Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all 3284 articles
Browse latest View live

Adalet Ağaoğlu: Erdoğan'ın yaptığı sivil darbe

$
0
0

Tüm darbelerin yakın tanığı olan Türk edebiyatının ustalarından Adalet Ağaoğlu, darbe anayasasının değiştirilmesi için yapılan referandumda en gür sesle evet diyenler arasındaydı. Ancak sükût-u hayâle uğradı. Ağaoğlu ile Türkiye'nin içinde bulunduğu sıkıntılı süreci konuştuk.

27 Mayıs'tan bugüne yapılan tüm darbeleri yakından yaşadınız. Darbe sizin için ne ifade ediyor?

27 Mayıs'ın da kendi anayasası vardı fakat daha ılımandı. Biz ona karşı fakülte öğrencisiyken, memurken bile yürüdük. O da darbe anayasasıydı çünkü. O günleri yakından yaşadım. O nedenle anayasanın değişimi benim için her zaman çok önemli oldu. Askeri darbeyle, başa pat diye geçmiş cumhurbaşkanı olmuş kişiye insanın nasıl emir kulu haline geldiğini gördük. Kim seçti seni? Silah seçti. Ben bugüne kadar şiddetle terörü hiç birbirinden ayırmadım. Şiddet bir el hareketinden bile belli olur. Hatta bir bakışla başlar. Yazdığım günlükleri o yüzden çok önemsiyorum. O döneme ait olaylara ışık tutuyor. Benim bile unuttuğum olayları hatırlatıyor. Üstelik resmi kaynaklardan daha sahici. Bana kalırsa bu anılar, görgü tanıklıkları, resmi kaynakların yanında değil, üstünde olmalı.

REFERANDUMDA EVET DEDİĞİM İÇİN ARKADAŞLARIM ADIMI ANMADI

12 Eylül darbe döneminde yaşadıklarınızı değerlendirecek olsanız?

Ömrüm boyunca demokrasinin peşinde oldum. Özellikle 12 Eylül Anayasası'nın yok olup gitmesini başından beri istedim. Çünkü 12 Eylül darbesi hepsinden çok daha gaddardı. Kitabım toplandı, bana iftira atıldı. Anayasanın değişmesini elbette demokrasi peşinde koşan her insan gibi belki onlardan da fazla olarak istedim. 12 Eylül o kadar gaddarca geldi ki benim bir romanım için benim kurduğum yazarlar derneği bile aleyhime geçti, anlayın. Böyle kimlerin başına neler geldi? Şimdi referandum yapıldı anayasa değişsin mi değişmesin mi diye. En umut verici tek hareket buydu. Ben yüksek sesle evet dedim. Siyasete bulaştığım yerler bunlar benim. Barış mı, evet barış. Bunların hepsi için canımı ortaya koyarım. Bana ne yaparlarsa yapsınlar umurumda değil. Toplantılar yaptık. Konuştuk ettik, ama anayasada bir değişiklik olmadı. Bu toplantıları yapan bizlere ne yapıldı biliyor musunuz, arkadaşlarım selam vermedi, adımı anmadılar. Yolunu çevirdiler benden.

ERDOĞAN ÇOK KURNAZ BİR ADAM

Peki, bunca şeyi göze alarak evet dediğiniz anayasa değişikliği amacına ulaştı mı?

Unuttu, her şeyi unuttu. Tek adam oldum diye çıktı. Tek adamlığa oynadı. Bir başkanlık tutturdu. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan hâlâ başkan olma peşinde. Sebebi Obama'ya benzemek. Cumhurbaşkanı oldu, yetmedi, illa Amerikan başkanı gibi olacak. Boşuna bunlar. Tek adam olacağım. Dünya sözümü dinleyecek derdinde. Cumhurbaşkanımız ne dedi? Fiili bir değişim oldu dedi. Ne demektir fiil? Orduyu mu kullandın? Hukuku mu kullandın? Fiilen değiştirmiş. Bu aslında sivil darbe demektir.

Nasıl bir sivil darbe?

Gezi olayları oldu. O zamanın başbakanı Erdoğan, bizim askerimiz, bizim polisimiz onların hakkından gelir diye konuştu Fas'ta havaalanında. Bizim polisimiz diyor, benim askerim diyor, benim buyum, benim şuyum diyor. Eğer Evren anayasası olmasaydı bu sözlerinden dolayı ona bir şey yapılırdı. Fakat Evren'e ait olan tüm haklar Anayasa Mahkemesi'nden geri döndü. Ve 12 Eylül'den beri iktidar partisi kimse Anayasa onun tarafından kullanıldı. Tayyip Erdoğan çok ama çok kurnaz bir adam. Köy ağasından beter oldu. Köy ağalarının insanlara etmedikleri zulüm kalmıyordu ama bunun daha insani bir damarı vardı. Ama o zamanlardan bu yana dünya değişti. Mustafa Kemal Atatürk, 1924 Anayasası'nı yaparken o dönemin şartlarına göre hareket etmişti. Ama Tayyip Erdoğan tam bir diktatörlüğe oynuyor. Mustafa Kemal yaşasaydı bırakın Anayasa'yı değiştirmeyi kendisini bile bin kere değiştirirdi. Çünkü o dönemin şartları gereği ne yapması gerekiyorsa onu yaptı. Erdoğan'ınkinde ise kişisel bir hırs yatıyor. Mehmet Baransu hâlâ içeride, gencecik çocuk. Tayyib'in hukuku kendisi için, kendine mahsus. Hele kızının olayı! Rezalete bak sen… Ne yalanlar, ne yalanlar. Hepsi de ortaya çıktı.

Anayasa değişmediği gibi Türkiye her geçen gün kaos ortamına sürükleniyor. Bunun suçlusu kim?

Yaşananları iç savaş olarak görüyorum. Benim polisim, benim gençlerim, benim askerim dediği günden beri bu iç savaşı başlattı. Affedersin Ermeniler diyor. Aleviler de kimmiş diyor. Kürtler için zaten çözümü de bir yana attı. Bakın ırk savaşları başladı. İzmir'de bir insan Kürtlerin fırınından ekmek almayacak duruma geldi. HDP'ye oy verenler olarak şerefsiz ilan edildik. Namussuzlar olduk. ‘Allah bunları kahretsin' dendi. Kasaba dergilerinde ne küfürler ediliyor. Çünkü toplum kışkırtılıyor. Toplu kıyımlar, bombalarla da kışkırtılıyor. Bunların altında da hep tek iktidar olma hevesi yatıyor. Seçimlerin yenilenmesini istemesinin sebebi de gerilim stratejisi yaratmak. Zaten açıkça bana 400 vekil verecek yeni bir seçim istiyorum dedi.

Bu ortamda Cumhurbaşkanı'nın muhtarlardan muhbirlik yapmasını istemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanımız, partisinin (aslında tarafsız olması gerekirken) oy kaybına uğradığının farkında. 7 Haziran seçimlerinde belli oldu zaten. Şimdi müthiş bir kurnazlıkla muhtarları Saray'a çağırıyor. Muhtarlar köyde, kasabada oturup dururlarken bir Cumhurbaşkanı'nın çağırması ne kadar büyük bir şey. E tabii oraya gidince de artık baş sallayacaktır mecburen. Başka hiçbir çaresi yok ki. Erdoğan da bunları çok iyi bildiği için altyapıyı böyle toparlamaya çalışıyor.

KÖŞEYİ DÖNME AHLÂKI ORTAYA ÇIKTI

Türkiye adına gelecekle ilgili öngörüleriniz neler?

Konunun uzmanlarını, profesörlerini dinliyorum. En ufak bir umut ışığı göremiyorum söylediklerinde. “Şu şöyle olsaydı böyle olmayacaktı” ile bitiyor tüm konuşmalar. Evet, her şey çok yönlü. Uzağı ve yakını ile her şey. Örneğin bir inşaatçılık var ki müteahhitler arsa alım satımında devletle el ele. Para yürüyor, rüşvet yürüyor, ihale yürüyor. Esnaf ahlâkı doğrudan doğruya yıkıldı. Köşeyi dönme ahlâkı ortaya çıktı. Ya para veriyor, ya altın saat veriyor. Böyle gidiyor. Geçen gün yurtdışında yayınlanmış bir iki romanımdan beklemediğim bir telif hakkı gelmişti, bunu öğrendiğim sıralarda bana gelen yeğenime hani sanki övünür gibi yaparak “Bu parayı ne yapsak?” demiştim. Yeğenim de “Bunu ayakkabı kutusuna koy hala.” dedi. Biz artık böyle konuşur olduk.

HALK KORKUYOR

Herkes kendini AKP'li görünmek mecburiyetinde hissediyor. Korkuyorlar. Sokaktaki röportajlarda kendi aleyhindeki insanlara “Hayatından memnun musun?” diye soruluyor. Memnun olmadığı yüzünden okunuyor. Soru karşısında bir an duraklıyor ve sonra da gülmeye başlıyor. Yurttaşlarımızın çoğu hep böyle yapmakta; bütün sıkıntısını gülerek ifade edebilmekte. Durumumuz traji-komikti, şimdi buna artık dram denmeli.


Sadece okyanusların yenebildiği pehlivan Koca Yusuf

$
0
0

Kel Aliço'yu yendi mi yenmedi mi? 4 Temmuz 1898'de La Bourgogne gemisiyle Atlas Okyanusu'nda boğulurken filikalara dev cüssesi sığmaz diye bilekleri kesildi mi? Ya da belinde taşıdığı altın kemerleriyle mi sulara gömüldü?

Dünyaca ünlü pehlivanımız Koca Yusuf'a dair bu soruların net bir cevabı yok ama bir gerçek var ki İsveç güreş tarihçisi William Baster'a göre Bulgaristan'ın Şumnu ilçesine bağlı Karalar köyünde 1857 yılında doğan Deliormanlı Yusuf İsmail, Türklerin dünyaya tanıttığı ilk sporcu.

İkinci Abdülhamit'in teşvikiyle dünyaya açılmış Koca Yusuf. Hakkında sağlıklı kaynaklara ulaşmak zor olsa da 115 güreşçiyi yendiği, 114 kilo olduğu, boyunun iki metreyi geçtiği ya da 1.88 olduğu, ona dair bazı bilgiler. Mindere çıkıp grekoromen güreşini yapan ilk Türk pehlivanı olduğu ise kesin. 7 Rus'u, 12 Bulgar'ı 11 Romen'i ve 4 Avusturyalı'yı yenip ünlü Fransız güreşçi Sabe Doublier'i de yenerek 3 yıl kaldığı Fransa'dan Amerika'ya gider Koca Yusuf. Amerika'dan kariyerini tamamlamış bir şekilde ve hatırı sayılır bir servetle Karalar köyüne doğru yola çıkarken Atlas Okyanusu'nda kaybolur Yusuf. Bazen bir Amerikan çizgi romanında bazen bir bilgisayar oyununda ya da Aselsan'ın uçaklarında bir top mermisinde ismine rastlamanız ihtimal dahiliyken bir mezarı bile yoktur Koca Yusuf'un. Bilinen kesin bir şey ise doğup büyüdüğü yer, Bulgaristan'da bir köyde harabe halinde bekleyen evidir. İşte bu ev, geçtiğimiz günlerde Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından restore edildi. Artık Yusuf İsmail'i ve ona dair şeyleri merak ederseniz ziyaret edebileceğiniz bir yer var.

‘Bizim kööden Goca Yusuf'

Deliorman'ın Karalı köyündeki bu ev, bugün Bulgaristan sınırları içinde. Birçok Bulgar tarihçiye göre oradaki varlıklarını hâlâ Mithat Paşa'ya borçlu Türkler. 1853 Kırım Savaşı sonrasında yerleşim yerleri değiştirilmiş olsa da herkesin Büyük Vali diye isimlendirdiği Mithat Paşa, sayesinde şimdiki yerleşim yerleri sağlamlaştırılmış Bulgaristan'daki Türklerin. Sonraları 1912 Balkan Harbi'yle göçler başlasa da varlıklarını koruyan Türkler'in en son 80'lerde başlayan zorunlu göç ile sayıları azalmış. Buna rağmen hâlâ Balkan coğrafyasındaki en yoğun Türk nüfusu burada. Geçtiğimiz hafta o nüfusun yoğunlukla yaşadığı bölgelerden biri olan Şumnu'ya gittik. Karalar köyüne yakın bir meydanda mehter marşı eşliğinde güreşler başlamıştı. Sıcak şiveleri ile güreşi izleyen Deliormanlılar'ın “Türkiye'den mi geldiniz? Bizim kööden Goca Yusuf” diye anlatma istekleri yüzyıllardır devam ediyor. Dünyada “Terrible Turk” (Korkunç Türk) olarak tanınan pehlivanı yine yeniden tanıtmak istiyorlar. Ne de olsa Koca Yusuf'un çocukluğu da onlar gibi milliyetçilik hareketleri nedeniyle Bulgarların Türk köylerini bastığı bir ortamda geçti. 2007'de Avrupa Birliği'ne kabul edilen Bulgaristan'ın Türkleri de yıllar sonra ‘Demokrasi geldi ama biz biraz fakir kaldık.' diyeceklerdi. Köyde gezerken bir iç Ege köyünde ya da İç Anadolu'da dolaşıyormuşsunuz hissini hiçbir zaman atamıyorsunuz.

Fransız yazar Edmond Desbonnet'in “Güreşin Kralları” adlı kitabında anlatıldığı gibi Doublier, 1894'te rakibi Sabés'e yenildikten sonra onu yenecek bir güreşçi ararken Karalar köyünden Yusuf İsmail'i bulur ve beraberinde Fransa'ya götürür. Yusuf için bu teklifi kabul etmek zor olsa da ahlâkı ve dindar kimliği ile bilinen Koca Yusuf, alimlerin de sözlü destekleri üzerine 1897'de Avrupa'ya gider. Burada kazandığı ünden sonra ise Amerika'nın yolunu tutar. Orada onlarca karşılaşmaya çıkar. Hiç unutulmayacak güreşleri, ünü ve servetiyle evine dönmek üzere veda eder Amerika'ya Koca Yusuf. Hiç dönemediği evinin restore edilmesine öncülük eden Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, bakın neler diyor: “Balkanlar'da Türkler zaten var ama bu varlığın yeni nesillerin hafızasına kazınması için Koca Yusuf gibi sembol isimler çok değerli. Balkan Türklüğü tarihimize çok güçlü kişilikler kazandırmıştır. Koca Yusuf da bunlardan biri. Cihan pehlivanımızın Karalar köyündeki evi yanmış ve yıkılmıştı. Biz bu evi tamamen aslına uygun olarak yeni malzemeler kullanarak inşa ettik.”

Koca Yusuf'un evi artık harabe değil

6 Eylül'de gerçekleşen açılışa Bursa, Edirne, Adana, Tekirdağ, Kırklareli illerinden kökleri Balkanlar'a dayanan yüzlerce soydaşın akın etmesi çok şey anlatıyor. Hüseyin Sözlü'nün dediği gibi Koca Yusuf Müzesi, Bulgaristan'daki Türk varlığının sonsuza dek yaşatılmasına katkıda bulunacağa benziyor.

Müzede Koca Yusuf'a ait fotoğraf ve belgelerle birlikte 19. yüzyılda köy hayatını anlatan bilgiler yer alıyor. Ana binanın yanında bir de mescit bulunuyor.

Açılışın ardından Karalar köyünde düzenlenen geleneksel Koca Yusuf Yağlı Güreşleri'ne Türkiye ve Balkan ülkelerinden şampiyon pehlivanlar katıldı.

Koca Yusuf'un evinin müzeye dönüştürülmesine vesile olan araştırmacı yazar Mecit Sağır, 1860 yılında doğan Koca Yusuf'un Osmanlı topraklarında kendisine rakip olacak kimse bulamayınca pehlivanlardan bir ekip kurarak Fransa'ya gittiğini ve orada ‘Müthiş Türkler' olarak adlandırıldıklarını anlattı.

Sivil dikta ‘Yeni Arayış'ı doğurdu!

$
0
0

1980 askerî; darbe sonrası Ecevit'in gazeteci kimliğiyle çıkardığı Arayış Dergisi, mevcut şartlardan dolayı yeniden çıkmaya başladı.

Arayış Dergisi, 1981 yılında merhum Başbakan Bülent Ecevit'in öncülüğünde yayım hayatına başlamıştı. 12 Eylül'ün yasaklı siyasetçilerinden Ecevit, eski mesleği gazeteciliğe dönmüş ve arkadaşlarının omuz vermesiyle solun fikrî; altyapısını anlatan yazılar kaleme almıştı. Ancak özgürlükçü solun kalesi addedilen Arayış, askerî; vesayetin mengenesi altında sıkışmış ve 1982'de yayım hayatına son verilmişti. Aradan 34 sene geçti ve mahut dergi, ‘Yeni Arayış' adı, ‘Bilgi Özgürlüktür' mottosu ile yeniden çıkmaya başladı. Bundan mütevellit derginin fikir babalarından Cenk Sidar ile bir araya geldik. Haliyle ilk sorumuz ‘Ülkede yeni bir faşizm dalgası mı var ki, Arayış dergisi yeniden karşımızda?' oluyor. Cevap şöyle: “Yaşadığımız olaylar bize gösteriyor ki Türkiye'de sivil dikta ve otoriterleşme eğilimi söz konusu. 1980'deki askerî; diktanın siyasal olarak benzeri bir dönemden geçiyoruz. Demokrasi ve özgürlükçü platform olarak ortaya çıkan Arayış Dergisi, 1980 darbesi sonrası önemli bir misyon üstlenmişti. Biz de Yeni Arayış olarak Türkiye'deki kötü gidişata karşı bir farkındalık oluşturmak istiyoruz.”

Dergideki ağırlık, özgürlükçü ve demokrat sol isimlerden müteşekkil. Sidar, dergiyi sol algının değişmesi açısından da önemli buluyor: “Solun arkaik anlayıştan kurtulması ve çağdaş olarak yorumlaması adına fırsat penceresi. Solun fikir bazında kendini yenileyebilmesi adına önemli.”

Merkez sağ, Erdoğan'ın çiftliği haline dönüştü

Cenk Sidar, Arayış'ın çıktığı zamandan bugüne Türkiye'de demokrasi açısından birçok değişimin olduğuna vurgu yapıyor. “Türkiye özellikle 2002'den 2009'a kadarki süreçte demokrasi ve özgürlükler bağlamında epey mesafe aldı. Fakat 2010'dan sonra geriye dönüş başladı ki, eskiye gidiş insanların umudunu törpüleyen bir tablo arz ediyor.”

Sidar'a göre, AKP'nin her seçimde zafer elde etmesi, kendisini var eden kazanımları unutturdu. Türkiye'de siyasetin merkez sağ ve sol üzerinden yürüdüğünü hatırlatan Sidar, “2011'den bu yana Türkiye demokrasisinin en büyük sorunu merkez sağın olmamasıdır. Çünkü sol, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP üzerinden tekrar özgürlükçü bir parti haline gelmeye başladı. Erdoğan ise Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da olan radikal sağı temsil ediyor. Bu durumdan kurtulmak için merkez solu güçlendirmek ve yeni kadrolar oluşturmakla beraber, merkez sağın da yenilenmesi gerekiyor.” diyor. Merkez sağın Erdoğan'ın çiftliği haline dönüştüğünü dile getiren Sidar, bugün Türkiye'de siyasetin Erdoğan başkan olsun, yolsuzluktan ötürü yargılanmasın, kendisi ve ailesi hukukî; yaptırımlarla karşılaşmasın diye yapıldığını kaydediyor.

Bu kez İspanya'dan Türkiye'ye süzülecek

$
0
0

Helikoptere benzeyen hava aracı gyrocopter ile İstanbul'dan KKTC'ye ‘Zafer Uçuşu' gerçekleştiren öğretmen pilot Hakan Çetinkaya (43), şimdi de yeni projesi için harekete geçti.

Başarılı pilotun yeni hedefi ise sipariş verdiği yeni hava aracını en az 5 ülke ve 2 deniz üzerinde uçuş yaparak İspanya'dan Alaçatı'ya getirmek. Aynı zamanda açtığı eczanede asıl mesleğini yapmayı ihmal etmeyen Çetinkaya, iş çıkışı ve hafta sonları gerçekleştirdiği uçuşlarda fotoğraf da çekiyor. Eczacı pilot, gelecek ay çıkacak 200'e yakın fotoğrafın yer aldığı yeni kitabı için de yoğun çalışma yürütüyor.

Hakan Çetinkaya'nın hayatı, çocuk dergilerinde gördüğü astronot resimleriyle değişmiş. ‘Acayip kıyafetler giyerek uzaya giden adamlara hayranlık duyan' Çetinkaya, gökyüzüne merak sarıp astronot olmak istemiş. Ancak Türkiye'de astronot yetişmediği için hayal kırıklığı yaşayan Çetinkaya, askeri jet pilotu olmaya karar vermiş. Askeri lise sınavlarına girmek için araştırma yapan genç havacı, ön koşul şartlardan birini sağlayamadığını öğrenince bu hayalini de gerçekleştirememiş. Genç havacılık tutkunu, sportif havacılıkla ilgilendikten sonra gökyüzünde süzülmeye başlamış.

KKTC'YE ZAFERE UÇTU

Uçuş hayatına 2002'de başlayan deneyimli pilot, bugüne kadar 1.550 saat uçuş gerçekleştirdi. Bu uçuşlardan en heyecanlısı ise kuşkusuz temmuz ayındaki ‘Zafer Uçuşu' oldu. Çetinkaya'nın öğretmen pilot Serkan Özcezarlı ile yaptığı bu tarihi uçuş, açık kokpitli hava araçları ile Alaçatı'dan Kıbrıs'a ilk defa gerçekleştirildi. Dönüş yolunda ise bir günde 4 bacakta 9,5 saat havada kalarak 800 kilometre uçan pilotlar, 1500'den fazla fotoğraf ve film çekimi yaptı.

Alaçatı-KKTC uçuşu ile ufkunun açıldığını söyleyen Hakan Çetinkaya, şimdi ise İspanya'dan sipariş ettiği yeni hava aracını sonbaharda Türkiye'ye getirmek için harekete geçti. Gerekli izinlerin alınmasına çalışan Çetinkaya, yeni gyrocopterini İspanya Cordoba'dan Alaçatı'daki hangarına en az 5 ülke ve 2 deniz üzerinde uçurarak getirmeyi planlıyor. Çetinkaya, bu tarihi uçuşu bir sipariş daha almaları halinde pilot Serkan Özcezarlı ile gerçekleştirecek. Böylece 2 gyrocopter, yan yana uçarak İspanya'dan Alaçatı'ya getirilecek.

3 FOTOĞRAF SERGİSİ AÇTI

Gyrocopter pilotu Çetinkaya, aynı zamanda başarılı bir hava fotoğrafçısı. Bugüne kadar 3 sergi açıp bir de kitap yayımlamış. ‘Buradan 4 Mil' adlı ilk kişisel fotoğraf sergisini Sakızadası'nda 2013'te açan başarılı pilot, ‘Gökyüzünde Özgürlük Molası' isimli ikinci sergisini de İzmir'de görücüye çıkarmış. Çetinkaya, üçüncü sergisini İstanbul'da açarken, geçen yıl da 190 hava fotoğrafının yer aldığı ‘Gökyüzünde Özgürlük Molası' adlı kitabını çıkarmış. Ulusal ve uluslararası yayınlarda 500'e yakın fotoğrafı yayımlanan Çetinkaya'nın yeni kitabı ise gelecek ay çıkacak.

Uçağın en kirli yeri neresi?

‘Travel Math' adlı seyahat sitesinin, beş havalimanında gerçekleştirdiği araştırma, en çok mikrop barındıran yerleri ortaya çıkardı. Buna göre uçakların en kirli yeri yemek tepsileri. Kirli yerler konusunda tepsileri ise sifon düğmesi ve emniyet kemerleri takip ediyor. Araştırmayı yürüten ekip, bakterilerden ağız yoluyla temastan kaçınmak için yemek ile tepsinin birbirine değmemesi gerektiğini belirtiyor. Ayrıca, yolcuların yanlarında el dezenfektanı bulundurması öneriliyor.

Atlasglobal, Irak uçuşlarına başladı

Atlasglobal Havayolları'nın kısa süre ara verdiği Irak uçuşları, geçen hafta yeniden başladı. İstanbul Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen Erbil uçuşlarının ardından şirket, birkaç gün arayla Süleymaniye, Bağdat, Basra ve Necef ‘e de tarifeli seferler başlatarak Irak'ta hizmet sunduğu nokta sayısını 5'e çıkaracak. Erbil ve Süleymaniye uçuşlarının bilet fiyatları EkonomiPlus'ta tek yön her şey dahil 180 USD'den, Bağdat, Basra ve Necef uçuşlarının fiyatları ise 240 USD'den başlıyor. Yolcular, Atatürk Havalimanı'nda uygun bekleme süreleri ile tüm yurt içi ve yurt dışı uçuş noktalarından Irak'a seyahat etme imkanı yakalıyor.

Sürç-i lisana tepki olarak… - [Bizim Köy]

$
0
0

Spikerlerin ara sıra sürç-i lisan etmelerine aşinayız. Ancak hepsinin İngiliz hava durumu sunucusundan öğreneceği çok şey var.

Zira kendileri Galler'deki 58 harfli bir bölgenin ismini hatasız söyleyince günün konusu oldu. Channel 4'ün hava durumu spikeri Liam Dutton, İngiltere'nin Galler bölgesindeki Anglesey adasının güneyinde yer alan ve 58 harften oluşan “Llanfairpwllgwyngyllgogerychwyrndrobwllllantysiliogogogoch” isimli yörenin adını canlı yayında takılmadan söylemeyi başardı.

Ahirete bir iki

“Allah insana, insan olduğunu unutturmasın.” derler ya tam da öyle olaylar şu sıra Çin'de. Ülkede bir araç sürücüsü trafik kazası sonucu öldürdüğü bir kişi için 30 bin ile 50 bin dolar arasında tazminat ödüyor. Kaza kurbanının ölmeyip sakat kalması halinde ise sağlık masrafları için yüzlerce dolar ödemek zorunda kalıyor. Bu durumda bazı Çinli şoförler, çarptıkları yayanın yaralanması halinde tekrar tekrar çarpıp onu öldürmeye çalışıyor. Şoför öldürdüğü yayayı kaza sırasında çöp bidonu sandığı yalanını söylüyor.

Maymunu kovalarken öldü

Hacca giden yaşlıların en büyük arzusu ruhunu oralarda teslim etmek. Ancak kutsal topraklarda öyle bir ölüm gerçekleşti ki… Gece, Mekke'nin kuzeydoğusunda bulunan ve Kâbe'ye beş kilometre mesafedeki Nur Dağı'na giden yaşlı adam, 300 metre yüksekliğindeki Hira Mağarası'nda çantasını bir kenara koyarak ibadet etmeye başladı. Bir maymunun çantasını aldığını gören adam peşinden koşmaya başladı. Karanlıkta sarp kayalıkların bulunduğu Nur Dağı'nda ayağı kayan talihsiz hacı, uçurumdan yuvarlandı.

88 ülkeye futbol anlatıyor

$
0
0

Kadın ve futbol… Bu iki kelimeyi yan yana koyduğunuz anda anlamını yitirmesi muhtemel sorular çıkagelir peşinden: Kadınlar futboldan anlar mı? Bir kadın ofsaytı açıklayabilir mi?

Kadınlarla maç kritik edilir mi? Bu ve benzeri sorularınız Kübra Keskindokur tarafından itinayla cevaplanır! Hem de videolar eşliğinde… Bir adım daha ötesine geçelim; kubrailefutbol.com'dan bahsedelim size. Zira profesyonel futbolcu olan Kübra, internet sitesiyle yediden yetmişe futbol eğitimi veriyor. Üç dilde yayın yapan site, 88 ülke tarafından takip ediliyor, birkaç dakikalık videolar günde 92 saat izleniyor. Anlayacağınız Kübra'ya göre futbol, bir top ve 22 adam meselesinden çok daha öte.

Kübra'yı “Futbol tek kelimeyle tutkudur.” cümlesini kurmaya sevk eden ise babası. Futbolcu olmak isteyen babası, ailesi tarafından desteklenmeyince bu hayale veda etmiş. Ancak çoluk çocuğa karışınca bu hayali dirilmiş ve küçüklüklerinden itibaren iki kızına futbol oynamayı öğretmiş. Rabia ve Kübra, her pazar babasıyla maç yaptıklarını gülerek anımsıyor. Rabia hâlâ top peşinde koştursa da ablası gibi profesyonel değil, ancak başlattıkları projede beraberler.

“Kübra ile Futbol Projesi” de Kübra'nın üniversite arkadaşı Güliz'in başının altından çıkıyor. Bir gün denize nazır bir kafede otururlarken konu konuyu açıyor. Güliz ve Rabia bir olup Kübra'yı futbol oynarken videoya almayı teklif ediyor. Halihazırda bir prodüksiyon şirketleri de olduğu için çekim yapmak zor olmuyor. Zor olan Kübra'yı kamera karşısına geçmeye ikna etmek. Kübra “Hadi bir deneyelim.” deyince ilk video çekiliyor. Rağbet görür mü görmez mi derken videoların sayısı artıyor ve Kübra 3 ayda 88 ülke tarafından takip edilmeye başlanıyor.

Annesi de futbol oynuyor

1999-2003 yılları arasında lisanslı olan Kübra, Marshall, Dinarsu, Zeytinburnu ve Dostlukspor'da forma giyiyor. Türkiye'de kadın futbolu gelişmediği için İngilizce öğretmenliği okuyor. Burada söz yine babasına geliyor. Çünkü babası profesyonel anlamda futbola devam etmesi konusunda destekliyor, hatta yurtdışına göndermek istiyor. Kübra'nın annesi de futbol oynadığı için kızının arkasında. Kübra ise hobi olarak top peşinde koşturmayı tercih ediyor. Öğretmenlik okumasının avantajını ise şimdilerde görüyor. Kübra ile Futbol Projesi kapsamında çocuklara, çalım tekniklerini, stop pasını, aşırtmayı, voleyi, falsolu vuruşu tane tane anlatıyor. Türkiye'de 77 ilde izleniyor.

Lisede Hagi derlermiş

Okul bahçesinde erkeklerle top peşinde koşan Kübra'nın takıma alınması da kolay olmuyormuş elbette. “Kızlar futboldan ne anlar?” diyenler Kübra'dan çalımı yiyince “Bizim takımdasın” der, hemen benimserlermiş. Onun futboluna laf edemeyen delikanlılar, o dönemin ünlü futbolcusu Hagi'yi lakap olarak takmış.

Kübra, futbolun pırlantaları denilen kadın futbolculara dikkat çekiyor: “UEFA ve FIFA'dan kadın futbolunun geliştirilmesi için baskı var. GS'nin, BJK'nin kadın takımları var ama FB'nin yok. Büyük takımlar da işin içinde olsun ki rekabet ortamı gelişsin. Kadın futbolunun müthiş bir potansiyeli var fakat Türkiye bu potansiyeli henüz keşfedemedi. Dünyadaki 182 takım arasında 62. sıradayız, marka olacak güce de sahibiz.”

Türkiye'de kadın futbolu yeni yeni keşfedilse de dünyanın dört bir yanında kadınlar da top peşinde koşturuyor. Kadın futbol ligleri, şampiyonaları ve milli takımları var. Geçtiğimiz temmuz ayında oynanan 2015 FIFA Kadınlar Dünya Kupası bunun bir örneği… FIFA Başkanı Sepp Blatter'in “Futbolun geleceği kadınlardadır.” cümlesi de futbol otoritelerinin kadın futboluna bakışın ne kadar ciddi olduğunu ortaya koyuyor.

Spor, çocuklar için hayati önem taşıyor

Öğretmenlik geçmişi de olan Kübra, sporun çocuklar için hayatî; önem taşıdığına dikkat çekiyor. Bu bağlamda futbolun bir çocuğa olan katkılarını sıralıyor: “Analitik zekâyı, liderlik becerisini geliştirir, paylaşımcı olmaya sevk eder, güven duygusunu pekiştirir; paslaşabilmek için karşılıklı güven gerekir. Sahanın içinde stres yaşar ama bu stresle başa çıkmaya başlar. Dolayısıyla stres yönetimini öğrenir. Bu durum çocuğun sınavlarına bile yansır, sınavdaki stresini de yönetebilir. Takım oyunudur, birlikte gülmeyi birlikte ağlamayı öğretir. İçe kapanıksa iletişimi güçlenir. Motor becerileri, el-göz kasları, koordinasyon yeteneği hepsi gelişir.”

Kübra, annelerin “Futbol kızımın fiziğini bozar mı?” sorusuna “Anneler kızımın bacakları yamulur diye endişeleniyor ama Alex Morgan'a bir baksınlar. Çocukluğundan beri futbol oynuyor ve fiziği çok düzgün. Bana kalırsa futbol estetik bir spor, resimlerimize bakın, balerin gibi çıkıyoruz.” deyip gülüyor.

Kübra, Barcelona yolunda

“Kübra ile Futbol”, sosyal sorumluluk projelerini de destekliyor. Dünyaca ünlü futbolcu Messi, FC Barcelona ve Unicef işbirliğiyle hayata geçirilen 1in11.org adlı projeyi takip ettiklerini anlatan Kübra, “Dünyada her 11 çocuktan 1'i eğitim şansı yakalayamıyor. Proje, eğitimden mahrum kalan çocukları kapsıyor. Düzenledikleri yarışmaya bir videoyla katıldık ve birinci olduk. 2015-2016 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne gidiyoruz. Barcelona'da, Camp Nou'da maçı izleyeceğiz.” diyor.

İnternetten satamazsın dediler, dünya birincisi oldu

$
0
0

Muhafazakâr alışveriş sitelerinin öne çıkan ismi Modanisa; tunikten elbiseye, feraceden eşarba geniş bir ürün yelpazesine sahip. Kurucu ortağı Kerim Türe, başlangıçta, “İnternetten satış yapamazsın” diyerek firmaya ürün vermeyen üreticilerin şimdilerde kendilerinin geldiğini söylüyor.

Muhafazakâr giyimde online satış sitelerini tercih eden hanımların sayısı her geçen gün katlanarak artıyor. Rakamlar, “İnternetten satış mı? Bizde tutmaz.” diyenleri utandıracak türden. Bu siteler arasında en çok tercih edilenlerden biri de ‘modanisa.com' adlı alışveriş sitesi. Başörtülü olan ya da olmayanlar için büyüklerimizin tabiriyle ‘usturuplu giyim' ilkesini benimseyen firmanın elbiseden eteğe, tunikten feraceye kadar geniş bir ürün yelpazesi var. Dört yılda her yıl ortalama 4 buçuk kat büyüyen markanın hızı, sahiplerini bile şaşırtıyor. Modanisa Kurucu Ortağı Kerim Türe ile sitenin başarı öyküsünü ve muhafazakâr giyim sektöründeki boşlukları konuştuk.

Muhafazakâr giyimde de dünya markası çıkmalı

Kerim Türe'nin muhafazakâr giyim alanındaki açığı fark etmesi, çevresinde gözlemlediği anne-kız kombinlerine dayanıyor. “Ailemde de çevremde de başı kapalı insanlar var. Bir masaya oturduğumuzda 20 yaşındaki kızla 50 yaşındaki annenin aynı tarz kıyafetler giydiğini, daha doğrusu giymek zorunda kaldığını gördüm. Üstelik alım gücü yüksek insanlar bu bahsettiğim.” sözleriyle açıklıyor yola çıkış hikâyesini. Kısa kollu elbise ya da bluz alıp terzilerde kolunu ya da etek boyunu uzatmaya çalışanlara tanık oldukça sektöre girme fikri daha da oturmuş kafasında. “Bu alanda kocaman bir boşluk var, herkes bunu görüyor ama kimse bunun için bir şey yapmıyor. Adeta görmezden geliniyor.” diyor. Sadece Türkiye değil, İslam ülkelerinde de Zara, Mango gibi dünyaca ünlü markaların olmaması bunu kanıtlar türden.

Bol çeşit ve uygun fiyat istediler

Kerim Türe, önce hedef kitlesi olan kadınların isteklerini anlamak için saha çalışması yaptıklarını anlatıyor: “Sonuçlarda ilk olarak bol çeşit, ikincisi olarak da uygun fiyat çıktı. En çok istenen ürünlerse uzun kollu tunik ve elbiseydi.”

Modanisa'da hem muhafazakâr giyime uygun kendi ürünlerini üreten hem de farklı tesettür firmalarını bünyesinde barındıran online alışveriş sitesi olarak 2011'de başlamış ticarî; hayatına. Türe, ilk destek verenlerden birinin Aker firması olduğunu söylüyor. Yine de “İnternetten bu iş tutmaz, yapamazsınız.” diyen Osmanbey'deki üreticileri ikna etmek pek kolay olmamış. Diğer firmalardan 3-4 ay sonra ödeme alırken kendilerinden parayı peşin alarak iş yaptıklarını anlatıyor. Ancak satışlar arttıkça üreticiler kendileri getirir olmuş malları.

25 global site arasında birinci

Dünyanın ilk çoklu marka satışı yapan muhafazakâr giyim firması olan Modanisa, Global Islamic Economy raporuna göre 25 global site arasında birinci seçildi. Ürünlerinin yarıya yakın kısmı yurtdışına ihraç ediliyor. 500 bin dolar yatırımla başlayan iş, Hasan Aslanoba'nın melek yatırımıyla büyümüş. Şimdi de Suudi Telekom şirketi kendilerine yatırım yapmış.

‘Gözlerle de seksi olunabilir' sözüm yanlış anlaşıldı

Uzun zamandır sosyal ağlarda da dönen, kendisiyle yapılan röportajdan alıntı bir cümlesinin yanlış anlaşılmasından hayli mustarip Modanisa kurucu ortağı Kerim Türe. Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan röportajında, “Örtünmek, tesettür için gereklidir ama yeterli değildir. Çünkü tesettür sadece görünüş değil, bir niyettir. Baştan aşağı örtünmüş bir kadın, bakışlarıyla da seksi olabilir. Bu nedenle tesettürü sadece kıyafete indirgeyemeyiz.” diyerek negatif bir örnek verdiğini ancak sözlerinin yanlış anlaşıldığını ve neredeyse öneri gibi algılanacak hale gelmesinden dolayı üzgün olduğunu ifade ediyor.

Ünlü modacılara tasarımlar yaptıracak

Bütün tasarımcılara kapılarının açık olduğunu söyleyen Kerim Türe'nin iki şartı var. Birincisi bu işi bir-iki parça ürün satışı olarak değil, uzun vadeli düşünmeleri. İkincisi üretebildiklerinin en iyisini üretmeleri. Her tasarımcıya kapıları açık olsa da bu konuda oldukça titizler. Londra ve New York Moda Haftası'nda tesettür defilesi yapan ilk tasarımcı Rabia Z.'yi aralarına katmaları uzun vakitlerini almış. Tasarımcı Dilyara Saideva ise Rusya'dan, markasının adı Bella Kareema. Türe, hedeflerinde dünyaca ünlü modacılara muhafazakâr giyim ürünleri tasarlatmak olduğunu da ekliyor.

Bir kere alışveriş yapan tekrar uğrar oldu

Bir kıyafeti giyip en az dört kişinin fikrini sormadan satın almayan hanımları internet satışına nasıl ikna ettiler? Sorumuzu Kerim Türe cevaplıyor: “Bir kadın önce neyi ne kadar istediğini tartar. İkinci olarak memnun kalmadığı takdirde değişim ya da iade koşullarını sorgular. Biz ücretsiz iade garantisi sayesinde gönül rahatlığıyla alışveriş imkânı sunarak aştık bu sorunu. İkinci olarak da, ürünü kendilerine çok hızlı şekilde ulaştırma garantisi verdik. Böylelikle internetten alışverişin risk faktörlerini elemiş olduk. Müşterilerimizin güvenini bu şekilde kazandık. Bir kere alışveriş yapan mutlaka yine uğrar oldu.

Reklam jingle'ını Modanisa ekibi yazdı

Modanisa'nın uzun süredir televizyonda dönen reklamları hayli ilgi çekici. Bu reklam için Alamet-i Farika ajansıyla çalıştıklarını söyleyen Kerim Türe, gördükleri ilgiden memnun. “Biz muhafazakâr kadını bir robot gibi değil, günlük hayatta var olduğu haliyle yansıtmak istedik. Açık kapalı kadınlar bir arada evde kahve eşliğinde gülerek sohbet ediyor. ‘Senden Başka' şarkısını, pazarlama ekibimiz uyarladı. ‘Bir karış uzun yapsalar derdim, etekleri görünce. Çeşit yok diye sitem ederdim, çarşıdan dönünce.' annemin de hep söylediği laftır mesela.”

Yaşlandıkça gençleşiyor

$
0
0

Sherlock Holmes müdavimleri için başka bir keyiftir filmini izlemek. Hikâyenin merkezine yerleşir dedektifle beraber ipuçlarını toplayıp gizemli cinayetleri çözmeye çalışır izleyici.

Bu kez karşımızda başka bir hikâye var, bambaşka bir Sherlock Holmes. Yeni macera ‘Mr. Holmes ve Müthiş Sırrı', İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk geliyor. Uzun zaman önce emekli olmuş ve Sussex kasabasında evdeki yardımcısı ve yetiştirdiği yeni yetme dedektif oğlu ile yaşamaya başlayan Holmes'u merkezine alıyor. Holmes, huzur içerisindeyken birden kendisini 50 yıldır çözülmemiş bir davanın içinde buluverir. Kaderin cilvesi hafızası eskisi kadar kuvvetli değildir. Bu olaya istinaden hatırladığı tek bir kare vardır: Kızgın bir koca, güzel ve bir o kadar dengesiz bir eş.

Dedektifin dünyasına aşina olanlar için hikâye çok yabancı gelmeyebilir. Conan Doyle'un kaleme aldığı benzer bir hikâye var; zamanı, yaşadıkları biraz farklı. 20. yüzyılın başında emekliye ayrılır, köy evine yerleşip arıcılıkla uğraşır. 1. Dünya savaşı patlak verdiğinde ‘son görev' için tekrar mesleğe döner, Almanlara karşı istihbarat amacıyla Amerika'ya gidip araştırmalar yapar. Sonrası bildik polisiye hikâye. Mr. Holmes'ta benzer bir son görev var ama bambaşka bir şekilde işlenmiş. Odakta çözülmeyi bekleyen olaylar dizgesinden ziyade Holmes'un kendi özel hayatı var. Tercihleri, oğluyla ilişkisi, unutkanlığı, pişmanlıkları…

Holmes'u bekleyenlerin bir diğer motivasyonu, Ian Mckellen'dı. Zira Yüzüklerin Efendisi, Hobbit ile başka bir dünyaya yerleşen oyuncuyu uzun süredir tek başına bütün yükü sırtlandığı bir filmde görmüyorduk. Usta oyuncu, karakteri baştan sona taşıyor ama bazı noktalarda elinden kaçırmıyor değil. Şöyle ki: Mckellen 76 yaşında. Bu rol için biçilmiş kaftan. Ancak bahis mevzuu bilinç kaybı yaşayan, ikinci ayağı da çukura girmeye hazır 93 yaşında bir karakter olunca durum değişiyor. Beden formunu değiştiriyor, karakterin ritmiyle oynuyor. Ancak bu yaklaşım baştan sona tutarlı bir şekilde devam etmediği için karakter eksik kalıyor. Bazen 76 oluyor, bazen 93. Arada çok fark var. Belirli yerlerde yapılan rol kendini sobeliyor. Yine de derdi tasası, insani zaafları olan Holmes'u ondan izlemek çok keyifli. Buradakinden daha iyi oynadığı ve onu bugünlere taşıyan filmler var.

5 filmle McKellen

Ak sakallı Gandalf dede

Yüzüklerin Efendisi-Hobbit: Kurduğu dünya, var ettiği sıra dışı karakterler, anlattığı masalla sinema dünyasında özgün bir yerde duruyor Yüzüklerin Efendisi. Tüm zamanların en çok kazanan, kazandıran yapımlarından... Bu fantastik dünyanın önemli sakinlerinden Gandalf'ı McKellen canlandırıyor. Sanki doğduğu günden beri kesmediği uzun saçı ve sakalı, bol kıyafeti, sihirbazdan ödünç aldığı şapkası, ancak ruhani bir lidere yakışacak asasıyla kazıdı karakteri zihnimize. Sanki 90 yaşında doğmuş ve 300 yıl geçse yaşlanmayacak gibi dinç, asil… Serinin üç filminde de rol alan oyuncu, sonrasında orta dünyayı başkent edinen Hobbit serisiyle seyircinin karşısına çıktı. İki serideki karakterler gibi performansı da eşdeğer. Oldukça başarılı. Gandalf'ın unutulmaz karakterler listesinde ilk 25'te gösterilmesi tesadüf değil.

Richard'ın kardeşi Hitler

III. Richard: Dünyanın en karizmatik kötü karakterlerinden biri III. Richard. Sir Thomas More şöyle tanımlar: Ufak tefek, sıska, bir kolu sakat, kambur, sert yüzlü, kötü huylu, kıskanç… Kötülüğünü çirkinliğinden alan, iktidara gelmek için akıl almaz planlar yapan Richard'ı farklı yorumluyor McKellen. Sol tarafı felçli, hafif kambur, topal.. Shakespeare'in ölümsüz metninin modern uyarlamasında (1995) 1930'ların hayali ve faşist Londra'sında geçiyor hikâye, dünya siyasi tarihinin kırılma noktası sayılacak bir dönemde. Richard, McKellen'ın vücudunda karşımıza Hitler ve Mussolini'yi andıran bir ruhla çıkıyor. 20. yüzyılda Shakespeare'i en iyi idrak eden isimlerin başında gelen Laurence Olivier'ın yorumunun yanında pek güçlü durmasa da uyarlama metinlerde ilk adı geçen. Richard yaşadı mı yaşamadı mı tartışılabilir ama McKellen'in yaşattığı karakteri tartışan pek yok.

Macbeth karanlığın içinde

Macbeth: McKellen oyunculuğa başladığı günden beri ayağını sahneden çekmedi. İngiliz oyuncu, son yıllarda Hollywood'a yerleştiği için Londra'da oynadığı Godot'yu Beklerken'i Broadway'a taşıdı. Sahneye ara verince nefes alamayanlardan. Hastalık derecesinde Shakespeare hayranı oyuncu, çoğunluğu National Theatre'da hemen hemen bütün oyunlarını oynadı dahi yazarın; Othello, Romeo Juliet, Fırtına… Hamlet ve II. Richard, Macbeth'in TV filmlerinde rol aldı. Tabii ki ana karakter olarak. Uzun listede en çok plana çıkan, Macbeth (1978). Dikkate değer olan hem uyarlama tarzı, hem de oyuncuların performansı. Filmi özel kılan ayrıntı şu: Bir tiyatro sahnesinde oynanıyormuş gibi atmosfer kurgulanmış. Arkada simsiyah bir fon. Minimal dekor, kostüm, aksesuar… Kostümlerin çoğunda metnin ruhu gibi siyah ağırlıkta. Yönetmenin kurduğu dünyayı başka açıdan şöyle yorumlanabilir: “Önemli olan görsellik değil, oyunculuk. Tek ve en değerli malzeme bu.” Oyuncuların, yönetmenin yüzünü kara çıkarıp çıkarmadığına siz izleyip karar verin. Bizce sonuç takdire şayan. Zira böyle bir yükün altına girmek her baba yiğidin harcı değil.

Metallerin lideri: Magneto

X Men: Senaryo sıkıntısının hat safhaya çıktığı 2000'li yılların başında Hollywood tekrardan çizgi roman uyarlamalarına yöneldi. 11 Eylül saldırısından sonra yeni hikâyelere öncelik verilse de perdedeki çizgi karakter sayısı artarak devam etti. O günlerden bugüne kalan bir kahraman X Men. Marvel Comics'in süper kahramanının 2000'deki ilk perde uyarlaması geniş kitlelere ulaşınca ilerleyen yıllarda altı film daha çekildi. Şimdi sekizincisi yolda: X-Men: Kıyamet. Mutantlar ve insanlar arasındaki karmaşık ilişki üzerinden gerçek dünyanın sorunlarına değinen serinin vitrininde Hugh Jachman var. Güçlü karakterleri canlandırmanın yanı sıra dans eden, şarkı söyleyen gözde oyuncu… Ancak metallere hükmeden Megneto'nun yeri, takipçilerinin gözünde başka. Selvi Boylum Al Yazmalım'da aşk Kadir İnanır ile Türkan Şoray arasında yaşanıyor ama Ahmet Mekin filmden çekilse iskambil kâğıdından yapılan kale gibi hikâye devrilmez mi? Devrilir elbet. Megneto da böyle işte.

Frankenstein'ın dünyasına yolculuk

Tanrılar ve Canavarlar: Biyografik bir film. Frankenstein'ın yönetmeni James Whale'in hayatının son günlerinde yaptığı içsel yolculuğu ele alıyor. Sanat hayatını anlatırken aile hayatına, arkadaş ilişkilerine yer veriyor. Bir tarafta sinemanın pırıltılı dünyası, bir tarafta yoksulluk… McKellen, usta yönetmenimiz. Bu rolle Akademi'de en iyi erkek oyuncu ödülünü hakkıyla aldı, fazla söze ne hacet. Johnny Depp'in yönetmen Ed Wood'u canlandırdığı aynı adlı filmdeki gibi eğlenceli bir karakter hayal etmeyin. Ne Mckellen, Depp gibi serseri ruhlu; ne Whale, Ed Wood gibi eğlenceli… Karşımızda filmografisi dâhil hayatıyla da korku filmleriyle özdeşleşen bir isim var. Bu ‘korkutucu' dünyada usta oyuncu bize ayakları yere basan bir portre çıkarıyor. Whale ile McKellen'ın gençlik fotoğraflarına bir bakın, ben mi çok benzettim.


Hastalığın hastası olma!

$
0
0

Bakırköy Belediyesi Halk Eczanesi'nin raflarına baktığımızda aklımıza takılıyor, “Kullanılmayacaksa neden alınıyor bu kadar ilaç?” sorusu. Bağışçılardan gelen ilaçlar, ihtiyaç sahiplerine buradan ulaştırılıyor. Fakat her yerde aynı uygulama olmadığından Türkiye'de sekiz ilaçtan üçü çöpe gidiyor.

Saç dökülmesine de, baş ağrısına da ilk müdahale eden dahiliye birimlerindeki uzun kuyruklar tarih olmuş değil. Bir de doktoru bulmuşken ilaç yazdıran hasta profili var ki düşman başına. Muayeneyi daha çok kutu kutu hap almak için kullananların çoğunluğu, geçmek bilmeyen rahatsızlıklardan yakınır. Kasları, başı, midesi ya da başka bir organdan dertli olduğu halde teşhis konamaz. Sürekli doktora görünme, kullanılmamak üzere ilaç yazdırma engellenemeyecek boyutlara ulaştığında, somatoform yani bedensel bozukluktan şüphelenmek gerekiyor.

Sebepsiz yakınma, hadi ‘hastalık hastası olmak' diyelim, Türkiye'de en sık yaşanan ruhsal sorunlardan biri. Uzman psikolog Sümeyye Demir, somatoform bozukluğun adının yabancı, kendisinin tanıdık olduğunu söylüyor. Hastada fiziksel kanıt olmadığı halde kendisini rahatsız hissetmesi anlamına geliyor. Bu kişiler küçük belirtiyi büyük sorun olarak görüyor. Kendini sıkışmış hisseden kişi, tıbbî; çare arıyor ama bulamıyor. Böylece işe yaramayacak reçetelerle eczanelerin kapısını çalıyor. Demir, somatoform bozukluğun bazen fiziksel hastalıkla birlikte seyredebileceği uyarısında bulunuyor: “Hastada bulantı, karın ağrısı, ishal, eklem ağrılarına rastlanabilir. Bununla birlikte idrarda yanma hissi, baş dönmesi, çarpıntı, göğüs ağrısı, nefes almakta güçlük, yutma zorluğu, baygınlık hissi, kas güçsüzlüğü gibi sayısız belirti kümesi yaşanabilir. Hem genel sağlık birimlerinin hem de ruh sağlığı uzmanlarının tetkikleri dikkate alınmalı.”

‘Sarı hap ağrımı kesiyor'

Hem başı hem böbreği hem de sırtı ağrıyan birini görünce şaşırmayın. Prof. Dr. Ahmet Çelikkol, hastanın ortaya koyduğu bedensel yakınmaların sadece bir organla sınırlı olmadığını belirtiyor. Sürekli tedavi aramalarının gerekçesi de bu zaten. Bu yakınma hali bazılarında o kadar yoğun yaşanıyor ki, yuvasını, işini kaybedecek hale geliyor. Çelikkol, rahatsızlığın kadınlarda daha sık görüldüğünü ifade ediyor. Başlarda kavak yelleri eserken başlayan rahatsızlık ihtiyarlıkta da bize refakat edebilir, şayet psikolojik tedavi görmezsek. Bazen kullanılan ilaçlar fayda da gösterebiliyor. Çünkü plasebo etkisiyle kişi, inandığı için kendini sağlıklı hissediyor. Sarı hapın yerine draje şeker verdiğimiz büyükannemizin kendini iyi hissetmesi de aynı sebepten.”

Başkalarına karşı duyulan öfkenin bastırılmaması gerektiği doktorlar tarafından sıkça tekrarlanıyor. Gelin görün ki, her zaman içimizden geldiği gibi davranmamız gündelik hayatın tabiatına ters. Bastırılan öfke ise kendisine zarar veriyor. Uzman psikolog Sümeyye Demir'e göre, depresyonun ikizi somatik rahatsızlıklar da yakınanın kendisini yetersiz, değersiz hissetmesine dayanıyor. Bu değersizlik, hayattan tat alamama hissi psikolojik destekle yok edilmezse şifa bulunmuyor. Kısır döngü diyebileceğimiz halde hasta kendini tüketiyor. Yineleyen tıbbi incelemeler, laboratuvar sonuçları, ilaçlar da fayda etmeyince ameliyatlar devreye giriyor. Tahmin ettiğiniz gibi bu kadar stres kişiyi daha çok yakınır hale getiriyor. “Hasta tek bir hekim tarafından tedavi edilmeli.” diyen uzman psikolog Sümeyye Demir, izlenilecek yöntemi paylaşıyor: “Somatoform bozukluk teşhisinden hemen sonra rahatsızlık aynı hekim tarafından tedavi edilmeli. Gereksiz tetkiklerin önüne geçmek için bu oldukça önemli. Belirti, ağırlıklı görüşmeler yerine, psikiyatrik tedavi devam eder. Aynı zamanda bilişsel davranışçı terapi, sosyal beceri eğitimleriyle bu ıstıraptan kurtulabilirsiniz.”

Somatoform bozukluğun ABC'si

Sürekli bir şeylerden yakınan, ağrılarını anlatan birinin ne kadar çekilmez olduğunu düşünürsek, eğer fizikî; bir rahatsızlık bulunamıyorsa dikkatimizi ruhumuza çevirmenin vakti gelmiş demektir. Somatoform rahatsızlık türlerinden birini de biz yaşıyor olabiliriz pekâlâ. Psikolojik kaynaklı bedenselleştirmeler şunlar:

Konversiyon bozukluk: Bir veya daha çok duygusal sorun görülür. Psikolojik çatışma devamlıdır. Fiziksel ve nörolojik kaynaklı olmayan felç, denge bozukluğu, yutma güçlüğü, ses çıkaramama gibi motor belirtiler yaşanır. Hastane polikliniklerine başvuranların yüzde 10'unu, psikiyatri polikliniklerine başvuran hastaların ise yüzde 15'ini oluşturuyor konversiyon bozukluk yaşayanlar.

Ağrı bozukluğu: Cins-i latifin daha çok yaşadığı bir psikolojik rahatsızlık. Kadınlar genellikle yirmili yaşların sonunda ağrı bozukluğuyla tanışıyor. Bedensel hastalık olmamasına rağmen, sürekli sancı ve ağrı hissi yaşanır. Çoğu zaman dayanılmaz şiddette yaşanan ağrılar stresten beslenir. Kimi zaman depresyonla birlikte baş gösteren ağrı bozukluğu, psikiyatrik ilaç tedavisi gerektirebilir.

Hipokondriasis: Adı en akılda kalıcı olan somatoform rahatsızlık, hipokondriasis. Burada tam bir evham söz konusu diyebiliriz. Toplumda ‘buluttan nem kapıyor' diye tarif edilen hassas kişilerin yaşadığı bir sorundan söz ediyoruz. Ciddi bir hastalığı olduğuna emin olduğundan, doktorların söyledikleriyle tatmin olamaz. Kalp krizi, kanser gibi pek çok korku üretmeye devam eder. Hal böyle olunca hipokondriasis yaşayanların yakınlarına büyük iş düşüyor.

Beden dismorfik bozukluğu: Estetik ameliyat olduktan sonra başka uzuvlarını da sırasıyla ameliyat ettirenlerin kimisi kendilerinde görünüm kusuru olduğuna inanıyor. Kimi zaman sadece burnun kemerli olduğundan, kimi zaman bacaklarının çarpık olduğundan ameliyat olmak isteyebilir. İncir çekirdeğini doldurmayan kusurları olduğundan büyük algılama söz konusudur. Hatta ameliyat olsa bile bu defa da eski halinin daha güzel olduğunu savunabilir.

Hasta olunca değerli olan kadınlar

Uzman psikolog Sümeyye Demir, somatoform bozuklukların kız çocuklarının baskılanmasıyla ilişkili olduğu kanaatinde. Zorbalık yerine anlayışla terbiye edilen çocuğun bu tür rahatsızlıklara yakalanma ihtimali daha düşük. Kız çocuğun duygularını ve isteklerini ifade etmek için özgür bir ortamının olmaması ‘bastırma' savunma mekanizmasını fazla kullanmasına neden olabiliyor. Bastırılan çatışmaların gün yüzüne çıkabildiği tek alan kadının kendi bedeni oluyor. Onların ruh sağlığını korumak için baskıdan uzak durmaları gerekiyor Demir'e göre: Ahlâk; korkutmalarla, yasaklarla, ayıplarla verildiğinde o kız çocuğu duygularını yaşamayı da ifade edebilmeyi de bırakmak zorunda kalıyor. Duyarlılığını kaybetmiş, değersizlik hissiyle büyümüş bir kadın oluyor. Bu değersizlik hissinin de somatoform bozukluğuna neden olabileceğini düşünüyorum. Şimdiye kadar ailesinden, eşinden hiç değer görmemiş kadın ‘hasta' olarak bir nebze de olsa o değerliliği yaşamış oluyor.

Kriterlere uygun bir saray haberi

$
0
0

Son dönemde saray denince akla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bin küsur odalı makamı geliyor.

Saray ya da Erdoğan ile ilgili yapılan eleştiriler ise ‘cumhurbaşkanına hakaret' gerekçesiyle davalık oluyor. Savcılar bugüne kadar 700 kişi hakkında soruşturma başlattı. İçinde saray geçen ama ‘cumhurbaşkanına hakaret' suçuna girmeyecek ne var diye merak edince karşımıza, ‘saray menüsü' çıktı. Korkmaya gerek yok, ‘saray menüsü'nden kastımız hergün Beştepe'de kaç çeşit yemek piştiği, ne kadar israf yapıldığı ya da mutfak için hazinenin kasasından çıkan devasa paralar değil. Osmanlı'dan beri Türk mutfağında önemli bir yer tutan ve isminde saray geçen yemeklerle işimiz. İşte gönül rahatlığıyla, ne dava korkusu ne de ‘başıma bir şey gelir mi?' düşüncesine girmeden evinizde rahatlıkla yapabileceğiniz tariflerle saray çorbası, kebabı, tatlısı ve içeceği...

SARAY KEBABI

MALZEMELER

500 gr kuzu eti

2 patates

2 kabak

2 soğan

4 köy biberi

1 domates

1 su b. bezelye

3 havuç

Sarımsak

Tuz

Karabiber

Sıvıyağ

BEŞAMEL SOSU İÇİN:

2 su b. süt

2 çorba k. tereyağı

1 çorba k. un

Tuz

Karabiber

ÜZERİ İÇİN:

Kaşar peyniri

HAZIRLANIŞI: Kuşbaşı doğradığınız kuzu etini biraz sıvıyağ koyduğunuz tencerede kavurun. Yemeklik doğradığınız soğanları ilave edip kavurmaya devam edin. Sarımsağı da doğrayıp ekleyin.

Biberleri ayıklayıp, domatesleri soyarak küp şeklinde doğrayın. Biberleri ve bezelyeyi ilave edin, son olarak da domatesi... Tuzunu, karabiberini ve istediğiniz baharatları ekleyin. Kapağını kapatarak pişmeye bırakın. Bu arada kabakları, patatesleri ve havuçları soyup doğrayın. Zeytinyağı, tuz ve karabiber döküp karıştırın.

Yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye sebzeleri dökün. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında pişirin. Ocakta pişen etlerin üzerine, fırında pişirdiğiniz sebzeleri ilave edip karıştırın. Harcı kaseyle kalıba sokup fırın tepsisine ters çevirin.

Beşamel sosu için tencereye tereyağını ve unu koyup kavurun. Unun kokusu çıkınca sütü ilave edip pişirmeye başlayın. Topaklanmaması için çırpma teliyle karıştırın. Tuzunu ve karabiberini atın. Kıvamı koyulaşıp kaynamaya başlayınca ocağı kapatın. Tepsideki kebabın üzerine beşamel sosu dökün.Kaşar peynirini rendeleyerek önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında pişirin.

SARAY ŞERBETİ (GÜL İLE)

MALZEMELER

500 gr gül yaprağı

130 gr şeker

1 lt su

Hazırlanışı: Gül yapraklarıyla şekeri ovun. Rengi ve kokusunun bağdaşması için 2–3 saat bekletin. Suyu ilave edilip hafif ateşte kaynamaya bırakın. Kaynadıktan üç dakika sonra ocağın altını kapatıp soğumaya bırakın. Tülbentten süzdürdükten sonra soğuk olarak servis edin.

SARAY SARMASI

MALZEMELER

6 baklavalık yufka

1 kase ceviz

125 gr. tereyağı

ŞERBETİ İÇİN:

4 su b. toz şeker

3 su b. su

Yarım limon

HAZIRLANIŞI: Yufkaları üst üste koyup açın. Her bir kata kırılmış ceviz serpip bir tarafı hariç diğer tarafları zarf şeklinde kapatın. Kapalı taraftan açık tarafa doğru rulo şeklinde sarın. Bir parmak kalınlığında kesip fırın tepsisine yan bir şekilde dizin.

Tereyağını eritip tatlının üzerine sürdükten sonra önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında kızarana kadar pişirin.

Şerbeti için; şeker, su ve limonu 8-9 dakika pişirin. Biraz ılıdıktan sonra pişen tatlının üzerine dökün. Şerbetini çekince servis edebilirsiniz.

SARAY ÇORBASI

MALZEMELER

100 gram kırmızı mercimek

100 gram kereviz

3 patates

2 soğan

100 gram yağ

1 tatlı kaşığı salça

Nane

Maydanoz

1 paket et suyu

Tuz

Su

HAZIRLANIŞI: Soğan ve maydanozu ince ince kıyın. Yağı tencereye alın ve eritin. Üzerine mercimek, soğan ve salça koyup bir süre kavurun. Daha sonra su ve tuz ilave edip kaynatın. İyice yıkadığınız kereviz ve havucu kare kare keserek tencereye ilave edin. Bir süre daha kaynattıktan sonra ocaktan indirin. Üzerine maydanoz ile nane serperek sıcak bir şekilde servis yapın.

Yaşarken paralel, şehit olunca kahraman!

$
0
0

17/25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu'nun ardından iktidar, Emniyet'te yaklaşık 50 bin polisi tasfiye etmiş, binlercesini de ‘paralel' iddiasıyla sürgüne yollamıştı.

Polisler, psikolojik ve mesleki baskılara tâbi tutulmuş; kiminin ayda üç, kiminin ise beş kez tayini çıkarılmıştı. Geçtiğimiz hafta PKK'lı teröristlerce Iğdır'da şehit edilen 14 polisten ikisi, ‘paralel' iddiasıyla sürgün edilen isimlerdi. Bingöl'de şehit edilen Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin de AKP'li bir milletvekili tarafından ‘paralel' ilan edilmiş, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun çocuğuyla milli maç izlediği şehit emniyet müdürü de bu iddialardan nasibini almış, hatta cezaevine gönderilmekle tehdit edilmişti. Yaşarken ülkeyi yönetenlerce cadı avına maruz bırakılan polisler, şehit olunca yine aynı kişilerce kahraman ediliyor.

Son günlerde şehit olan polislerin içinde, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından ‘paralel' olarak yaftalananlar da var. Mağdur polisler, şehit olduklarında ise siyaselerce kahraman ilan ediliyor.

Türkiye Dağlıca, Iğdır ve Tunceli'deki şehitlerine ağlıyor. Dağlıca'da 16 asker, Iğdır'da 14 polis ve Tunceli'de 1 polis olmak üzere iki gün içinde toplam 31 asker ve polis PKK'lı teröristlerce şehit edildi. Polislerden bazıları sözde ‘paralel yapı' safsatasıyla doğuya sürüldü ancak şehit olunca siyasilerce kahraman ilan edildiler. Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın göreve gelmesinin hemen ardından binlerce emniyetçi, hiçbir gerekçe gösterilmeden sürüldü. Psikolojik ve mesleki baskılara tabi tutuldu. Kimileri bir ayda üç defa, kimileri ise beş defa tayin edildi.

Şehit emniyet müdürüne milletvekili iftirası

Bingöl İl Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin, ‘paralel' iddiasıyla sürgün edilmişti. Şahin, 10 Ekim 2014'te PKK'lılarca açılan çapraz ateşin ortasında kalmış ve Başkomiser Hüseyin Hatipoğlu ile beraber şehit edilmişti. Şahin, 17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının ardından Nazilli Emniyet Müdürlüğü görevinden alındı. Ardından da hakkında soruşturma açılarak pasif göreve getirildi. 2014 yılının Haziran ayındaki tayin ve terfi kurulunda ise sürprizle karşılaştı. Terfisine bir yıl kala şark görevine Bingöl'e gönderildi. Orada da ‘paralelci' olduğu iddiasıyla sürekli takip altına alındı. Kendisi de yakın çevresine yaşanan durumdan sürekli rahatsız olduğunu defalarca dile getirdi. Şehit olunca Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından ‘kahraman' olarak nitelendirildi. Oysa dönemin AKP Aydın Milletvekili Ali Gültekin Kılınç, onu aylar önce ‘paralel' ilan etmişti. Bir gazeteye konuşan Kılınç, “Paralel polisler beni öldürecekti.” diyerek eski Nazilli Emniyet Müdürü Atıf Şahin'i hedef tahtasına oturtmuştu. Kılıç, “Beni öldürüp kaza süsü vereceklerdi. 17 Aralık'tan sonra paralel yapının ulaştığı noktayı görünce, beni resmen öldürmek istedikleri gerçeğini şimdi daha net anladım.” demişti.

Davutoğlu, ‘paralel' diye fişlenen şehit polisin oğlu ile maç izledi

Önce sözde ‘paralel yapı' iddiasıyla fişlenip şehit olduktan sonra kahraman ilan edilen bir diğer emniyet müdürü İstanbul Bomba İnceleme ve İmha Şube Müdürü Beyazıt Çeken. Çeken, 10 Ağustos'ta DHKP-C'li iki teröristin Sultanbeyli Fatih Polis Merkezi'ne bombalı saldırısı sonucu inceleme için olay yerine gittiği esnada uğradığı silahlı saldırıda şehit olmuştu. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Dağlıca'daki askerlerimizin şehit olduğu gün, Türkiye Hollanda maçını beraber izlediği şehit çocuğu Cevdet Çeken'in babası olan Beyazıt Çeken de sözde paralel yapı mensubu olarak fişlenmiş. Türkiye'de 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla emniyet hallaç pamuğuna çevrilmiş yaklaşık 50 bin polis tasfiye edilmişti. Tasfiye edilmeyen nadir şubelerden biri Bomba İnceleme ve İmha Şube Müdürlüğü'ydü. Ülkede yeterince bomba imha uzmanı olmadığı için bu şubelere ülke genelinde dokunulmamıştı. Beyazıt Çeken de İstanbul Bomba İnceleme ve İmha Şube müdür yardımcısı iken 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra aynı şubeye müdür olarak atanmıştı. Bomba imha müdürü olduktan sonra ise dönemin İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Mustafa Çalışkan tarafından tehdit edilmişti. Mustafa Çalışkan, şehit polis müdürü Beyazıt Çeken'i, Yurt Atayün ve Ömer Köse'nin tutuklu olduğu Selam Tehvid soruşturmasına dahil etmekle tehdit etmiş ve ayağını denk almasını söylemişti. Mustafa Çalışkan ise Selami Altınok'un içişleri bakanı olmasından sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne getirilmişti.

‘Paralel' diye Iğdır'a sürüldüler zırhlı araç dahi vermediler

8 Eylül'de Iğdır'da Dilucu Sınır Kapısı'na göreve giderken PKK'lılarca yola döşenen 1 ton patlayıcının patlaması sonucu şehit edilen 14 polisten Başkomiser Mehmet Parlak ve polis memuru Ali Koç'un ‘paralel' safsatasıyla önce görevlerinden alındıkları daha sonra Iğdır'a sürüldükleri ortaya çıktı. Başkomiser Parlak hakkında, ‘paralel' iddiası ile önce idari soruşturma açıldığı ve uyarı cezası verildiği öğrenildi. Parlak, geçen hafta idare mahkemesine başvurarak uyarı cezasına itiraz etti. Kendisi hakkında verilen cezadan dolayı çok üzüldüğünü bir arkadaşına anlattı. Kendisine yöneltilen ‘örgüt üyesi' suçlamasını “akıllara zarar konu ve suçlama” diye aktardı. Şehidin bir arkadaşı, “Suçlamalar çok zoruna gitmişti. Geçen hafta davasını açtı. Ama artık gerek kalmadı. Her suçtan aklandı. Hatta tüm günahlarında da. O artık mazlumen şehit.” ifadelerini kullandı.

Karakola sürülmüştü

Iğdır'daki hain saldırıda şehit olan Ali Koç da ‘paralel' suçlamasına maruz kalan isimlerdendi. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması sonrasında bir kamu kurumundaki koruma görevinden alınarak bir karakola sürüldü. Koç, daha sonra Iğdır'a gönderildi. Arkadaşları Koç'u anlatırken “Nazik, kibar, beyefendi, dürüst ve çalışkan bir arkadaştı. Güler yüzlü, samimi ve duygusal bir insandı. Paralelci diye önce karakola sonra da Iğdır'a gönderildi. Her zaman ‘en büyük keramet istikamettir' derdi.” dediler.

‘Erdoğan zırhlı araç vermişken bir anda casus ilan edildi'

Günün Mağdurları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Murat Çetiner, güç ve iktidar sahiplerinin insanları istedikleri gibi fişleyip yaftaladıklarını söylüyor. Çetiner, “Ülkemizde insanlar iki kategoriye ayrılıyor. Partinin işine yarıyor mu yaramıyor mu buna göre belirleniyor. Güç ve iktidar sahipleri insanları istedikleri gibi fişleyip yaftalıyorlar. Siirt'ten Diyarbakır'a başarısından dolayı il emniyet müdürü olarak görevlendirilen hatta dönemin başbakanı tarafından zırhlı makam aracı ile ödüllendirilen Recep Güven, bir anda hain casus ilan edilip Sincan Cezaevi'ne konulabiliyorsa, hakkında soruşturmalar olan, arkasından bir gölge gibi paralel dedikoduları dolaşan amir, memur personel şehit olunca durum bir anda belki de mecburiyetten değişiveriyor. Daha da kötüsü senin şehidin-benim şehidim tartışması dahi doğuyor. Tunceli'de şehit olan polis memurunun istihbarat şubeden çıkartıldığı ve karakolda idari büro memuru yapıldığı, teröristleri etkisiz hale getiren memurun da Özel Harekât'tan bu süreçte çıkartıldığı kamuoyuna yansıdı. Iğdır'da şehit olan polis memuru Burak Zor da İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde kritik görevlerde çalışmıştı. Daha sonra Iğdır'a sürüldü. Burada yaşanan temel mağduriyet kendini savunamama, uluslararası standartlarda bir hukuk güvenliğine sahip olamamadır.” şeklinde konuştu.

Atlantik kıyısında muhteşem yolculuk

$
0
0

Atlantik Okyanusu kıyısındaki 8 kilometrelik bu yol dünyanın en tehlikeli yollarından biri olmasına rağmen muhteşem manzarasıyla turist akınına uğruyor.

Yol üzerindeki zarif ve güzel köprü Norveç anakarasıyla Averøy Adası'nı birbirine bağlıyor. Atlantik Okyanus Yolu sadece 8 kilometre uzunluğunda fakat su üzerinde inşa edilmiş benzersiz bir gerçek yapıyor. Üzerinde 8 büyük köprü bulunan yol, dolambaçlı virajlarıyla Atlantik Okyanusu tarafından çevrili ve dünyadaki en güzel yapılardan biri olarak belirtiliyor. 1989 yılında tamamlanan yolun yapımı için 122 milyon Norveç Kronu (yaklaşık 45 milyon lira) harcandı.

Kültürel miras olarak korunan ve Ulusal Turist Güzergahı olarak sınıflandırılan yol, 2005 yılında Norveç'te yapılan yüzyılın inşaatı ödülünü kazandı. Yol boyunca piknik yapılabilecek, yemek yenebilecek restoranlar ve dinlenme tesisleri de bulunuyor.

Yol, Norveç'te turistlerin en çok ziyaret ettiği ikinci yer. Bölgeyi gezmek için en iyi mevsim yaz, çünkü sonbaharda azgın dalgalar yola çarpıyor ve yolculuğu bir hayli maceralı bir hale getiriyor.

Suların buluşması!

$
0
0

Brezilya'daki Rio Negro ile çamur renkli Amazon Nehirleri 'Suların Buluşması' olarak bilinen yerde birleşmesine rağmen yan yana birbirine karışmadan kilometrelerce akıyor.

Kuzey Brezilya'da Manaus kentinden yaklaşık 10 kilometre ilerisindeki şehre doğru akan siyah Rio Negro Nehri ile çamur renkli Amazon Nehri buluşmasına rağmen suları birbirine karışmıyor. Nehirler 6 kilometre boyunca yan yana akıyor ve burası 'Suların Buluşması' olarak biliniyor. Amazon Nehri üzerinde ve dünyadaki birkaç yerde daha görülebilen bu olağanüstü olayın yaşandığı yer Brezilya'nın en çok turist çeken yerlerinden biri.

'Siyah Nehir' anlamına gelen Rio Negro, Amazon'un en büyük ayağı ve dünyanın en büyük siyah renkli suyu olan nehridir. Bu renk yağmur ormanları ve bataklıklarda eriyip çürümüş bitkisel maddelerden geliyor. Siyah nehrin asit seviyesi çok yüksek ve çökelti oranı çok az. Diğer yandan Amazon nehrinin suları kum, çamur ve yarıklar nedeniyle yoğun kıvamlı. Zaten kahverengi rengi de buradan geliyor.

Farklı bileşenleri, yapı taşları nedeniyle iki nehir de farklı su yoğunluğuna, hızına ve sıcaklığına sahip. Bu nedenle birbirine karışmaktan kaçınıyorlar. Amazon'un daha serin, yoğun ve hızlı suları Negro'nun daha ılık ve yavaş suları belirgin bir sınır oluşturuyor. 6 kilometre bu şekilde aktıktan sonra sular Aşağı Amazon Nehri'ni oluşturmak için birleşiyor.

Tur şirketleri nehirlerin buluştuğu bu noktaya tekne turları düzenliyor. Tur için en iyi zaman nehirlerin kabarık olduğu Ocak ile Temmuz ayları arasıdır. Bu turlar genellikle su üstünde yüzen nilüferlerin de fotoğraflanması için Janauary Ekolojik Parkı turuyla paket haline getiriliyor.

Haftanın albümleri

$
0
0

Alaturca Records, Meydan'a çıktı

Müzikseverler, Alaturka Records'u Girizgah isimli albümlerinden hatırlayacaktır. Topluluk şimdi de Meydan ile yolculuklarını devam ettiriyor. Albüm, adıyla müsemma olarak meydan eğlencelerinin müziklerine yoğunlaşıyor. Çalışmada klasik kültür hayatımızdaki meydan eğlencelerinin önde gelenlerinden biri olan faslın çok özel bir örneği yer alıyor: Bahar Faslı. Bu faslın daha önce hiçbir örneği kayda geçirilmemiş. Meydan'da ilk kez icra edilen kantolar ve operet şarkıları gibi birçok parçanın yanı sıra, dinî; müziğin etkilerini taşıyan eserler ile Uygur Türklerinin etkileyici bir şarkısı da yer alıyor.

Eylem Pelit'ten Yedi Uyuyanlar

Caz müziği sevenler, Eylem Pelit ismini çok iyi bilir. Onun ülkemizin en önemli bas virtüözlerinden biri olmasının yanında önemli bir besteci olduğunu da hatırlatmak gerek. Eylem Pelit'in kendi kompozisyonlarını içeren Yedi Uyuyanlar, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Pelit'e bu albümde Barış Doğukan Yazıcı, Ercüment Orkut, Volkan Öktem, Levent Altındağ, Çapdaş Oruç, Sarp Maden ve Brenda Berin gibi isimler eşlik ediyor. Albüm ülkemizdeki caz standartlarının ne boyuta vardığını göstermesi bakımından çok önemli. Ayrıca farklı ve özgün yorumların yüksek müzikalite ile birleşmesinin bir sonucu Yedi Uyuyanlar.

Alevilere Kalan II

Kalan müziğin kültür belleğimize sunduğu seriye bir albüm daha eklendi. Karadeniz'e Kalan, Alevilere Kalan ve Ege'ye Kalan'ın ardından Alevilere Kalan serisinin ikinci albümü yayınlandı. Alevilere Kalan II, yayınlandığı günden itibaren en çok satılan ve dinlenen albüm listelerinde üst sıralarda yer alan Alevilere Kalan albümünün devamı niteliğinde. Erdal Erzincan, Ahmet Aslan, Cengiz Özkan, Grup Yorum, Şevval Sam, Tolga Sağ, Kıvırcık Ali gibi isimlerin yanı sıra genç kuşak icracıların da yer aldığı albümde, Alevi-Bektaşi müziğinin en önemli eserleri seslendirilmiş.

Benim öğretmenim annem!

$
0
0

Evde eğitim sistemi, dünyanın birçok ülkesinde yaygın bir uygulama. Lakin Türkiye'de zorunlu eğitim nedeniyle mümkün değil.

Yıllar yıllar önce sanatçı Erkin Koray, sisteme karşı çıkarak kızını okula göndermemiş, ona evde eğitim aldırmış fakat ileride almak istediği bir eğitim için karşısına diploma engeli çıkan Damla Koray, 20'sinden sonra dışarıdan okumak zorunda kalmıştı. Türkiye'de bunun gibi birçok sebeple evde eğitimin yaygınlaşması ve yasallaşması zor görünürken, ABD başta olmak üzere birçok ülkede evde eğitim alan çocukların oldukça başarılı olduğu bir vakıa.

Anne-babalar yağmurdan kaçarken doluya tutulmasın!

Okul çağındaki çocuklarda sigara, alkol, hatta uyuşturucu bağımlılığının gittikçe artması, kötü ahlakî; ortam, toplu sınavlarda binlerce öğrencinin sıfır çekmesi gibi durumlar, çocuklarını bunlardan korumak isteyen ebeveynleri alternatif çözümler aramaya itti. Mevcut eğitim sisteminin risk barındıran yanları dikkate alındığında, evde eğitimin iyi bir alternatif olabileceğini söyleyen pedagog Adem Güneş, bununla birlikte velileri uyarıyor: “Anne-babalar yağmurdan kaçarken doluya tutulmamalıdır. Çocuğunu evde eğiten birçok anne-baba pedagojik yetersizlikleri nedeni ile çocuklarının gelişimlerine olumsuz tesir oluşturabilirler. Özellikle, kendi yaşıtı arkadaşları okula giderken, çocuğun kendisini dışlanmış, okuldan alıkonulmuş bir hisse kapılmaması için neler yapılması gerektiğini anne-babalar öğrenmelidir.”

Evde eğitim hangi çocuklar

için uygundur?

Şayet çocuklara iyi bir müfredat hazırlanabilirse, evde eğitimin okuldakinden çok daha başarılı sonuçlar vermesi mümkün. Bu sistemin iki ana kazanımından birinin gerçekçiliği olduğunu vurgulayan pedagog Güneş, çocuğun gerçek hayat içinde öğrendiğini güncel hayatta uygulama fırsatı bulabilmesinin bir avantaj olduğunu düşünüyor ve bunu şöyle açıklıyor: “Örneğin bir matematik konusunu çocuk ebeveyni ile gittiği bir markette sürdürebilir; marketteki 1 litre su, ½ litre süt, elinde tuttuğu parayı kasiyere verip para üzeri alması yaşam içinde öğrenmedir.” Adem Güneş, bununla birlikte evde eğitimin özel yetenekli çocuklar için oldukça uygun olduğunu savunuyor. Nitekim bu sayede yaşıtlarından üstün olan öğrencilerin bireysel gelişimleri grup içerisinde körelmemiş, kaybolmamış oluyor.

Bazı veliler zihinsel engelli evlatlarının dışarıda yıpranacağını düşünüp onları da evde eğitime tabi tutmayı düşünebilir. Ancak onların eğitimi için bu konuda özel yetişmiş öğretmenlere ihtiyaç olduğundan, anne-babalar çocuklarını ne kadar iyi tanısalar veya sevseler de, bir özel eğitim uzmanı olmadan çocuklarını evde eğitmeye çalışmaları yanlış olur. Bu sistemin olumlu sonuç vermeyeceği bir başka grup ise içe dönük çocuklar. “Çocuğum okula bir türlü alışamadı, dersleri anlıyor ama kimseyle konuşamadığı için başarılı olamıyor.” diye düşünen ebeveynlerin korumacı bir refleksle çocuklarını evde eğitmek istemeleri doğru bir tavır değil.

Osmanlı'da evde eğitim serbestti

Türkiye Cumhuriyeti, standart ve tek tip bir eğitim sistemine tabi olduğundan, evde eğitim kulağa ‘radikal' gelebilir. Ancak biraz geçmişe gidip Osmanlı'ya baktığımızda, bunun oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Kanun-i Esasi'den şu madde de, evde eğitimin yasallığının ispatı: “Emr-i tedris serbesttir. Muayyen olan kanuna tebaiyet şartile her Osmanlı umumî; ve hususî; tedrise me'zundur.” Mesela babası fıkıh bilen bir çocuk ondan fıkıh eğitimi ve icazetini alabilirdi. Bununla birlikte evde eğitim sadece anne-babayla değil, özel hocalarla da oluyordu. Okula göndermediğiniz bir çocuğa evinizde matematik ve Fransızca dersler aldırabilir ve bunu bir icazet yardımıyla o zamanın ‘CV'sine ekleyebilirdiniz.


Bizim köy

$
0
0

Nohut oda, bakla sofa

Emekli olunca sıcak, sakin kıyılara yerleşmek milyonlarca insanın hayali. Richard Proenneke için ise durum tam tersi. Pearl Harbor saldırısından sonra donanmaya marangoz olarak girdi. Yıllarca hizmet ettikten sonra yakalandığı ateşli romatizma hastalığı onu tam bir sağlıklı yaşam sevdalısına dönüştürdü. Tek hayali Alaska Twin Lake'e taşınmaktı. O da oldu ve çevredeki doğal malzemeleri toplayarak görenleri büyüleyen şirin mi şirin bir kulübe yaptı kendine. Ne diyelim, emeklilere örnek olsun!

Siyahiler BMW'ye binemez mi?

ABD'de ırkçılık olaylarının ardı arkası kesilmiyor. 32 yaşındaki Kamilah Brock, New York'ta arabasıyla seyir halindeydi. Kırmızı ışıkta durduğunda dans etmeye başladı. Tam o sırada yanına polis geldi ve suçlama olmamasına rağmen kadını gözaltına aldı. Saatler sonra serbest bırakılan kadın yine karakola gittiğinde olaylar büyüdü. Polis, BMW marka arabanın siyahi kadına ait olduğuna inanmadı. Arabanın kendisine ait olduğunu ispatlamaya çalışan kadın, zorla akıl hastanesine gönderildi ve orada sekiz gün tutuldu.

Salgın var!

‘Salgın var salgın!' klişesiyle grip sezonunu açtık. Ancak çok daha ciddi hastalıklarla boğuşanlar da var. Yemen'de son iki haftada dang humması sonucu 309 hasta daha hayatını kaybetti. İlk kez Aden kentinde görülen, ardından yayılan salgın, Yemen'in üçüncü büyük kenti Taiz'de, şiddetli çatışmaların oluşturduğu yetersiz sağlık hizmetleri nedeniyle yayılmaya devam ediyor. Taiz'in Es-Sevre Hastanesi'nde dang humması belirtileri görülen 700 hasta bulunuyor.

Bizimkisi bir ‘geri dönüş' hikâyesi

$
0
0

Charles Itandje, Cristobal Jorquera, Sebastian Pinto, Ondrej Celustka ve Ricardo Quaresma... Süper Lig'de yıllarca mücadele eden futbolcular, tekrar kürkçü dükkânının yolunu tuttu. Biz de hem bu sene hem önceki sezonlarda Süper Lig'e ‘geri dönüş' yapan isimleri derledik.

Süper Lig'de yabancı sınırının kalkmasıyla beraber, takımlar kartlarını yabancı futbolculardan yana kullandı. Bazıları, takımları için önemli işlevlere sahip. Zira adaptasyon sürecine takılıp ayrılanlar ya da haklı sayılabilecek sebeplerle gönderilenler de mevcut. Tabii ki bu Türkiye'ye ‘geri dönüş' yapmış yabancı futbolcuların olmadığı anlamına da gelmiyor. Bundaki en önemli etken ise maddiyat. Aralarında eski takımlarına dönerek hikâyeyi bıraktığı yerden tamamlamış oyuncu da yok değil. Hem de epeyce…

İngiltere'den Türkiye'ye

İki sezon önce Torku Konyaspor'a Liverpool'dan geldiği için birçok futbol otoritesi tarafından övgü almıştı Charles Itandje. Aslına bakarsanız buradaki performansı pek fena değildi. Ancak sezon bittiğinde Türkiye'ye elveda dedi. Bu sezon ise Rizespor'un kalesini koruyor.

Yeni prens!

Cristobal Jorquera'nın Parma deneyimi istediği gibi gitmeyince, yolu Türkiye'ye düştü. 2013-2014 sezonunda Eskişehirspor'da kiralık olarak oynayan forvet arkasına, Ertuğrul Sağlam, Bursa'da yeni prens rolünü verdi. Ne de olsa Ertuğrul Sağlam Es Es'ten tanıdığı Şilili'den nasıl verim alacağını iyi biliyor.

En büyük rakibi Gekas

Bir dönem Bursaspor'da forma giyen Şilili forvet Sebastian Pinto, Eskişehirspor'un teklifiyle yeniden Süper Lig'in yolunu tuttu. Yunan golcü Gekas ile rekabet etmeyi ne kadar devam ettirecek, orası muamma. Zira, 35 yaşında olmasına rağmen tecrübeli golcünün bu ülkede kesilmesi en zor isimlerden biri olduğu aşikâr.

Savunmanın lideri...

Trabzonspor'da forma giyen Çek oyuncu Ondrej Celustka, Premier Lig'in cazibesi nedeniyle Türkiye'den ayrılmıştı. Orada kendine yer edinemeyen Celustka da kürkçü dükkânının kıymetini anlayanlardan. Antalyaspor'daki rolü çok önemli. Yusuf Şimşek'in takımı için biçilmiş kaftan. Süper Lig'in en flaş transferlerinden biri olan Kamerunlu yıldız, Eto'o'ya saha içerisinde yardımcı olacak isimlerden biri.

Karşınızda yeniden Q7!

Öyle bir ayrılık süreci yaşamıştı ki Portekizli yıldız, bırakın tekrar transfer olmayı tatil için bile Türkiye'ye zor gelir izlenimi oluşmuştu, medyada. ‘Evim' dediği Beşiktaş ise ona son bir şans daha verdi. 2010-2012 arasında 2 sezon Beşiktaş formasını giyen Portekizli oyuncu, 3 sezon aranın ardından geçtiğimiz günlerde Beşiktaş'a imza atarak Siyah-Beyazlılarda ikinci kez forma giyme şansını elde etti. Şimdi daha olgun bir Q7 var karşımızda.

Bir takımın iki defa formasını giyen futbolcular tabii ki bu beş isimle sınırlı değil. Yakın geçmişte Türkiye'den ayrılıp yeniden Süper Lig'e dönmüş birçok futbolcu var. İşte onlardan bazıları…

Emmanuel Emenike: ​3 Temmuz şike soruşturmasında en çok etkilenen futbolculardan biri, Emmanuel Emenike. 2011-2012 sezonu öncesinde Kardemir Karabükspor'dan Fenerbahçe'ye transfer olan Nijeryalı forvet, resmi bir maça çıkmadan Spartak Moskova'nın yolunu tutmuştu. Ancak iki sezon sonra yeniden Türkiye'ye dönüp Sarı-Lacivertlilerin formasını giydi.

Ermin Zec: 1988 doğumlu Ermin Zec de Süper Lig'e yolu iki defa düşenlerden. 2009 senesinde Hırvatistan Ligi'nin en iyi oyuncusu seçilmesinin ardından 2010 yılında Gençlerbirliği'ne transfer oldu, Zec. Boşnak forvet kısa bir yurtdışı macerasının ardından, 2014-15 ara transfer döneminde Süper Lig'in yeni ekiplerinden Balıkesirspor'un yolunu tuttu. Kırmızı-Beyazlılar sezon sonunda küme düşünce takıma veda eden yıldız oyuncu, böylece iki defa Türkiye'nin havasını solumuş oldu.

Bobo: Daha 21 yaşında İnönü Stadyumu'nun çimlerine ayak basan Brezilyalı, 5 sezon içerisinde 144 lig maçında 57 defa meşin yuvarlağı ağlara havalandırdı. 2011 senesinde siyah beyazlılarla yollarını ayırıp Brezilya'ya dönen Bo bo'nun bir yıl sonraki ikametgâhı Kayseri olur. Sarı-Kırmızılı ekibin 3 yıl formasını giyen Bobo, geçtiğimiz temmuz ayında ülkesinin Grêmio takımına bedelsiz gitti.

Isaac Promise: John Obi Mikel ile birlikte Chelsea'nin altyapısına giren Isaac Promise, İlhan Cavcav'ın sürprizlerinden biri. 2005 yılında Türkiye'ye gelen Nijeryalı, 2014 senesine kadar Trabzonspor, Manisaspor, Antalyaspor maceralarını yaşadı. Geçen sezon Suudi Arabistan'ın El-Ahli Cidde takımına transfer edilen Promise'nin, Türkiye aşkı yeniden alevlendi ve Balıkesirspor'un yolunu tuttu, ara transfer döneminde. Şu an ise Mersin İdman Yurdu takımında.

Pascal Nouma: Beşiktaş'ın unutulmaz oyuncularından biri, Pascal Nouma. 2000-2001 sezonunda Fransa'nın Lens takımından transfer edilen golcü oyuncu, bir sezonda golcülüğünün ötesinde taraftarların gönlünde taht kurdu. Sonraki yıl Fransa'nın Marsilya takımına dönen oyuncu bir sezon aradan sonra yeniden Beşiktaş forması giydi. Siyah Beyazlıların 100. yıl şampiyonluğuna katkı yaptı.

Franco Dario Cangele: Türkiye'ye iki defa yolu düşenlerden biri de Franco Dario Cangele. 2006-2007 sezonunda Sakaryaspor'a kiralanan Arjantinli, sezon sonunda Kayserispor'un formasını sırtına geçirdi. Sakatlıklardan bir türlü kurtulamayan “Buz Adam” lakaplı Arjantinli, Boca Juniors macerasının ardından 2013-14 sezonunun devre arasında Okan Buruk'un isteği doğrultusunda Elazığspor'a kiralık olarak geldi.

Jaja Coelho: Metalist Kharkiv'de yıldızı parlayıp soluğu Türkiye'de alan oyunculardan biri de Jaja Coelho veya Jaja. Ağustos 2010 tarihinde Trabzonspor ile sözleşme imzaladı, Brezilyalı. 1 sezon sonra 4,5 milyon Euro karşılığında Al-Ahli takımı ile anlaşmaya varan yıldız oyuncu, 3 farklı takımda oynadıktan 2013 yazında Kayserispor'a, bir yıllığına kiralandı.

Stjepan Tomas: 2003-2004 sezonununda Fenerbahçe, sonraki 3 sezonda ise Galatasaray forması giyen Stjepan Tomas, 2007 senesinde Rusya'nın yolunu tuttu. Ancak 1 yıllık bu maceranın sonu Türkiye'de bitti. Gaziantepspor ile anlaşan Hırvat oyuncu, 2010 senesinde Bucaspor'da futbola veda etti.

Maksim Romaşçenko: 2000 senesinde Gaziantepspor ile anlaşan oyuncu, 3 sezon sonra Trabzonspor'un yolunu tuttu. Karadeniz ekibinde bir sene top koşturan ofans oyuncusu, 4 yılın ardından tekrar Türkiye'ye geri döndü. Bu seferki adresi ise Bursa idi.

Süleyman Youla: Türkiye serüveni Gençlerbirliği ile başlayan Youla, 2005-2006 sezonu başında Beşiktaş'a transfer oldu. Ancak Gineli forvet, sezon ortasında Fransız kulübü FC Metz'e kiralandı. Daha sonrasında Lille kulübünün yolunu tutan oyuncu, 2008-2009 sezonunda Eskişehirspor ile anlaşarak tekrar Türkiye'ye döndü.

Bir sergi aç, yarına miras kalsın!

$
0
0

Yaşadığımız mekânların geçmişini yıllanmış fotoğraflardan görebiliyoruz. Bugününü ise bizim objektifimizle sabitlediklerimiz yarına taşıyacak. ‘İzmir Yarınlara Bir Miras', tam da bunu hedefliyor.

Değişimin her zamankinden çok daha hızlı olduğu, silüete adeta bir yabancı madde gibi giren yapıların dünden bugüne arttığı vakitlerde, her bir fotoğraf karesi tarihi belge niteliği taşıyor aslında. Çünkü hafızalarımızda yer alan belli yerlere ait görüntülerin, 10 yıl sonra aynı görüntü olarak kalacağının garantisini veremiyoruz.

İzmir, Konak - İzmir Sat Külesi - Giulio Veggi

Hem bugün teknolojinin bütün nimetlerinden yararlanılarak çekilen fotoğrafların gün gelip bakan birilerinin elinde nostaljik karelere dönüşeceğini ve başka birilerinin fotoğraflara bakıp bakıp “hey gidi, neymiş ne olmuş” diyeceğini düşünmek heyecan verici değil mi? O halde fotoğraf dediğimiz şey başlı başına bir miras, kim itiraz edebilir ki? İzmir merkezli Arkas Holding bünyesinde kurulan Arkas Sanat Merkezi de bu noktadan hareketle ‘İzmir Yarınlara Bir Miras' adlı bir fotoğraf sergisi gerçekleştirdi. Sergi dediğimiz, uzun soluklu ve geniş kapsamlı bir çalışmanın son halkası. İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği (İFOD) işbirliği ile gerçekleşen çalışmada 6'sı Türkiye'den 12'si farklı ülkelerden 18 profesyonel fotoğraf sanatçısı yaklaşık bir yıl boyunca çeşitli zamanlarda İzmir'e gelip şehri fotoğrafladı.

‘Yaptığımız şey kent belleği oluşturmak'

İzmir'i gündelik yaşamı, kültürü, mimarisi ve hatta doğal yaşamı ile yansıtmaya çalışan sergi aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesi işlevi görüyor. Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas da İzmir'in bugününü, kültürünü, yaşantısını fotoğraflarla ölümsüzleştirerek bir sonraki kuşağa aktaracak bu projenin kent belleğinin oluşmasında da büyük katkı sağlayacağını söylüyor. Arkas'a göre İzmir'e önceki yüzyıllarda gelen gezginlerin bıraktıkları anlatı ve görsellerin bugün bize ışık tutması gibi bu görsel arşiv de gelecek nesillere ışık tutacak.

İzmir, Selçuk, Efes Antik Kent - Celsus Kütüphanesi - Alexander Kharvat

İzmir'de böyle bir yer mi varmış?

Serginin en dikkat çeken sanatçılarından biri de Valter Bernardeschi adlı İtalyan fotoğrafçı. National Geographic'te fotoğrafları yayınlanan sanatçının alanı doğa fotoğrafçılığı. Onun da çalışma mekanı tabii ki Tuzla'daki İzmir Kuş Cenneti olmuş. Doğal yaşamı çok estetik karelerle yansıtan sanatçının çalışmaları, İzmirlilerin en çok dikkatini çeken fotoğraflardan. Lucien Arkas nedenini şöyle anlatıyor: “Sasalı'ya, Tuzla'ya defalarca gittik. O kuşları da gördük ama Valter'in çektiği şekilde ben hiç görmedim. İki gün sabah dörtte gitti çekime. Muhtemelen o saatlerde yakaladı. Fotoğrafın güzelliği bu işte. Aynı görüntüyü farklı bakış açısıyla gösterebilmesi.” Valter Bernardeschi de İzmir'de bu kadar güzel bir yer olacağını tahmin edemediğini ve Sasalı'nın kendisi için çok büyük bir sürpriz olduğunu anlatıyor.

İfrat Muta Morphosis İzmir No 3 - Murat Germen

Ve tabii ki Murat Germen. Sanatçı daha çok İstanbul'da gerçekleştirdiği ‘muta-morfoz' serisi kapsamında İzmir'de de çekim yapmış. Muta-morfoz en özet anlatımla ‘deneysel fotoğraf teknikleriyle kentlerin geçirdiği dönüşümü' gösteren bir seri. Kent görüntülerinin yatay düzlemde sıkıştırılmasıyla elde edilen görüntü, sergiyi gezenlerin hemen dikkatini çeken türden. Kimisi ‘Hindistan gibi' benzetmesi yapıyor, bir başkası ‘Güney Amerika'... Murat Germen'in derdi ise kentsel gelişmeye karşı durabilen ve duramayan bileşenlerin arasındaki dinamiğe dikkat çekmek. Bunun da aslında serginin açılış amacı ile uyumlu olduğunu düşünüyor.

Selim Bonfil

Geçtiğimiz cuma günü açılan sergi, sekiz hafta süreyle ücretsiz olarak gezilebilecek. Sergide Nicolas M. J. Berlingieri (Arjantin), Gabriel Brau Gelabert (İspanya), Virgilio Bardossi (İtalya), Valter Bernardeschi, Giulio Veggi, Mario Cioni (İtalya), François Nadeau (Kanada), İstvan Kerekes (Macaristan), Muhammad Jahangir Khan (Pakistan), Wojtek Laski (Polonya), Dow Wasiksiri (Tayland), Alexander Kharvat (Ukrayna) ile Atilla Özdemir, Beyhan Özdemir, Nilgün Özdemir, Murat Germen, Selim Bonfil ve Yusuf Tuvi'nin çalışmaları yer aldı.

Olmayan ülkeye 43 bin Türk'ten vatandaşlık müracaatı

$
0
0

Hırvatistan ile Sırbistan sınırında yer alan ve henüz hiçbir ülkenin tanımadığı Liberland'a pek çok ülkeden vatandaşlık müracaatı geliyor. Toplamda 7 kilometrekarelik alana sahip ülkeye vatandaşlık başvurusunda Türkiye ikinci sırada yer alıyor.

Özgür Liberland Cumhuriyeti, 13 Nisan 2015 tarihinde ‘Yaşa ve Yaşat!' sloganıyla kuruldu. Bayrağı ve marşı olan devletin resmi dili İngilizce ve Çekçe. Verginin olmadığı Liberland'ın toplam yüzölçümü ise 7 kilometrekare. Hırvatistan ve Sırbistan sınırında bulunan ülke, Danube nehri kenarında yer alıyor. Bu küçük alanın Hırvatistan ve Sırbistan'a ait olmadığı ülkeler tarafından resmi olarak tescillenmiş. Liberland Devlet Başkanı Vít Jedlička da ülkesinin geleceğinden umudunu şöyle anlatıyor: “Liberland, CIA kayıtlarına geçmiş durumda. Ve CIA ülkemiz hakkında ‘böyle bir devletin olması ihtimali sıfırdan büyük' tahmininde bulunuyor. Bu da bir ihtimaldir değil mi ama?”

Aslen Çek vatandaşı olan Vít Jedlička, aynı zamanda eski bir Çek milletvekili. 6 Eylül 1983 doğumlu Jedlička'nın Liberland'ı kuruş hikâyesi ise çok basit. Özgür Yurttaşlar Partisi milletvekili olan Jedlička, birkaç arkadaşı ile birlikte, yanlarına bir gazeteciyi alıp Hırvatistan ve Sırbistan arasındaki sınır anlaşmazlığı nedeniyle 24 yıldır ‘terra nullius' yani ‘kimseye ait olmayan' olarak ilan edilen 7 kilometrekarelik topraklarda yeni bir ülke kurduklarını dünyaya ilan ediyor. Sonrasında ise tüm gelişmeler neredeyse Liberland'ın internet sitesi ve sosyal medya üzerinden ilerliyor.

ABD'den bile müracaat var

Avrupa'nın en yeni devleti Liberland'ın devlet başkanı geçtiğimiz günlerde İstanbul'daydı. Kendilerini liberal demokrat olarak tanımlayan ‘3 H Hareketi' adlı aktivist bir grubun konuğu olarak İstanbul'a gelen Vít Jedlička, Taksim Divan Otel'de verdiği konferansta ülkesinde yaşanan son gelişmeleri paylaştı. Vatandaşlık başvurularının internetten yapıldığı Liberland'a 356 bin civarı başvuru var. Jedlička, bu başvurulardan 53 bin 871'inin Liberland için gerekli şartları sağladığını belirtiyor. Başvuran ülkeler arasında 81 bin 951 başvuru ile birincilik Mısır'a ait iken Türkiye 42 bin 787 başvuru ile ikinci sırada yer alıyor. Liberland'a Amerika'dan 8 bin 352, Rusya'dan da 5 bin 369 başvuru var. Jedlička ise toplam 5 ila 10 bin civarı bir nüfus planladığını aktarıyor. Vatandaşlık başvuru formunda adres, dini inanç, aylık kazanç gibi kişisel bilgilerin yanında 11 soruluk ‘Evet'/‘Hayır' seçenekli test var.

45 ülkede temsilcilik açılmış

Henüz Liberland'ı resmi olarak tanıyan ülke olmasa da Vít Jedlička, 45 ülkede temsilcilik açmış bile. Tamamen gönüllülük esasına dayanan Liberland'ın Türkiye'de de temsilcisi mevcut. Ülkenin ayrıca Fransa, Belçika, Japonya gibi büyük ülkelerde de temsilcileri var. Gelecekte elçiliklere dönüştürülmesi planlanan temsilciliklerin öncelikli hedefi, bulundukları ülkede Liberland'ın tanınmasını sağlamak. Bazı ülkelerde kendilerini destekleyen siyasi partilerle de temasa geçen Jedlička'yı Türkiye'de de Liberal Parti destekliyor.

Gereksiz vergiler ve hayatı zorlaştıran bürokrasiye son

Liberland'ın vatandaşlarına en büyük vaadi ‘gereksiz vergiler ve hayatı zorlaştıran bürokrasinin olmayacağı bir devlet'. Samimi bir şekilde ülkelerinin vatandaşı olmak isteyen herkesi kapılarının açık olduğunu kaydeden Devlet Başkanı Vít Jedlička, Liberlandlıları “Irk, etnik köken, yönelim ve din farkı gözetmeksizin başkalarına ve başkalarının fikirlerine saygılı olan, özel mülkiyete saygı gösteren, komünist, Nazi ya da başka aşırı uç geçmişi olmayan, suç işlememiş kişiler” şeklinde tanımlıyor.

Liberland'a dair birçok meselenin de zamanla gelişeceğini ve netleşeceğini belirten Jedlička bu süreçte dünyanın dört bir yanında bulunan Liberlandlıların birbirlerini bulabilmeleri ve tanımaları adına da bir mobil uygulama üzerinde çalıştıklarını belirtiyor.

Bayrağında yok yok

Liberland'ın bayrağı özgürlüğü, isyanı ve bolluk, bereketi temsil ediyor. Bayrağın arka fonundaki sarı renk özgürlüğü belirtirken, üstünden geçen siyah şerit, sisteme karşı duruşu ve isyanı simgeliyor. Ortadaki logoda yer alan ağaç bereket ve bolluğu, güneş ise enerjiyi anlatırken, mavi üçgen Danube Nehri'nin, kuş da özgürlüğün sembolü.

Şimdilik bir ev ve birkaç çadır var

Danube Nehri'nin kenarında yer aldığı için Hırvat sahil güvenlik birimleri tarafından ulaşımına izin verilmeyen Liberland'da şu an Jedlička'a ait bir ev ve tüm zorluklara rağmen ülke topraklarına ulaşmış birkaç Liberlandlının açtığı çadır bulunuyor. Jedlička Liberland'ın tanınması ile ülkeye ulaşımın kolaylaşmasının ardından evini genişleterek minik bir devlet binası yapmayı planlıyor. Bu minik tek katlı binada bir adet polis ve hakim odası ile birlikte birkaç kişilik bir parlamento yer alacak. Geleceğe dair çok sıkıntı yaşayacaklarını düşünmediğini belirten Jedlička hemen hemen her meslekten vatandaş başvurusu aldıklarını belirtiyor.

Gençler Osmanlı Ocakları'na makam için gidiyor

$
0
0

Osmanlı Ocakları ile ilgili onlarca iddiadan biri de başkanı ve birçok üyenin eski Alperen olduğu. Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı Kürşat Mican, “Buradan yolu geçen herkes Alperen olmuyor. Gençleri Osmanlı Ocakları'na çeken ideal değil, para.” diyor.

Yeni Türkiye'nin figüranlarından biri de Osmanlı Ocakları. Tayyip Erdoğan'ın dindar gençlik projesinin ayaklarından sayılan ocak, 2009'da kuruldu. Adı en son terör olaylarını bahane edip sokağı karıştıran gruplar içinde anıldı. “Biz yapmadık, paraleller bizim bayraklarımızla sokağa çıktı.” diyerek beklenen savunmayı yapan Osmanlı Ocakları Başkanı Abdulkadir Canpolat'ın hakkında onlarca iddia ortaya atıldı. Bunlardan biri de Canpolat'ın Alperen Ocakları'ndan geldiği. Buna göre Canpolat ve daha birçok genç buradan yetişip Osmanlı Ocakları'na geçti. İddiaları sormak için kapısını çaldığımız Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı Kürşat Mican'ın ilk cümlesi şöyle oluyor: “Bu maksatlı bir şey. Alperen Ocakları'nda barınamamış, burada kendini kabul ettirememiş kişiler başka yerlerde isim yapmaya çalışıyor. Yöneticisini pek dikkate almıyoruz çünkü gerçekten Alperen olsaydı, asla ve asla Osmanlı Ocakları'nda olmazdı.”

‘Buralarda uğraşma, bize gel kiranı, arabanı verip maaş bağlayalım'

Kürşat Mican'a göre Osmanlı Ocakları projesi tutmaz. Çünkü ocak felsefesinin temelinde manevî; dinamikler varken, burada gençlerin en büyük motivasyonu maddî; kazanç sağlamak. Mican, bu iddiada bizzat yaşadığı tecrübeden ve gözlemlerinden yola çıkıyor. Zira Pendik Alperen Ocakları Şube Başkanlığı sırasında kendisine de AKP'lilerden teklif gelmiş. Mican'ın Osmanlı Ocakları'na geçmesini isteyen partililer, “Kardeşim ne uğraşıyorsun burada. Gel bizim ocakta başkanlık verelim sana.” der. Mican'ın cevabı ise “Ben Osmanlı olamam çünkü Osmanlı geçti. Ancak ona layık bir torun olabilirim.” şeklinde olur ve onlara, “Hedef, ülkesine bağlı gençlik yetiştirmekse neden Alperen Ocakları'nı yok sayıyorsunuz?” diye sorar. Şöyle cevap verirler: “Tayyip Bey'in emri var. Farklı bir ocak olsun, bizim gençlik kollarımız burada yetişsin.”

Türk Ocakları'nın, Ülkü Ocakları'nın, Alperen Ocakları'nın misyonuna ve sahip oldukları birikime dikkat çeken Mican, şöyle devam ediyor: “Sen neyin üzerine kuruyorsun ocağı? Milyon dolar da dökseler Osmanlı Ocakları mümkün değil yaşamaz. Ancak birkaç şubesi olur, gençler takılır. Ona da gidenler kim olur biliyor musunuz, ‘Aman hükümete yakın olalım, yarın öbür gün mimar olacağım.' diyen mevki makam sahibi olmak isteyenler... Bu yüzden uzun ömürlü değil, proje tutmaz.”

Tehdit edildiğimizde

emniyetten randevu alamadık

Hükümetin kendilerini kasıtlı bir şekilde yok saydığını düşünen Kürşat Mican'a göre, AKP çevresi kendilerini rakip olarak görüyor. Ona göre AKP, her şeyi kendisi yapmak istediği için farklı sivil yapılanmalara tahammül edemiyor. Can güvenlikleri tehlikede olsa bile devlet çağrılarını duymazdan geliyor. Alperen Ocakları'nın geçtiğimiz yıl PKK tarafından hedef gösterildiğini hatırlatan Mican, emniyet müdürünün kendilerine randevu bile vermediğini söylüyor: “Beyefendinin çok işi varmış. Eğer biz Osmanlı Ocakları olsaydık verirlerdi. Onlara yapılan ayrımcılığı bizzat gördük. Geçen sene Ertuğrul Gazi Şenlikleri'ne Osmanlı Ocakları rozetleri olanlar girdi, biz giremedik. Bizi yok saymaları zorumuza gidiyor.”

Otobüste gül dağıttığımızda AKP hariç herkes teşekkür etti

Terör olaylarının artmasıyla birlikte Kürtlere yönelik saldırılara karşı Alperen Ocakları İstanbul Teşkilatı, doğuya giden otobüslerde gül ve lokum dağıtmıştı. Ocak Başkanı Kürşat Mican, AKP hariç herkesten teşekkür telefonu aldıklarını anlatıyor: “Ülkemizde terör olaylarının artmasıyla birlikte tepki amacıyla sokaklara indik. Hiçbir şekilde şiddete kaymadan teröre karşı yürüyüşler düzenledik. Sonra duyduk ki Kars'tan gelen otobüslerin önü kesilmiş. Taşlanmış, yağmalanmış, sonra baktık ki birileri de fındık işçilerine saldırıyor. Bazı kişiler bu düşmanlığı yaymaya çalışıyor. Şehit liderimiz 12 Eylül'leri yaşadı, ülkenin en kaoslu günlerini gördü. Kardeşin kardeşi öldürdüğü günleri anlattı bize. Bu gidişe dur dememiz lazım. Alperenler olarak bir şeyler yapmamız gerekiyordu. İstişare otobüs üzerine yoğunlaştı. Bu taş atmaları nasıl engelleriz diye düşünmeye başladık ve bu karar çıktı. Ardından CHP vekilleri ve teşkilatından bazı isimler, Kürt entelektüeller dahil birçok isim arayıp teşekkür etti. AKP'den ses çıkmadı. Oysa kaosun önüne geçmeye çalışmıştık ve bu en çok iktidarın işine gelmeliydi. Öyle olmadı.”

Viewing all 3284 articles
Browse latest View live