onları tanıyınca Türk mutfağının onlar sayesinde usta çırak ilişkisiyle yaşayacağına inancım arttı. İstanbul’da bu müesseselerin başında değişmeyen özelliğiyle yer alan ve kurumsallaşmış olan Hacı Abdullah, hepimizin yakından tanıdığı bir mekân. Değerli sahibi Abdullah Karum da programdaydı ve usta çırak ilişkisine de değindiği bir konuşma yaptı.Bu arada hanımların da mutfak çalışmalarında fazlasıyla yer aldığını gördük. Kemeraltı’nda nefis Yunan ve Türk yemekleri lokantası olan ve Giritli Sevim Günaydın’ın eşiyle birlikte işlettiği Kalimera’da güzel örnekler gördüğümüz gibi Boşnak börekleri ve ev yemekleri sunan Ayşa’da da Boşnak ve Ege yemeklerinin nefis örneklerine rastladık.Yukarıda bahsettiğim türde pek çok esnaf lokantasının gerçekten çok güzel yemeklerinden tatma imkânımız oldu. Kemeraltı Abacıoğlu Han’daki Ayşa’da Boşnak börekleri ile nefis bir kahvaltı yaptık. Mirkelam Han’daki Bizim Mutfak’ta öğlen yemeği yedik. İkisi de bana resimlemem için aşçı tabağı hazırladılar. Bizim Mutfak, zeytinyağlı ve etli yemeklerden oluşan iki aşçı tabağı hazırladı. Bizim Mutfak’ta tek yemek tabağı yedi lira iken aşçı tabağı on lira gibi bir fiyata yenebiliyor.Sevgili okuyucularım, bu hafta Ayşa’nın aşçı tabağında yer alan bir patlıcan musakkasını Türk mutfağı kitabımdan hazırlayalım. Ağız tadı ve mutlulukla kalın.PAT­LI­CAN MU­SAK­KA­SIMALZEMELER:1 kg pat­lı­can 1 su bar­da­ğı sa­de­yağ (zeytinyağı da olabilir)250 gr az yağ­lı kıy­ma 3 so­ğan3 domates1 su bardağı et suyu veya su1 tatlı kaşığı kırmızıbiber1 tatlı kaşığı tuz Yapılışı:Pat­lı­can­la­rı hal­ka hal­ka dör­de ve­ya be­şe böl, tuz­la, ya­rım sa­at bek­let, acı su­yu­ çıkınca bol suda yı­ka, ku­ru­la. Kız­gın sa­de­ya­ğ­da veya zeytinyağında kı­zart, tep­si­ye üç­te bi­ri­ni diz. So­ğa­nı in­ce doğ­ra, kıy­may­la bir­lik­te ka­vur. Pat­lı­can­la­rın üze­ri­ne dö­şe. Tek­rar pat­lı­can ve kıy­ma sı­ra­sıy­la, en üs­te kıy­ma ge­le­cek bi­çim­de yer­leş­tir. Do­ma­te­si eze­rek su­yu­nu çıkart, tu­z, bi­ber­ ve su veya et su­yu­yla birlikte ilave et, ha­fif ateş­te pi­şir. Su­yu­nu çe­ker­se sı­cak su ila­ve et. Tep­si­siy­le sofra­ya al.

Aman ‘saatler’ olsun!

$
0
0
Tahtakale’de eski tarz duvar saatleri satan bir dükkânda birbirinden câzip guguklu saatleri seyrederken işyerinin sahibi ile sohbete koyulduk.Saatleri sevdiğimi, hattâ banyoda bile illâ bir saat bulundurduğumu söyleyince delikanlı gülümsedi, “Sizden daha meraklısı var.” dedi. Sağlık müdürü bir tabibimizin evindeki bir odada 90 küsur saat varmış. Odayı dolduran onlarca saatin sesi bir nevi dinlenme veya terapi tesiri yapıyormuş doktora. “Ara sıra bize uğrar, depodakiler de dahil hoşlandığı saatleri paketler adresine göndeririz.” dedi dükkân sahibi.“Bu kadarı da abartı” demiyorum, o doktoru anlıyorum.KADRAN GÜZELLİĞİBen de her nevi saati sevenlerdenim. Koleksiyon, antika biriktirmek ihtirasım yok. Üç-beş liralık Çin malı ucuz saatlere bile hürmet ve sevgiyle bakarım. Bu yüzden mahalle pazarında hırdavat türü şeyler satan seyyar satıcı ile tez zamanda ahbab olduk; benim için farklı türde saatler getirmeye çalışıyor her defasında. Evin her odasında (banyoda da) saat var şimdi. İhtiyaç fazlasını eşe-dosta hediye etsem de, evde galiba birkaç aileye yetecek kadar saat stoku mevcut.“SAAT BİRAZ DA KARİZMADIR!”Memleketteki kapıbir komşum saatçi Sinan, bir defasında beni vitrindeki kol saatlerine bakarken yakalayınca, şöyle pahalı ve okkalı bir kol saati satmak düşüncesiyle, “Saat biraz da karizmadır hocam.” demişti. İşin karizma tarafına pek aldırış etmem lâkin her nevi saatte ilk önce kadran güzelliği ararım. Bazen sırf akrep ve yelkovanı kadranına yakışmadığı için bir saatten yüz çevirdiğim olur. İyi kadran sade olmalıdır, rakamları veya rakam yerleri ilk bakışta kavranıp okunabilmeli ve grafik değerleri bakımından üstün bir zevk sergilemelidir bana göre.Bugünlerde modası renkli erkek saatlerine lâfım yok, sadece o kadar karmaşık ve ilk bakışta okunamaz derecede kalabalık kadranlara gençlerin nasıl tahammül ettiğine bir türlü aklım ermiyor. Yaşlı ve tutucu olduğumu inkâr edecek değilim, belki ondandır.DEMOKRATİK SAAT DEVRİMİ!Peki, saatlerin ne kadar ucuz olduğuna hiç dikkat etmiş miydiniz? Faydası ile kıyas edildiğinde en ucuz âlet saat. Eğer “karizma ve marka” meraklısı değilseniz, Uzakdoğu’da imal edilmiş, birbirinden farklı yüzlerce çeşit saatten biri hattâ birkaçına beş-on liraya sahip olabiliyorsunuz. Geçen sene yirmi liraya üç tane kapaklı-zincirli cep saati aldığım için biliyorum. Elbette bir Serkisoff veya Hislon değil; olsun, zamanı doğru gösteren her saat benim için aynı kıymeti taşıyor ve gayet iyi biliyorsunuz ki beş liraya satın aldığınız bir saat, en az birkaç ay, saniye bile sektirmeden arslanlar gibi çıtır çıtır çalışmakta!İnsan-saat bağlantısının en demokratik demlerini yaşıyoruz; evet, bu bir devrimdir. Yarım asır önce enikonu lüks tüketim addolunan saatler şimdi harcıâlemdir. Fiyakalı bir markanın sahtesini (çakma!), yarım tabak yemek fiyatına edinmek devrim değilse, ben bu devrim işlerinden hiç anlamıyorum demektir.BİZ DE SAAT ENDÜSTRİSİ ÇALIŞANIYIZ KARINCA KARARINCABuracıkta utana-sıkıla kendi hâlinde mütevâzı bir saat sanayii çalışanı olduğumu itiraf etmek mecburiyetindeyim (Yerli saat endüstrimizin ilginç hikâyesi için bkz. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/makaledetay.aspx?ID=504203#.UZtxXL8_uqA). Saatin kendisine değil, kutu veya kadran dediğimiz müştemilâtına gücüm yetiyor ancak. Eski veya yeni pilli saatlerin mekanizmasını söküp bütün dünyada ancak bir tane olan kendi saatimi üretiyorum (bkz. üstteki küçük fotoğraf). Yakın akraba ve tâallukâtın, kendisine zorla saat hediye edilmekten gına getirdiğini fark ettiğimden beri minik imâlathaneyi kapattım sayılır. Evet, biraz montaj sanayii oluyor ama benim gibi emekliler için bulunmaz bir faaliyettir diye tavsiye ediyorum.BURSALILAR DİKKAT; HEMŞEHRİLİĞİNİZ TEHLİKEDE!Hoş tesâdüf; Tahtakale’deki saatçi mağazasını ziyaretten iki gün sonra Bursa’da Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi avlusundaki tarihi Umurbey Hamamı’nda düzenlenen “Zaman Makineleri Sergisi”ni görüp gezmek nasipmiş. Aslında bizim gazetede yayımlanan sergi haberini görünce, “Kaçırmamalıyım!” diye kendime tembihte bulunmuştum. Türkiye Yazarlar Birliği’nin Bursa Şubesi’nin program daveti güzel bir vesile oldu. Bursa’ya ulaştıktan sonra neredeyse bir bardak su bile içmeden yeğenim Ahsen’in mihmandarlığında Müze’nin yolunu tuttum.Şuracıkta söylemezsem dilim şişebilir; Sevgili Bursalı kardeşlerim; bu müze bir sene kadar açık kalacak ama yine de hatırlatmak isterim; bu sergiyi görmeyen, gidip nüfus idaresinden kaydını sildirsin!Saat sergisi “çilek” hükmünde, pasta ise Anadolu Arabaları Müzesi. Tofaş firması şövalyelik yapmış, Umurbey Bilgi Kompleksi adı altında tarihi bir hâtırayı kurtararak eski ve tadına doyulmaz Bursa’dan bir geçmiş zaman hâtırasını çok sevimli bir park ve bir o kadar neş’eli bir sanat mekânına dönüştürmüş. Akledenin, hizmeti geçenin ellerine sağlık! Anadolu Arabaları Müzesi, bana göre ilk elde “Zaman makineleri” sergisinin gölgesinde kalıyor ama görülmeye sezâ bir keyfiyet. Âdet öyledir, evvelâ pastayı yer, çileği sona saklarız. Biz de öyle yaptık.EY HAMAMCI, BU HAMAMA SAATLERDEN KİM GELİR?Mekân fantastik; kim bilir kaç asır içinde insanların pir ü pak olduğu, belki civarında “Ey hamamcı bu hamama güzellerden kim gelir” türküsünün ünlendiği Umurbey Hamamı bu defa 1400 civarında saat ve üç yüz civarında “Efemera”, yani saatlerle ilgili kutu ve edevatı meraklılarıyla buluşturuyor. Her cinsinin en iyi örneklerinden muhtelif boyutlarda 1400 saat. “Kimdir bunca güzel saati yıllardır sağdan soldan nice zahmet ve parayla toplayan kişi?” diye sual ediyorsunuz ister istemez. O kişi, ne yazıktır ki tanışmak zevkine erişemediğim mimar Naim Arnas’tır. Naim Arnas, sergiyi tanıtırken şunları söylemiş: “Burada, tematik sergileme yapmaya çalıştım. Sarkaçlı saatler, İngiliz saatleri, Hollanda saatleri, ahşap saatleri, sanayici saatleri, bekçi saatleri, cep saatleri, kol saatleri, taksimetreler, çalar saatler, Amerika saatleri, fanuslu saatler gibi çok çeşit saatler sergide ziyarete açıldı. Mesela bir fanuslu saat; 400 gün çalabiliyor. Esasen mimarım ama koleksiyonerlik bir hastalık. Otomotivle de saat uyuyor. Çünkü neticede saat de bir makine. 30 yıldır saat topluyorum. Saatlerimizi, ilk defa sergiyle çıkardık, tozunu almak zor oldu. Kalabalık bir ekip olarak çalıştık. 40 kişilik ekibimiz var, ama bu rakama müze personeli dahil değil.”BİN KERRE SAATÇİ OLMAK İSTEYEN ADAMNaim Bey’le tanışıp saatler üzerine sohbet etmek şüphesiz büyük zevk olacaktı ama eski kule saati mekanizmalarının sergilendiği “soğukluk” kısmında saat ustası Üsküdarlı Nurettin Öner’le tanışmak nasib oldu. Nurettin Usta’yla hemen kaynaştık, saat mekaniğindeki derin bilgi ve hüneriyle insana, “Niçin ben de Nurettin usta gibi saatçi olmadım” dedirten bu genç usta, bir saatle onun ustası arasındaki münasebeti şahsında çok iyi temsil eden bir saat sevdalısı. Saatleri anlatırken o kadar heyecanlıydı ki bir ara, “Mesleğini seviyorsun değil mi?” sorusuna hiç düşünmeden, “Bin defa dünyaya gelsem yine saatçi olmak isterdim” diye cevap veren mesut bir adam.“Zaman Makineleri” sergisi, her yaştaki çocuklarda mutlaka çok derin ve verimli yönelişlere yol açacaktır. Başta Naim Arnas olmak üzere Tofaş’a, sergiyi ayağa kaldıran 40 saat sevdalısına çok teşekkür ediyorum. Son yıllarda hiçbir sergi beni bu kadar heyecanlandırmamıştı. Aziz Bursalılar, mesajı aldınız herhalde!

Mustafa Kemal, Samsun’a kaçarak mı gitti?

$
0
0
Osmanlı’nın hayaleti, hani şu var mı yok mu belli olmayan UFO’lar gibi bir kere daha göründü ufkumuzda. Baksanıza, Sultan Vahdettin’in “hain” olup olmadığını yeniden tartışmaya başladık.Geçtiğimiz hafta, önce Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarih kitaplarının gözden geçirileceğini açıkladı. Ardından Mehmet Ali Şahin, Son Padişah’la ilgili “vatan haini” hükmü devam ediyorsa tarih kitaplarının değiştirilmesini istedi. Derken Nur Serter girdi devreye ve bunların Cumhuriyet değerlerine savaş açmak anlamına geldiğini, gelişmeleri “elem verici” bulduğunu söyledi.Peki, Nur Serter’e elem vermemek için tarihçiler ne yapmalı? Yatıp kalkıp Nutuk mu okumalılar? Öyle yapılmalıymış! Son incisi de şu: Nutuk, “gericilerin kafasına düşen bir tuğla” imiş! Tuğlanın kimin kafasına düştüğü belli. Nutuk’un inkılap tarihçiliğimizin kafasına düşen büyükçe bir tuğla olduğunu da söyleyebiliriz.Ders kitaplarından örnek vermek çok hoşlandığım bir iş değildir ama derdimi anlatabilmek için mecburum.Şimdikilere göre epeyce ayrıntılı olan Afet İnan’ın “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi”ne aldığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporda Mustafa Kemal Paşa’nın “Millet birlik (yekvücut) olup, hâkimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur.” diyerek Osmanlı hükümetine çok açık bir ifade ile kurtuluş hareketinin birliğe, millî egemenliğe ve Türk milliyetçiliği fikrine dayanacağını bildirdiği yazılı.Ancak Başbakanlık Arşivi’ndeki belgenin fotokopisini okuyunca meselenin o kadar net olmadığını anlıyorsunuz. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa kurmay subaylarından birkaç kişiyi Samsun’daki İngiliz subaylarıyla görüştürüyor. Manda teklif eden İngilizlere şu cevap verilmiş:“Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, İngilizler gibi en medenî ırklardan müşavir ve teşkilatçı olarak zevat-ı mütehassısa ve marufenin hüsn-i kabul göreceği…”Böylece Samsun’a çıktıktan 3 gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın 1) İşgalci İngilizlerle görüştüğü (subayları vasıtasıyla görüştüğünü söylüyor ama Hüsrev Gerede gibi kurmayları kendilerinin görüşmediklerini yazıyor; kim doğruyu söylüyor?), 2) Yabancıların mandasına karşı olduklarını ve 3) İngilizleri en medeni “ırklar”dan kabul ettiklerini, onlardan danışman ve teşkilatçı olarak uzman ve meşhur kişilerin alınmasının iyi karşılanacağını söylediği veya söylettiği anlaşılıyor.Afet İnan’ın sözünü ettiği cümlenin orijinali ise şu şekilde:“Türklüğün (…) Hakimiyet-i milliye esasını, Türk duygusunu hedef ittihaz ile hükümet-i hâzıraya bütün ruh ve vücuduyla mûti ve münkâd bulunduğu sırasıyla teşrih edilmiş(tir).”Bektaşi fıkrasındaki tarzda Kur’an okumaktan ne farkı var bunun? “Hedef tutmuştur”dan sonrasını okumayınca cümlenin bir anlamı kalmıyor ki! Türklüğün Damat Ferid Paşa hükümetine bütün vücut ve ruhuyla itaatkâr (mûti’) ve boyun eğmiş (münkâd) olduğunu söyleyen kısmını kesiyorsunuz ve bu da tarihçilik oluyor!Doğrusunu yazsa insanlar onu Samsun’a gönderen sadrazamın Damat Ferid olduğunu öğrenecekler çünkü. Hain birinin bir kahramanı nasıl gönderdiğini sorarsa okur, ne cevap verilecek? O da onu hain biliyordu mu? Güldürmeyin Allah aşkına!1991’de Zaman’da yayınlandı1991 yılının 19 Mayıs’ında “Zaman” gazetesi yayınlayana kadar Mustafa Kemal’in Samsun’a İngiliz vizesiyle gönderildiğine dair belgeler yoktu. O gün gazetemizin ilk sayfası belgeyle doluydu ve manşet şuydu: “Samsun’a İngiliz vizesi.”Şimdilerde ortalıkta bu belgeleri ilk ben yayınladım diye gezinen şahıstan tam 7 yıl önce Kâzım Karabekir’in damadı Faruk Özerengin, Vehbi Vakkasoğlu’na belgeleri sızdırmış, o da “Zaman” gazetesini tercih etmişti. Bu gerçekten de bir ilkti. (Ondan tam 2 yıl önce de “Zaman”ın manşetinde yine bu konu vardı: “Atatürk Samsun’a İngiliz vizesiyle gitti.”)İngiliz vizesini almadan gitmesi mümkün değildi ki. Mantık yürüterek bile bunun böyle olduğu sonucuna ulaşılabilirdi ama bir tarih mantıkla yazılmaz, belgeyle yazılırdı. O zamana kadar neden bu vize konusu üzerinde durulmamış ve belgeler yayınlanmamıştı?Haksızlık yapmayalım, mesela Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı “Harp Tarihi Vesikaları Dergisi”nin Eylül 1952 tarihli ilk sayısında bazı belgeler yayınlanmıştı. Ancak doğrudan Nutuk’u zor duruma düşürecek belgelere yer verilmemişti.Oysa ne kaçarak gidilebilirdi Samsun’a, ne de dümeni kırık, pusulası bozuk bir tekneyle. Hazırlıklar inceden inceye planlanarak ve eksikler giderilerek yola çıkmıştı Bandırma gemisi.Elimizdeki belgelerden biri özellikle ilginçtir.Tarih 13 Mayıs 1919. Henüz İzmir işgal edilmemiş. İstanbul’dan yola çıkışına 3 gün varken M. Kemal Paşa, Harbiye Nezareti’nden 4 şey istemektedir.1) 7 Mayıs’ta istediği karargâh mensuplarının üç aylık tahsisatlarının şimdiden ve buradan ödenmesi,2) Müfettişlik görevi sırasında ortaya çıkabilecek olağanüstü masraflar için 6 Mayıs’ta para istenildiği halde henüz karar verilmemiştir. Karar verilip hesaplanarak kendisine bir miktar meblağ ödenmesi,3) En az iki binek otomobil temini,4) Kendisine verilecek tahsisat ile karargâhının “seferî karargâh” olarak kabul edilmesi hakkında ayın 12’sinde bir başvuruda bulunduğunu ama bu konunun da henüz işlemden geçmediğini, bir an önce geçirilmesi.Ancak istekleri yerine getirildikten ve maiyetindekilerin paraları nakden ödendikten üç gün sonra yola çıkacağını söyleyen Mustafa Kemal Paşa’nın hâlâ İstanbul’dan kaçarak gittiğini tekrarlayanlar varsa denilecek bir şey yok.İşte bir belge daha. Tarih 1 Haziran 1919. Meclis-i Vükela müzakerelerine mahsus tutanakta şu bilgileri okuyoruz:“Mustafa Kemal Paşa ile refakatindekilerin tahsisat ve harcırahları Harbiye Nezareti bütçesinden verilecekse de, seyyar olarak görev yapacaklarından bazı masrafları olacaktır. Bu sebeple normal tahsisatlarına yarım maaş eklenmesi uygun görülmekteyse de, bütçede bu paranın bir karşılığı bulunmadığından aylık tahsisatlarının yarısı olan 57.269 kuruşun beklenmedik masraflar kaleminden ödenmesine...”Belgeler devreye girince çok başka bir tarih çıkacak karşımıza. Emin olun. Devrimci Che Guevara bile gerçeği yalandan ayırmayı bilmiş, biz bilememişiz. Şöyle demiş:“Bir yalan, hangi amaç için söylenmiş olursa olsun, her zaman, en kötü gerçekten daha kötüdür.”

Şairin yaşı

$
0
0
Yalnız onu çeker, şairi; başkasının yanından yürüyüp geçtiği şeyler hızla. Yalnız onu, çocukken de çekiyordu; uçurtmasını rüzgârın yırttığı zamanlarda. Kırmızı kiremitlerinin üzerine yağmur yağdığı tahta bir evde.Kırık ayaklı bir at ileri geri sallanırken odalarında güzel aslanların güldüğü. Sonra bir Cezayir atına dönüştüğü tahta kısrağın o salınımda, çünkü Cezayir’de atların gördüğünü kimse görmedi. Bahçenin en yalnız köşesinde ağzında küçük bir leke olan çocuğun annesinin öldüğünü de. Fakat yine de yaz geldi ve kiraz ağaçları dallarını o lekeli dudaklara yaklaştırdılar. “Ölürken kiraz koymalı ağızlara” diye düşündü çocuk. Büyüyüp de çocuk kalmanın bir tehlike olduğunu sezdi, büyüyüp de çocuk kalamamanın.Yalnız onu çekti, şairi; başkasının yanına uğramadığı şeyler hızla. Gece yarılarından sonra çıkıp samanyoluna bakarak çocukluğunu uzatmak isteyen çocuklar büyüdü. Büyük bir göçün hışırtısıyla boy atarken kitap ve kanaryalarını yanlarına almayı unutmadılar. Yapı aralıklarından bakmayı öğrenmişlerdi, bu bakışı hiç unutmadılar. Nereye baksalar at nalı bir mıknatısın göz kapaklarını titrettiğini gördüler. Titreyen bir göz kapağı ne resimler biriktirmiştir, kimse bilmez. Eskimoların nasıl ısındığını cehennemde, yalnız o bilir.Şair, bando mızıkayla geçerken önünden milyonlarca resim, yalnız o bilir; her şeyin bir kere daha yanlış olduğunu. Kokuları bile kıpkırmızı olan güllerin ne işi olduğunu çiçekçilerde.Yalnız o çekti, şair; başkasının yanından umursamaz geçen şeyleri hızla. Yeşil bir yaprak gibi mesela ayı gökten. Ateş dansından bir kadını, yanmış saçlarıyla poz veren bir şaire. Arıları bir cennet mührü gibi çekti kovanlardan uğultuyla. Şam ve Bağdat’ı çekti haritalardan kırklara karışan mesela. Fecri çekti alnını koyarken yere kaynayan tarihten. Orucu çekti sarraflardan gümüş topuklarını dokundursun diye kalbine. Leylayı mesela leylakların gün doğuşu ürperişinden. Ellerini çekti denizin dibinden kadının, ellerinden belli olmasın. Kuklaları o kıpkırmızı perdeden, kukla olmadıkları besbelli. Pingpong masasından topları çekti tak tak tak, aniden başladı yağmur. Çeşmeleri çekti ayın tarihini ezbere bilen, doğuyla konuşmak için mütercim. Ve bir göktaşı gibi çekti dünyasına yedinci oğlu, altı oğlunu Batı’ya kurban etmiş bir babadan. Göğün gürlemesi ondan sonradır. Şairin “Bu dünyada olup bitenlerin/ Olup bitmemiş olması için/ Ne yapıyorsun” demesi ondan sonra. Gök gürültüsünü çekip bir anıt yapması,“Artık bu dünyanın enineBu dünya yüksekliğinceBu dünyanın derinliğineKendimi bir avuç buğday gibiÖfkeyle direnerek ve güvenerekSavurabilirim” demesi ondan sonra.Mısralar fışkırıyor her yerden, Sezai Karakoç seksen yaşında. Şairin yaşından bize ne, şairin yaşı mı var! “Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar,” demesine bakma, hiçbir şair gidememiştir. Bunu görebilmek için yapı aralıklarından bakmak gerek. Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını bilmek, karşılıklı yağmadığında. “İyi ki bilmiyor kalabalıklar, yağmura bakmayı cam arkasından.” Bilselerdi topraktan portakal buğusu yükseldiğini göreceklerdi her sağanaktan sonra. Güneşin turuncu silgisiyle sildiğini balkonları binalardan.Sezai Karakoç seksen yaşında. Şairin yaşından bize ne, şairin yaşı mı var! Ben hiç yaşlı şair görmedim. Kandan elbiseler giyen bir şair gördüm dipdiriydi. Kılcal damarlarımıza kadar nüfuz etti, dipdiriydi. “Konuşmuyoruz/ Kelimelerini aldı gitti…” O sustukça şaşırıyorduk. İçerliyorduk bizi aramamasına. O sustukça kırılıyorduk. Tam söz söylenecek zamandı. Oysa kapatmıştık telefonlarımızı sürekli arıyordu o. Diriliş alanından çıkmıştık şairin, sürekli arıyordu. “Çeşmelerden telefon ederim ben/ Sebillerden türbelerden/ saray toz ve dumanlarından/ Alınyazısından…”Sezai Karakoç, alınyazısından arıyor bizi. Meşgul çalıyor telefon. İşlerimiz bitmiyor bir türlü. Ajandalarımızda boş yer yok. Açabilseydik şöyle diyecekti: “Diriliş, bir düşüşten çıkış ve kurtuluştur. Acı deneylerden sonra, varoluşun gerçek anlam ve amacına dönüştür Diriliş. Diriliş İslam ruhunun yeniden insanlığa dönüşü, sürekli dönüşü demektir. O ruh olmadan düşünce, o ruh olmadan eylem kısa bir süre sonra kurumaya başlar. Sırtımızda yapısına taş taşıyacağımız, alın teri katacağımız tek anıt budur. Sustuğumuzda da konuştuğumuzda da…”Sezai Karakoç seksen yaşında. Şairin yaşından bize ne, şairin yaşı mı var! Yaşlılar çok konuşur, Sezai Karakoç çok susuyor. Kandan elbiseler giymiş yürüyor dipdiri. Dudakları oynuyor yürürken, dudakları kuru. Bir çeşmeden telefon ediyor, dudakları kuru. Alınyazısından ulaşamadı bize, dudakları kuru. Evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpmeye gidiyor. Koşa koşa gidiyor, hayır, öpme alınlarını şair! Evleri balkonsuz yaptı mimarlar evet, yer kazanmak için, çocuklar düşmesin diye değil!

Sezonun anlattıkları

$
0
0
Stadyum kameraları fişi çekti. Kamera başındakiler ile mikrofon tutan eller için yeni bir koşuşturma başlar şimdi.Transfer başta olmak üzere dört bir yana dağılan futbol aktörlerinin yedikleri içtikleri bile haber olur. Misal geçen yıl Melo tatilinin her saniyesini görüntüleyip servis ediyordu. Yazılı basın için zahmetsiz haber kaynağıydı.Sezon içindeki dalgalı performansı, durup durup lige bu yüzden yeterince hazırlanamamasına bağlandı. Yani oyuncu aslında yaptığı sosyal medya yayınıyla bir bakıma zaaf gösteriyordu.Sezon sonu forma girince teşhisin doğruluğu yorumu ortaya çıktı.Özetle bugünlerde yaptığımız bu takibin karşılığına gazetecilik diyoruz.Haber olanlar, olmaktan kaçınanlar, takip edenler ve sonuç çıkarabilenler.Yukarıdaki örneği beğenmeyebilirsiniz ama bu iş böyle basit işliyor işte..Aslında kontrol edilen konvansiyonel medyanın yanında kontrolsüz sosyal medya girince sokaktaki adam bile bizim mesleğin adı konmamış personeline dönüştüler.Tarihin tüm meslekleri hızla bizim mesleği ışık hızında değiştirdiği bir dönemi yaşıyoruz.Bugünlerde tek yapacağınız bir Twitter hesabı edinip her futbol adamını takibe almak.Nihayetinde sosyal medya takibi dışında mayıs ayının sonu kameraların tatil beldelerine çevrilme ayıdır. Temmuz başına kadar oyuncular dokuz aylık mesainin verdiği yorgunluktan kurtulmaya çalışacaklar.Gazeteciler ise çalışmaya devam..Bu sezonun bizim için bir başka yorgunluğu Trabzonspor ile Beşiktaş’ın yaza sarkan olağanüstü kongreleri, ülkede düzenlenecek olan U-20 Dünya Kupası maçları olacak.Futbolu özlemeye zaman bulamayacak olanlar yine bizleriz.Şikayetimiz yok. Zira mesleğimizle çoğumuz severek evlendik.Yıllar geçtikçe zamanın insanları ve binaları değiştirme hızına şahit olup bir bakıma tarihi yazıyoruz. Dün peşinde koştuğumuz yıldızlar bugün birer normal bireye dönüşüyor, kâh aramıza katılıyor kâh tarihteki yerlerini alıp izlemeye geçiyorlar.Dün tribünlerinde zıplayıp hopladığımız stadyumlar yıkılıyor, yenilerinin doğuşunu izliyoruz.Atlamamak zorunda olduğumuz şeylerKoca bir sezonun nasıl geçtiğini anlamadık diyebilirim. Bu yazıda yılın en iyilerini yazmayı planlamıştık ama zamanın hızı o kadar başdöndürücü ki pek yeni bir fikir olmayacaktı bu.Yani siz amatör gazeteciler biz profesyonel olanlar daha bitmeden lig ideal onbiri yapmış oluyoruz.Fakat öyle tahmin ediyorum ki atlamamak zorunda olduğumuz şeyler var.Mesela ikinci ligden birinci lige yükselme maçlarının çoğunda, ayrıca süper lige yükselme play-off’larında iyi oyunlar izledik. Temponun çoğu maçta Süper Lig ortalamalarına yaklaştığını, koşu mesafelerinin etkileyici olduğunu gördük.Küçük bir örnek, Yeni Nazilli ve Bayrampaşa kalecilerinin oyunu inanılmaz iyiydi ve ülkemizde çok değil 5 sene öncesine kadar kaleci yetişmiyor kaygılarımızın artık neredeyse alemi kalmamış.Tüm karamsar tablonun içinde görmek istemeyenler için sıkıcı olsa da aydınlık bir gelecek göz kırpıyor.Bir de asıl atlanmaması gereken şampiyonluk ve küme düşme yarışının bittiği haftalardan itibaren ortaya konan açık futbol.Genel karakteri oynatmamak üzerine kurulu bir ligin stresini aldığınızda oynamak isteyen iki takım, izlenesi bir oyun çıkıyor ortaya..Bu kazanma meselesini ölüm-kalım davasından çıkarmak gerekiyor anlaşılan..Gelişimin bir başka tarafı da kayıt altına alınmaya başlanan futbol ekonomisinin kulüpler üzerinde yarattığı etki. Misal geçen yıl birçok Anadolu kulübü kayyuma gitmek üzereyken bu sezon büyük çıkışlar yaptılar. Sağlıklı mali düzen her şeyin ilacı oluyor.Muhtemelen daha kaliteli, iş bilen, matematik bilen yöneticiler ihtiras duymadan sürdürülebilir bir başarı için yola çıkınca işler yoluna girmeye başladı.Süper lig’de Akhisarspor’un sıkı bütçe politikası ve kaybetme riskini alarak önce elindekini geliştirip sonra gelişmelere bakarak gösterdiği ligde kalma başarısı yeni bir modelin doğmasını sağladı.Çok dersler çıkardık sezondan. Avrupa Kupalarında nasıl başarılı olabileceğimizi öğretti takımlarımız. Avrupa kupalarıyla Türk ligini beraber götürmenin geniş bir kadroyla mümkün olabileceğini bir kez daha anladık.Eğer bir veya iki takım Avrupa’da ilerliyorsa içeride oynayanın şampiyonluk kupasına uzanma ihtimalinin yükseldiği gerçeğiyle de tanıştık.Devre arası transfer’in ne kadar değerli olduğu yine kanıtlandı. Webo Fenerbahçe’ye gidip Fenerbahçe’nin iyi bir yıl yaşamasına katkı sağlarken, Webo’yu büyük para karşılığında kaybeden İ. Belediye düştü, Gekas’ı iyi bir bedelle alan Akhisar kaldı.Paranın, taraftarın, medyanın iyi yönetilmesi gerektiğini bu sezon anlamadıysak hiç anlayamayız zaten!İyi bir yıl oldu.Tek çözmemiz gerek sorunSon dönemde yaşanan tatsız hadiselerle sabır taşmadıysa fena haldeyiz demektir.Birbirimize karşı duyduğumuz barbarca renk körlüğü meselesi çözüldüğü zaman her şey daha güzel olacak.Yeter ki pozitif bakmaya çalışalım.Zaten işini iyi yapıp daha çok çalışanlar hızla yükseliyor.Bizden açtım konuyu bizimle bitireyim. Tüm sorunların çözümünde bizim içimizde de çok çalışıp, işini iyi yapanlar kalacak.Dünya’nın nereye gittiğini tek başına değil, hep birlikte iyi anlamamız gerekiyor.İyi pazarlar

Uçuşa onlıne işlemlerle hazırlanın

$
0
0
İstatistikler, uçakla seyahati çok sevdiğimizi ortaya koyuyor. Her yıl artan yolcu sayısı da uçakla seyahatin hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline dönüştüğünün en çarpıcı göstergesi.Ancak uçağa binmeyi sevmemize rağmen uçuşumuzu daha kolay ve eğlenceli hale getirecek teknolojinin nimetlerinden yeterince yararlanmıyoruz. Havayolu şirketlerinin araştırmasında, internet üzerinden bilet satın alma ve ‘online check-in’ (uçuş işlemi ve koltuk seçimi) yapan yolcuların sayısının bazı hatlarda çok düşük seviyede kaldığı gözleniyor.Uçakla seyahati daha eğlenceli hale getirmek bilet alma aşamasında başlar. Çünkü pahalı biletle seyahat eden bir kişi asla mutlu olmaz. Bu yüzden ucuz bilet satın almak için çok önceden planlama yapmak gerekir. Bu konuda, havayolu şirketlerinin web sitelerini sık sık ziyaret etmek ya da kıyaslamalı fiyat alternatifleri sunan web sitelerini yakın takibe almak şart. Bilet aldıktan sonra havayolu şirketlerine göre değişkenlik gösterse de, genel olarak uçuşa 24 saat kala başlayıp 90 dakika kala sona eren check-in işlemini yaptırmak en önemli konulardan bir diğeri.KOLTUĞUNUZU ÖNCEDEN SEÇİNSadece birkaç dakikanızı alacak check-in işlemini yapabilmeniz için elektronik bilet veya rezervasyon (PNR) numaranızı bilmeniz yeterli. Bu işlem sayesinde uçağın ön tarafında cam kenarı veya koridorda oturma şansı yakalarsınız. Ailenizle seyahat ediyorsanız, tüm aile bireylerinin birbirine en yakın koltuklarda oturmasını sağlayabilirsiniz. Tüm bağlantılı uçuşlarınızın koltuk seçimini de aynı şekilde bu işlemler sırasında gerçekleştirebilirsiniz. İşlemi bitirdiğinizde çıktı almayı unutmayın. Çünkü bu evrak sayesinde havalimanındaki işlemlerinizi çok daha kolay gerçekleştireceksiniz.YEMEK SEÇİMİNİ UNUTMAYINHavayolu şirketlerinin web sitelerinden mönü seçimi de yapabilirsiniz. Özellikle diyet yapan veya alerjisi olan yolcuların daha yakından takip etmesi gereken uygulamayla uçuşunuz beklediğinizden daha eğlenceli geçecektir. Çünkü uçakta aç kalmak veya hazımsızlık yaşamak istemiyorsanız bu hizmet tam size göre.Yiyecek-içecek konusunda uçuşlarda en geniş alternatifi hiç kuşkusuz THY sunuyor. İnternet üzerinden yapacağınız işlemler sayesinde Turkish Do&Co’nun deneyimli aşçılarının birbirinden lezzetli mönülerini yakından görme fırsatı bulur, önceden seçim yapma şansı yakalarsınız.SIRADA BEKLEMEMEK İÇİNİnternet üzerinden yaptırdığınız işlemler size havalimanında büyük kolaylık sağlayacaktır. Eğer yanınızda valiziniz bulunmuyorsa check-in kontuarına uğramadan yani kuyruğa takılmadan internetten aldığınız çıktıyla doğruca uçağın bulunduğu kapıya gidebilirsiniz. Elektronik check-in işlemi yaptırdınız ancak valizleriniz var. O zaman da, havayolu şirketlerinin on-line işlem yaptıran yolculara özel tahsis ettiği kontuarda valizlerinizi teslim ederek yine diğer yolculara nazaran daha az sürede uçağa geçebilirsiniz.SELF CHECK-IN DE YAPABİLİRSİNİZHavayolu şirketleri, yolculara internet kullanım alışkanlığı kazandırmak ve havalimanındaki iş yükünü azaltmak amacıyla self check-in kiosk uygulaması da başlattı. Havayolu şirketine ait mil kartı veya bilet alırken kullandığınız kredi kartınızla self check-in cihazlarından işleminizi kolaylıkla yapabilirsiniz. Koltuk seçiminizin ardından, cihazdan biniş kartı (boarding) bastırıp doğruca uçağa gidebilirsiniz.PEGASUS UÇAKLARINI YILDIRIM ÇARPMAYACAK!Pegasus Hava Yolları, ‘kötü hava koşullarının tahmini ve genişletilmiş türbülans algılama’ özellikleriyle geliştirilen ‘IntuVue 3-D’ yazılımını kullanmaya başladı. Şirket uçakları, hava radarlarına dolu ve yıldırım gibi hava olaylarının önceden öngörülmesi için yeni çözümler sunan yazılım sayesinde yıldırım çarpmasından da korunacak.Dünyada ilk kez Pegasus uçaklarında kullanılan yazılımdaki özellikler, pilotların hava koşullarına uygun şekilde yapacakları manevra ve kullanacakları rotalara karar vermelerini kolaylaştırıyor. Bu sayede, özellikle gökyüzünde daha geniş alanda meydana gelebilen yıldırım olayları önceden fark edilerek gerekli tedbirler alınacak.Yıldırım olaylarının yanı sıra türbülanslı (hava olayları nedeniyle yaşanan şiddetli sarsıntı) bölgeden de uzak tutacak sistem şu anda Pegasus’un 4 uçağına monte edildi. Yıl sonuna kadar 44 uçağa daha yüklenecek yeni yazılım sayesinde, yıldırım çarpması tehlikesini en az yaşayacak uçaklar Pegasus filosunda yer alacak.Havayolu şirketleri, uçakların yıldırım çarpması sonucu oluşan zararlardan büyük sıkıntı yaşıyor. Yıldırım isabet eden uçak, kontrollerinin yapılması amacıyla yerde bakıma alınıyor. Hasar tespit edilen uçak, tamiri için 1 ila 3 gün arasında uçuştan çekiliyor. Bu durum, şirkete hem maddi kayıp yaşatıyor hem de zamanında kalkış performansına olumsuz etki yapıyor.

[Bizim Köy] Zirvede bırakır mı?

$
0
0
80 yaşındaki Japon dağcı, kariyerini zirvede bırakacak mı? Almanlar neden komaya girdi? Amerikalı kaplanın midesinden neler çıktı neler…Akıl yaşta değil başta, derler büyüklerimiz. Pek de güzel derler, zira Japon dağcı Yuichiro Miura öyle bir şey yaptı ki izleyenlerin aklını başından aldı. Miura, Everest'in 8 bin 850 metrelik zirvesine ulaştı. 80 yaşındaki dağcı, Everest'e tırmanarak ‘dünyanın zirvesine ulaşan en yaşlı kişi' unvanını da kapmış oldu. Birkaç ay önce kalp ameliyatı olmasına karşın planlarında hiçbir değişiklik yapmayan Miura, 70 ve 75 yaşındayken de Everest'e tırmanmıştı. Son 5 yılda 4 kez ameliyat olan Miura, 2009'da geçirdiği kayak kazasında da kalça kemiğini kırmıştı. Ne diyelim, inşaallah kariyerini zirvede noktalar!Kıl, kaplanın karnında…Karnında makas ya da gazlı bez unutulan insanlara, envai çeşit garip cisim yutup hastanelere koşturulan çocuklara alışkınız. Yalnız ABD'de bu kez durum farklı. Hasta insan değil hayvan çünkü. Florida eyaletinde bulunan Vahşi Hayvanları Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi'nde haftalardır mide rahatsızlığı çeken Ty isimli bir kaplan ameliyat edildi. Karnında top büyüklüğünde iki kıl yumağı tespit edilen kaplan, veterinerlerin saatler süren operasyonuyla sağlığına kavuştu. İşin ilginç yanıysa karnındaki kıl yumağının yaklaşık 2 kilo ağırlığında olması. Kaplanın ameliyattan önce son yemeğinde gittiği restoranın pek hijyen takıntısı yokmuş anlaşılan.Almanya'nın alkolle imtihanı!Bizde alkol yasakları tartışıladursun, Almanlar bu tedbirleri mumla arıyor. Zira dünyada en fazla alkol tüketen ülke sıralamasında 10. olan ülkede alkol tüketimi korkunç boyutlara ulaştı. Ülkede bir kişinin yıllık alkol tüketimi 140 litreye yaklaşmış durumda. Ülkede yaklaşık 10 milyon insan aşırı alkol tüketiyor, 1,3 milyon insan ise alkol bağımlısı. Yüz binlerce kişi alkol komasında. Baden Württemberg eyalet hükümeti geçtiğimiz aylarda yeni yasayla benzin istasyonlarında, süper marketlerde ve büfelerde yerel saatle 22.00’den 05.00’e kadar içki satışına yasak getirmeyi planlamıştı. En büyük kâbusuysa çocuklarını korumakta zorlanan anne-babalar yaşıyor.

Klasiklerin Hollywood’la imtihanı

$
0
0
Muhteşem Gatsby, Hollywood’un beyazperdeye uyarladığı son klasik roman. Diğer uyarlamalarda olduğu gibi bu prodüksiyon da eleştirilere maruz kaldı. Peki acaba her daim haksız olan Hollywood mu?Öyle filmler var ki, yapımlarıyla hem yazarlarını hem de kendi öykülerini daha da devleştirdiler fakat bunun yanı sıra öyküsü ile beyazperdedeki adaptasyonu arasında bağ kurulamayan, keşke bu güzelim hikayeye böyle kıyılmasaymış denecek türden filmler de mevcut. Özellikle son senelerde yüksek teknolojiden yararlanan modern sinema, ilham alınan kitabın niteliğini aksettirmekten ziyade görsel bir şov olma yönünde evrildiler. Elbette her dönemin film teknikleri ve mevcut yapısı projeye aksettiriliyor fakat bazı uyarlamalar özellikle edebiyat çevrelerinden kırık not almaktan kurtulamıyor.Bunlardan birisi de geçen hafta vizyona giren Muhteşem Gatsby oldu. 1920'li yılların jazz Amerika'sını konu alan kitap, Amerikan klasikleri arasına giren yapıtlar içerisinde. Büyük buhran öncesinde özellikle Wall Street-New York hattı üzerinde yaşanan Amerikan rüyası, yozlaşmış hayatların ve aşkların eleştirisi olarak sayılabilecek roman, Leonardo Di Caprio'nun başrolünü üstlendiği yeni bir kurmacayla tekrar perdeye aktarıldı. 70'lerde Mia Farrow'un Daisy karakterini canlandırdığı film, o dönemde de eleştiri oklarına maruz kalmıştı. F. Scott Fitzgerald'ın eserinden uyarlanan filmin tam anlamıyla yazarın sunmak istediği hissiyatı uyandırmadığı, söz konusu aşk hikâyesinin asıl mesajın önüne geçtiği yönünde çok eleştirilmişti. Bugünse Hollywood'un harika adamlarından Baz Luhrmann'ın yönettiği prodüksiyon, kitapla arasında organik bağ kurmanın zorlaştığı bir sinema filmi formatında. Gerek hip hop ve R&B müziklerinin kitapta kuvvetli bir şekilde duyulan jazz müziğini gölgelemesi, gerekse de 20'li yılların balolarının yerine karnaval alanına dönmüş Amerikan diskosu görünümlü sahnelerin varlığı orijinal eserdeki Gatsby trajedisini tam anlamıyla hissettirmiyor.Daha çok postmodern bir Amerikan hikâyesine dönmüş olan film, renkleri ve de büyük bir temaşa alanına çevrilmiş kareleriyle; izleyiciyi heyecanlandırmayı hedefleyip bunu başaran büyük bütçeli bir Hollywood yapımı. Yine de elbette romandan bağımsız olarak ele alındığında, zengin bir Hollywood prodüksiyonu izlemek adına görülebilir bir film. Bunun yanı sıra Leonardo Di Caprio ve de Tobey Maguire, oyunculuklarıyla filme anlam katan önemli ayrıntıyı oluşturuyor.Masalları karartan HollywoodHollywood'un son dönemlerde yapmış olduğu başka filmler de benzer eleştirilerin hedefi oldu. Alice Harikalar Diyarında, Pamuk Prenses ve Avcı gibi klasik öykülerin tekrar yorumlandığı filmler beklentileri karşılamadı. İki filmde de dikkat çeken karanlık kurgu, öykünün renkli masalsılığından çok uzaktaydı. Yine her iki yapım da iddialı animasyonlarla seyirciyi ekrana çeken ve yüksek meblağlarla çekilmiş projeler olma özelliğini taşıyorlardı. Fakat bu özellik hikâyelerdeki klasik orijinaliteyi zedeleyip, daha çok bir bilgisayar oyunu oynuyormuş hissi uyandırdı izleyici üzerinde.Elbette Hollywood elindeki teknolojik gücü beyazperdede sadece hezimete dönüştürdü diyemeyiz. Bu güçten yararlanarak birçok klasiği daha fazla devleştirmeyi ve de büyük kitlelere ulaştırmayı başardı. Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi yapıtlar hem ilham alındıkları eserlere muhteva bakımından sadık kalmayı başardılar hem de sinema sektöründe çığır açtılar. Özellikle, Tolkien'in resmettiği orta dünyanın fantastik öyküsü, felsefesine zarar verilmeden en ihtişamlı şekilde sinemaya kazandırıldı. İngiliz sineması ise klasikleri yorumlama ve beyazperdeye kazandırma konusunda başarılı işlere imza atıyor. Jane Austen'ın Aşk ve Gurur adlı eseri defalarca beyazperdeye aktarıldı. Belli başlı klasik romanlar beyazperdede defaatle yenilendikçe, yeni Jane Austen, Jane Eyre versiyonlarına ihtiyacımız var mıydı, sorusu akıllara gelmiyor değil. Fakat en son 2005'te başrolünde Keire Knightley'in oynadığı yapıt, kitabın okuyucu üzerindeki tesirini artıracak cinsten ince işçilikli bir projeydi. Yine aynı şekilde birçok versiyonu çekilen Jane Eyre romanı, İngiliz sinemasına şekil veren klasikler arasında. En son 2011'de tekrar sahnede hayat bulan roman, aynı şekilde talep gördüğü sürece belki de yeni formatlarıyla yine seyirciyle buluşacaktır. Hollywood ile İngiliz sinemasının en büyük farkı ise ortaya konulan eserin muhtevalarını nasıl işledikleri yönünde. Hollywood filmleri; görsel şovları, abartılı kostümleri, şaşaalı setleriyle birlikte mevcut hikâye bazen dönüştürülerek sağlam gişeli bir prodüksiyon için uygun hale getiriliyor. Söz konusu, klasik eserlerin sinemayla tekrar hayat bulması olunca İngiliz yapımlarında aynı handikaba düşüldüğünü görmüyoruz. Roman yazarları hangi kaygıyla hareket ederek esere biçim vermeye çalışmışsa, uyarlama filmlerde de roman yazarının Tanrısal bakış açısı filmde etkili oluyor.
Viewing all 3284 articles
Browse latest View live