Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all 3284 articles
Browse latest View live

Yabancı dili olmadan dünyayı geziyor

$
0
0

Sezgin Kuru, Avcılar'da bir kitap-kırtasiye mağazasında çalışıyor. Evden işe giderken gözü uçaklara takılıp ‘ben de gitsem' demesiyle başlamış gezginlik hikâyesi. Yabancı dil bilmeden yollara düşen Kuru, bugüne kadar 20 ülke gezmiş.

Aylık kazancı yetecek gibi durmasa da her fırsatta gördüğü uçakların peşine düşmüş Sezgin Kuru. Zamanla kredi bile çektiği olmuş bunun için. Avrupalılarınkine benzer bir gezme kültürü henüz oturmadığından bu konu Türkiye'de hâlâ haber değeri taşıyor. Kuru, Avcılar'da doğmuş, orada liseyi okumuş ve evinin az ilerisinde bir kitapçıda çalışmış. “Şu karşı mezarlığa da gömerler...” diye düşünürken, aslında kısa bir memleket insanı portresi çiziyor. Bu döngüyü kırabilmek adına seyahatlere çıkmaya karar vermiş. “Kendime varabilmek için uzaklarda, başka ülkelerin sokaklarında yürümek gerekliymiş.” diyor.

Bütçesi dışında onu endişelendiren diğer konu herhangi bir yabancı dil bilmemesi olmuş. Bunu nasıl aştığını şöyle anlatıyor Kuru: “İnterneti çok iyi kullanıyorum. Önce gideceğim ülkeye ya da şehre uçuş gerçekleştiren firmaları uzun süre araştırıyorum. En uygun olanları buluyorum. Zamanla deneyim kazanıp aktarmalı yapmaya bile başladım. İlk olarak indiğim şehirde tren, otobüs her türlü ulaşım aracını araştırıyorum. Google Street View'den sokak görüntülerini bile hazırlıyorum. Aslına bakarsanız gideceğim ülkeye dair kocaman bir dosyam oluyor elimde. Sonra yeme, içme mekânlarına ve önerilere bakıyorum. Zaten sanal âlemde gezdiğim şehri, daha sonra güvenle ve huzurla geziyorum.”

Hedefinde Yeni Zelanda ve Uzakdoğu var

Yıllık izinlerini artık uygun uçak biletlerine göre ayarlıyor Kuru. Kendisine Akdeniz ya da Ege'de çok yıldızlı bir otele masraf etmek anlamsız geliyor. Onun hedefinde ülkeler, kıtalar var.

Gezdiği ülkeler arasında sadece Amerika için “Dil bilmezliğim başıma iş açtı.” diyor. Kiraladığı araçla gezerken yolunu kaybedip istediği yere varamayınca, dört saat boyunca derdini anlatmak ve başladığı noktaya geri dönememek onu biraz endişelendirmiş. Amerika'da polisin müdahalesinden korkmuş. Trafik kurallarını bir şekilde çiğner ve polisler durdurup soru sorarsa diye ne çok telaş ettiği hâlâ hafızasında. “Tüm dünyanın dil bilmeden gezilebileceğinin ispatıyım ben.” diyor ve yeni hedefleri arasında Uzakdoğu ve Yeni Zelanda olduğunu söylüyor.

Kuru'nun kredi kartı borçları artık uçak bileti, otel ya da hostel ödemelerinden oluşuyor. Birikimini ve zamanını gezginlik için harcayan Kuru, son birkaç yıldır tüm hafta sonlarını sabah altıda bir şehre inip geceye kadar gezerek geçiriyor.

Dersinize iyi çalışırsanız, tüm şehirler sizi bekler

Sezgin Kuru, gezi deneyimlerini kitaplaştırmak istiyor. Mesajı ‘çok paranız ve diliniz olmadan da tüm dünyayı gezebilirsiniz' olacak. Son yıllarda sadece gezi ve gezginlerin kitaplarını okuyor. Kuru, tüm seyahatlerini tek başına yapıyor. Her ne kadar ‘Bir dahakine birlikte gidelim.' diyen arkadaşları olsa da, gün geldiğinde yolculuğuna yalnız devam ederken bulmuş kendini. İnsanları cesaretlendirip yaşadığı güzellikleri herkesle paylaşmak istiyor. “İşe giderken üzerinizde sessizce uçan o uçaklara binin ve gidin.” diyor, sonra da şunları söylüyor: “Dersinize benim gibi iyi çalışırsanız tüm şehirler sizi bekler. Benim gibi ömrünüz bir ilçede geçtiyse bunu kesinlikle yapmalısınız.“ Maddî; sıkıntılar zorlayabilir derken önceliğinin gezmek olduğunu anlatıyor Kuru: “Yeni bir telefon ya da televizyon almıyorum, geziyorum.” Bir geziden döndüğünde sürekli gülümsediğini ve huzurlu olduğunu ifade ediyor. Aradan iki ay geçince tekrar uçaklara gözü takılıyor ve yeni planlara başlıyor. Bir sabah bir otelde, hiç bilmediği bir şehirde uyanmanın huzurunu herkesin tatması gerektiğini düşünüyor. Vakit buldukça da İngilizce öğrenmeye çalıştığını eklemeden edemiyor. Daha çok gezecek kadar İngilizce...


AKP'nin 10 büyük çarkı

$
0
0

Siyasî; kariyeri başından sonuna kadar tutarlı bir şekilde ilerleyen bir lider ya da siyasî; oluşum var mıdır acaba? Türkiye'deki örneklere bakılırsa ‘evet' demek zor. Ülkeyi 13 yıldır yöneten AKP'nin bu süre boyunca yaptığı tutarsızlıklar o kadar çok ki. İşte akla ilk gelenler...

Siyaset öyle menem bir şey ki, bugün söylediğiniz şey dün söylediğinizi tutmaz. Tutarsızlıklar üzere yanardöner bir meslektir anlayacağınız. Konjonktür değiştikçe siz de değişirsiniz, değişmeniz gerekir. Diyalektiğin de bir kanunudur bu aslında. Her şey bir gün zıddına dönmeye mahkûmdur misali. Siyaset arenasında bu durumu fark edebilmeniz için birkaç ay yeter. Gözünüze bir siyasetçi kestirin ve onu birkaç ay boyunca takip edin. İlla bir yerden çark ettiğini göreceksiniz. Hal böyle olunca 13 yıldır iktidarda olan AKP'nin çark ettiği konular epey birikti. Birikmese siyaset üstü bir şey olurdu zaten. İşte AKP'nin 10 büyük çarkı…

Ergenekon meğerse bir masalmış!

Çok değil, yalnızca birkaç yıl önce Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında soruşturmayı yürüten savcı ve operasyonları yapan polislere methiyeler düzüyordu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'liler. 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının ortaya çıkmasıyla birlikte fikirleri değişti. Başbakanlığı döneminde, ‘Ergenekon'un savcısı' olduğunu söyleyen ve “Bu planları ortaya çıkartanları alkışlamamız lazım.” diyen Erdoğan'nın kurucusu olduğu parti, bugün TSK'ya kumpas kurulduğunu dile getiriyor. Sadece Erdoğan ile kalsa iyi. Pek çok iktidar temsilcisi de fikir değiştirdi, mesela Egemen Bağış. Birkaç yıl önce neler dediğine bakalım: “Türkiye, iki yıldan uzun bir süredir, Türkiye'deki demokratik sisteme karşı kökleşmiş planları ortaya çıkarmayı amaçlayan karmaşık ‘Ergenekon' davasını sürdürmektedir. Dava, hükümet dâhil hiçbir dış gücün kendilerini etkileyemeyeceğini veya engelleyemeyeceğini sık sık vurgulayan ‘bağımsız savcılar ve hâkimler' tarafından kovuşturulmaktadır.”

Kürt meselesini çözmek oylar gidene kadarmış

Türkiye'nin uzun yıllardır kanayan yaralarından biri Kürt meselesi. Son yıllarda çözüm süreciyle birlikte farklı bir yola giren bu mesele bugün itibarıyla yine tıkanmış durumda. Müsebbipleri arasında ise tabii ki devlet yetkilileri var. AKP'nin belki de en büyük çarkı oldu Kürt meselesine bakışı. Bir kere de değil, sürekli değişti. Misal, bir gün ‘PKK ile görüşen şerefsizdir' diyen Erdoğan, ertesi gün ‘Hükümet değil, devlet görüşmüştür' diyebildi. Başka bir zaman ise ‘Oslo görüşmeleri tekrar başlayabilir' diyerek, birbiriyle tezat oluşturacak cümleler kurdu. Son seçimlere kadar çözüm süreciyle ilgili oldukça yapıcı bir söylem geliştiren Erdoğan ve AKP'liler, HDP barajı geçince tam tersi bir söylem içine girdi. Yıkıcı söylemleri bir yana, parti kapatma senaryoları bile konuşulmaya başlandı. Dönemin Başbakanı Erdoğan, DTP ile ilişkilerde de zikzak çizdi. “Terör örgütünün uzantısı bir partiyle görüşmem.” diyen Erdoğan, bu kişilerle aynı masaya oturdu.

Bir giyilip bir çıkarılan Milli Görüş gömleği

Türkiye'nin siyasî; jargonunda sürekli değiştirilen bir gömlek hadisesi söz konusu. Bu gömlek değiştirme meselesini en çok gerçekleştiren parti AKP. Başlarda Milli Görüş gömleğini çıkardık demişlerdi fakat sonrasında oy alabilmek için din, pek çok kez siyasetin emrine tesis edildi. Medyaya namaz kılma görüntüleri servis edildi, mitinglerde Kur'an-ı Kerim gösterildi. Farklı görüş sahipleri dışlandı, ‘bizden' ve ‘bizden olmayan' ayrımına hız verildi. Kutuplaştırıcı bir dil kullanıldı. Milli Görüş'ün temsilcisi olan siyasî; partilere müdahale edilerek içten parçalanması için çalışıldı.

Parti kapatma mağduriyetinden parti kapatma mağrurluğuna…

Aslında en trajik maddelerden biri bu. Parti kapatma gibi mağduriyetin had safhaya çıktığı bir konuda yine bir partinin kapatılma konuşmalarının gündeme gelmesi pek de iç açıcı bir durum değil. İşin garibi, bir zamanlar bu yasakçı zihniyetten belki de en fazla muzdarip olanların, aynı şeyi kendilerinin yapmaya çalışması. Parti kapatma ve dokunulmazlıklara dün karşıydılar, şimdi ise HDP engelini aşmak için dokunulmazlıklar meselesini tartışmaya açar hale geldiler.

‘Camiler ahır yapıldı' diye eleştirenler cami kapattı

Bir zamanlar CHP'nin camileri ahır yapması meselesi her İslamcının dilinde olan bir konuydu. Tarihsel gerçeklikler ve vesikalar göz önüne alındığında evet, CHP tarafından birçok cami, özünden farklı amaçlarla kullanılmıştı. Fakat işin tuhaf tarafı, yıllar 2015'i gösterdiğinde, yine bir cami kapatma hadisesi ama bu sefer başrolde AKP var. Mevzu kısaca şu: Tarım ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Kütahya'da cuma namazı için gittiği Ulu Cami'de namaz çıkışı gurbetçi vatandaş Mevlüt Dönmez'in, “Sayın bakanım, Kütahya'da 36 yıllık camiyi neden kapattınız? Ben Kur'an okumayı orada öğrendim.” sorusuyla karşılaştı. Bunun üzerine Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, “Kapatılan camide İsrail uşaklığı öğretiliyor, ben kapattım. Ona söyleyin. Hainlerin tüm müesseselerini kapatırım, kapatacağım.” dedi. Böylelikle cami bayraktarlığı yapan bir parti döneminde cami kapatılmış oldu.

AB ile yola çıktılar Şanghay Beşlisi'ne döndüler

İktidarının ilk yıllarında askerî; vesayete karşı mücadele veren AKP'nin hedefi, AB'ye tam üyelikti. Nitekim bu yönde müzakerelerin başlaması için yapılan anlaşmanın altına da Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan birlikte imza attı. Önceleri, “ AB'ye giremesek te Kopenhag kriterlerini yerine getireceğiz.” diyen, hedefin tam üyelik olduğunu söyleyen Erdoğan, sonrasında, “Eyyyy Avrupa Birliği, AB önce kendine baksın.” demeye başladı. Ve yönünü Rusya, İran ve Çin'in başını çektiği Şanghay Beşlisi'ne çevirdi. Putin'e giderek, “Bizi Şanghay Beşlisi içine alın, biz de AB'yi unutalım.” dedi.

Tevazudan şatafata

AKP'nin neredeyse bütünü, iktidarlarının ilk dönemlerinde ‘milletvekilleri lojmanda oturmayacak, halkın arasında olacak' şiarıyla hareket edeceklerini dile getirmişti. Fakir sofrasına misafir oldular, halkın içinden gelmekle övündüler. Fakat sonrasında resmi rakamlara göre bin 150, gayri resmi rakamlara göre 2 bin odalı lüks saraya geçtiler. Tevazu derken şatafata döndüler. Geçmişte söylenenler unutuldu. Tek bir bardağı bin lira olan bardaklarda içecekler içilmeye başlandı.

Dün hizmet erleri, bugün terör örgütü!

Bazen iyi ki arşivler var diye düşünüyor insan. Geçmişte söylenenlere bakıldığında birbirine tezat olan ne kadar da çok şey var. Televizyonlarda, stadyumlarda ve pek çok yerde methiyeler düzülen kişilere ertesi gün terörist, haşhaşi, sülük, sahte peygamber ve daha bir sürü hakaretler sıralanabiliyor. Devletin bütün imkânları kullanılarak, hak ve hukuk gözetilmeksizin toplumsal bir yapıya saldırılabiliyor. Bunu yaparken kendilerine taraftar buluyor, bu taraftarlarla şiddeti daha da artırabiliyorlar. Lakin beşer unutsa da tarih bunları unutmuyor. Dün başka, bugün başka diyenleri tarih yazıyor ve bunlar arşivlerdeki yerini alıyor. Bakalım bugün cemaat için haşhaşi, virüs gibi pek çok şekilde hakaret edenler, dün ne diyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yaşatmak için mübarek bir ideal uğruna, ölmek için yola çıkmış sevgili öğretmenlerimizi tekrar tekrar tebrik ediyorum.” diyerek selamlıyordu Türkçe Olimpiyatları'ndaki insanları. Bekir Bozdağ, “Yurtdışındaki Türk okulları Türkiye'nin şanıdır, Türkiye'nin gururudur. Bizim gönüllü büyük elçilerimizdir.” diyordu. Başbakan Davutoğlu'nun o günkü düşünceleriyse şöyleydi: “Bugün burada gördüğümüz kızlarımız, çocuklarımız yeni bir dünyanın müjdecisidirler. Aslında medeniyetler ittifakının tek başına vicdanını da oluşturuyorlar.” Bülent Arınç ise şunları söylüyordu: “Bütün bir siyasî; hayatımın hülasasını bir tarafa koysanız ve ikiyle çarpsanız, şu çocuklar için yapılan hizmetin yanında sıfır derecesinde kalır.”

‘Esad kardeşim'den büyük düşmanlığa...

Bir zamanlar Tayyip Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar Esed arasında su sızmazdı. Devlet olarak ilişkilerin iyi olması bir yana, aileler arasında da bir hukuk gelişmişti. Şam ve İstanbul, iki kardeş şehir iken sonradan düşman haline geldiler. Şam'da cuma namazı hayalleri kurulmaya başlandı. Bu hayal uzun sürmedi ve arkada yüz binlerce ölü ve milyonlarca yersiz yurtsuz insan bırakıldı. Bakalım Erdoğan, o yıllarda Esed ve Suriye için neler söylemişti: “Biz geldik, Esad kardeşimle oturduk, Türkiye ile Suriye'yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik mi? Evet. Her alanda işbirliğine gittik mi? Evet. Suriye ile Türkiye arasındaki mayınları temizlemek için adımlarımızı attık mı? Evet. Suriye ile aramızdaki vizeleri kaldırdık mı? Ona da evet. Şimdi benim Gaziantepli kardeşim cebine pasaportunu koyuyor, istediği gibi Halep'e, Şam'a gidiyor.” AKP'nin ‘komşularla sıfır sorun' politikası da neredeyse bitti zira iyi ilişkilerimizin olduğu komşu kalmadı.

Başkanlık: Emperyalizmin dayatmasıydı, biricik hayalleri oldu

Geçtiğimiz seçim sürecinin en çok konuşulan konularından biriydi başkanlık sistemi. Geçecek miyiz geçmeyecek miyiz, Türkiye için iyi mi kötü mü tartışmaları yaşadık. Fakat AKP'nin bu konuda da bir çarkı var. Birkaç yıl önce Erdoğan, “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesi.” diye konuşurken daha sonra, “Başkanlık sistemi konusu, partimizin yönetim sistemi noktasındaki teklifidir. Yani, yürütme noktasında bizim öyle bir teklifimiz var. Siz kabul edersiniz, etmezsiniz ayrı bir konu. Bu müzakere edilsin, tartışılsın.” diyerek tarihi bir U dönüşüne imza atmıştı. İki yıl önce ise Bekir Bozdağ, “Türkiye eninde sonunda başkanlık sistemine geçecek.” demişti.

BUNLAR DA BONUSLAR

Bir parti 13 yıl iktidarda kalırsa elbette ki çizdiği zikzaklar bu kadarla sınırlı kalmaz. Nitekim AKP daha birçok konuda yaptığı dönüşlerle dikkat çekti. İşte ilk 10'a giremeyen bonuslardan bazıları...

Bedelli askerlik:“Parası olan var, olmayan var, parası olana git kullan, olmayana sen de git askerlik yap diyemezsin. Bunu adalet terazisine oturtmak gerekir. Biz bu yola çıkarken kimsesizlerin kimi, sessiz yığınların sesi olarak yola çıktık.” diyordu Erdoğan. Ancak kendisinin döneminde iki kez bedelli askerlik kanunu çıktı.

Özel hastane kuyrukları: Özel hastaneleri ücretsiz yaptılar, devlet hastanelerinde kuyruk bekleme dönemi bitti. Ancak bir süre sonra özel hastanelerde kuyruklar başladı, katkı payları cüzî; miktardayken yapılan zamlarla özel hastanelere gitmek zorlaştı. Yani parası olmayan yine gidemiyor. Acil servise gitseniz bile film ya da röntgen çekmek için sizi uzman doktora yönlendirerek para alıyorlar.

Kıbrıs kimin? Kıbrıs'ta çözümden yanaydılar. Kıb­rıs Türk hal­kı­na An­nan pla­nı için “Yes be an­ne­m” de­dirt­ti­ler. Sonrasında ise karşı çıktıkları Rauf Denktaş çizgisine, Derviş Eroğlu çizgisine döndüler. Çünkü Mehmet Ali Talat gibi birleşmeden geçtiğine inanan ve geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile ayrı düştüler.

Kırmızı kitap: AKP'nin intikam uğruna kuruluşundaki ruha ihanet ettiği alanlardan biri de ‘Kırmızı Kitap' ın meselesi. İlk yıllarında Kırmızı Kitap'ın varlığına karşı duran bir tavır sergilerken, şimdi kendilerine karşı gördükleri herkesi bu kitaba dahil etme uğraşı içindeler. Kırmızı Kitap'a göre politikalar üretiliyor, kendileri gibi olmayanlar bununla yıldırılmaya çalışılıyor.

Üstünlerin hukuku: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli tekrar ettiği sözlerden biridir, ‘üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü'. Fakat görünen köy kılavuz istemiyor. Bugünün Türkiye'si bu sözün tam tersi durumunu yansıtıyor. Kendilerinin ihtiyaç duyduğu zamanlarda hukuk vurgusunu dillerden düşürmezken, güç sahibi olduktan sonra hukuk tanımazlıkta çığır açtılar.

‘Tek parti'den tek adama: AKP iktidarının dilinden düşürmediği ve eleştiri oklarını sürekli üzerlerine gönderdiği bir dönem vardır: CHP'nin tek parti iktidarı. O dönemin zulümleri ve haksızlıklarını sürekli tekrarlarlar. Fakat şimdi geldikleri nokta o dönemden pek de farklı değil. Tek parti sistemini eleştirenler, tek adam sistemine hapsoldu. Herkesin bir kişinin ağzının içine baktığı sisteme evrildiler.

Demokrasi araçtır: Parti kapatma, Ergenekon ve Balyoz gibi dava süreçlerinde demokrasiyi bir araç gibi gören zihniyete karşı demokratik değerleri savunan Erdoğan, sonrasında bu değerlerden bir bir vazgeçti. Tabiri caizse bir güç zehirlenmesi yaşadı ve demokratik değerlerden uzaklaştı. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görmesi bunun en büyük göstergesi.

MGK'nın yetkisi: 13 yıllık iktidar döneminde 12 Eylül rejiminin en önemli kurumu olan Milli Güvenlik Kurulu'nu (MGK) kaldırmayan AKP ve Erdoğan, yargıyı da ‘MGK'laştırdı. Geçmişte iktidar olmadan önce MGK'yı kaldıracaklarını, MGK'nın karar merci olmadığını söyleyen Erdoğan, şimdilerde ise MGK kararlarını kutsayacak açıklamalar yapıyor.

Dünyanın en büyük kabartması

$
0
0

Eski bir asker, savaşta savunduğu ülkenin beton modelini yaptı. Tarihi eser olarak kabul edilen dünyanın en büyük arazi kabartması şimdi restore ediliyor.

Mapa Scotland olarak bilinen büyük 3 boyutlu, ölçekli İskoçya modeli, gölleri, dağları ve deniziyle Eddleston köyünün dışında Barony Castle Hotel'in topraklarında yer alıyor ve betondan inşa edilmiş. 1974 ve 1979 yılları arasında inşa edilen model asıllarının 10 binde biri kadar küçültülmüş. Bu, dünyadaki en büyük arazi kabartma modelidir.

Bu büyük beton harita Krakow doğumlu 1. Zırhlı Bölüğü'nde çavuş olan Jan Tomasik'ın fikriydi. Tomasik, 2. Dünya Savaşı boyunca kalenin yaklaşık 22 kilometre yakınlarındaki Galashiels'de görev yaptı. Birçok Polonyalı asker gibi Tomasik de özgürlüğünün kısıtlanacağı korkusuyla savaştan sonra Polonya'ya dönmeyi reddetti. Kendisini tedavi eden İskoçyalı bir hemşireyle evlendi ve İskoçya'ya yerleşti. 1968 yılında Black Barony'de otel satın aldı, Edinburg'daki en başarı otelci oldu.

Tomasik, 1958 yılında Polonya'daki akrabalarını ziyaret ederken Brüksel Dünya Fuarı'nda Belçika'nın geniş ölçekli modeline hayran kaldı. Otel müşterilerini etkilemek için Barony Kalesi topraklarında bunun benzerini inşa etmeyi düşündü. Otel patronlarına ikinci dünya savaşı sırasında savunduğu toprakları göstermek istediğini söyledi, Kral 6. George'nin eşi Kraliçe Elizabeth'in modeli resmi olarak açabileceğini umut ediyordu. Savaş yıllarında Poles'de yaşayan insanların kendisine gösterdiği konukseverlik nedeniyle hediye olarak bu modeli onlara miras bırakmak istediğini söylediğini hatırladı.

1970'lerin başında Tomasik, Krakow Jagiellonian Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü'nde müdür olan Profesör Mieczyslaw Klimaszewski ile buluştu ve otelinin topraklarında İskoçya'nın büyük kabartmasını yapma fikrini teklif etti. Haritacı Dr. Kazimierz Trafas ise tasarım işini üstlendi ve küçük bir Polonyalı değişim öğrencisi de yaz programında işbirliği yapmak için İskoçya'ya geldiler.

Toprağın üst tabakası ve kaldırıldı ve kıtanın ve adanın şekilleri hazırlandı ve 10 binde bir ölçeğinde küçültüldü. Briket tabakalar içinde 300, 600 ve 900 metrelik üç eş yükselti eğrisiyle hatlar çizildi. Haritanın gövdesi aşamalı olarak inşa edildi ve manuel olarak yapılan zorlu bir arazi heykeltraşlığı ile yapıldı. Dağın zirvesi dikey ahşap sırıklar ile ortaya çıkarıldı. Son olarak 1974 ve 1979 yılları arasında 6 ardışık yazdan sonra model tamamlandı. Topoğrafya (arazi bilgisi) reçine kaplama ve boyayla tamamlandı. Coğrafi özellikler ormanlar, kırsal alanlan, nehirler ve büyük yolların boyanmasıyla eklendi. Oval havza denizlerin oluşturulması için suyla dolduruldu. Büyük nehirler için gizli borularla su desteği sağlandı.

Otel 1985 yılında kapandıktan sonra, model tamirsizlikten harap olmaya başladı. 2010 yılında kendilerini Mapa Scotland olarak isimlendirilen bir grup gönüllü modeli çürümekten kurtarma ve mevcut şeklinde restore etme görevini üstlendi. 2012 yılında model Historic Scotland tarafından tarihi eser olarak kabul edildi. Halen bu modelin restorasyonu devam ediyor.

Küme düşen ünlü futbolcular

$
0
0

‘Futbolun adaleti yoktur' sözü, sadece sahada oynanan maçla sınırlı kalmıyor, yeşil sahalarda top koşturan futbolcuların hayatıyla devam ediyor.

Bir zamanların ünlü futbolcuları, gözden düşmeyegörsün. Yıldız oldukları takımlar küme düşmüyor; ama onlar birer birer bir alt liglerin yolunu tutuyor. O yüzden, ‘Futbolun adaleti yoktur.' deyişi sadece sahada oynanan maçla sınırlı kalmıyor, yeşil sahalarda top koşturan futbolcuların hayatıyla da devam ediyor. Şurası mühim; bir alt ligde oynamak, devamlı mağlup olan bir takımda ter akıtmak kötü bir durum değil. Yani buralarda meşin yuvarlağın peşinden koşanlar yazdıklarımıza alınmasın. Kaldı ki esas hikâyeler buralardan çıkıyor. Şair Güven Adıgüzel'in dediği gibi o yüzden asıl meslekleri berber, doktor, itfaiyeci, öğretmen, su tesisatçısı olan San Marino Millî; takımı, ‘futbolun şiiri'dir her zaman. Bizi bu satırları yazmaya iten Ankaraspor, Ankaragücü ve Antalyaspor takımlarında forma giyen Brezilyalı oyuncu Jaba oldu. Tabii o zamanlar saydığımız kulüpler de Süper Lig'de idi, hatırlatalım. 2003-2006 yılları arasında Ankaraspor'da oynarken 83 maçta 27 gol atan başarılı forvet, şimdilerde Bölgesel Amatör Lig takımlarından Kuşadasıspor için çalışacak. Zaten kendisi de “İnanıyorum ki bu sene gol kralı olacağım.” diyor. Şimdi, Jaba'nın bize telmih ettiği yıldız isimlerden bazılarını konuşalım.

Üç büyüklerden Şekerspor'a

Sergen Yalçın… Türk futbolunun en yetenekli futbolcularından şüphesiz. Kariyeri boyunca birçok başarıya imza atan Sergen, 2006 yılında Şekerspor transferi sonrası epey konuşulmuştu. Zaten bir sene sonra da futbolu bıraktı.

En az Sergen kadar yetenekli bir isim de Yusuf Şimşek. “Telefon kulübesinde çalım atarım.” diyen ünlü futbolcu, Beşiktaş'ın şampiyon olduğu 2008-2009 sezonunun mimarıydı, takıma ikinci yarı transfer olmasına rağmen. 2011-12 sezonunda, Turgutluspor'a giden Yusuf Şimşek, burada hem antrenör-futbolcu oldu. Lig bitiminde de aktif futbola veda etti.

Fenerbahçeli Tarık olarak ünlenen Tarık Daşgün de ‘tutunamayanlar'dan. Çin Süper Ligi'nde forma giyen ilk Türk unvanına sahip ünlü isim, futbolu 2008'de transfer olduğu 3. Lig ekiplerinden Bingöl Belediyespor'da noktaladı.

Antalyaspor'da Süper Lig'de 2008-2011 yılları arasında 70 maçta oynayıp 12 gol atan, PTT 1. Lig'de ise Boluspor'da da forma giyen 32 yaşındaki Fildişi Sahilli futbolcu Djiehoua bu sezon amatör ligde Ödemiş forması giyecek.

2001-2004 yılları arasında Beşiktaş'ta oynayan 1982 doğumlu Ali Cansun geçtiğimiz yıl Bölgesel Amatör Lig 9. Grup ekiplerinden Leventspor'a transfer oldu.

2002-2004 yılları arasında Fenerbahçe forması giyen Erman Yıldırım bu sezon amatör lig ekiplerinden Sökespor'da forma giyecek. Fenerbahçe'de 2007-2010 yılları arasında forma giyen, daha sonra Süper Lig'de Kayserispor ve Kasımpaşa takımlarında da oynayan Ali Bilgin, Almanya'da bölgesel ligde mücadele eden Sportfreun'a transfer oldu.

Diyar diyar Anadolu

Faruk Yiğit, Türk futbolunun sima olarak en akılda kalıcı isimlerindendi. Kocaelispor'da forma giydiği 90'lı yıllarda uzun saçları ve sakalı ile Amerikan filmlerinin asi tiplemelerini ya da İtalyan mafyalarını andırıyordu. 1998'de Fenerbahçe'ye transfer oldu. Ama burada pek bir varlık gösteremedi. Sonrasında ise Diyarbakırspor'a kiralandı. Yuvası olarak nitelediği Yalovaspor'a transfer oldu ve futbolu 2005'te Orhangazi Gençlerbirliği'nde bıraktı.

Galatasaray altyapısından yetişen Mustafa Kocabey bilinen adıyla ‘Papen Mustafa', 18 yaşında iken ‘müthiş yetenek' olarak gazete sayfalarını süslüyordu. O sezon Hakan Şükür'ün daha iyi performans göstermesi gözden düşmesine neden oldu. Ve kader onu Türk futbolunun seyyahı yaptı. 20'ye yakın kulüpte top koşturan Kocabey, en son İstanbul Amatör takımlarından Sütlücespor'la anlaştı.

Eto'o bitmiş

Bursaspor formasıyla iki kez gol krallığı sevinci yaşayan Okan Yılmaz'ın parlak zamanları kısa sürdü. İnegölspor'da başladığı macerası, 2012'de Yalova Bölgesel Amatör Ligi takımlarından Altınova Belediyespor ile nihayete erdi. Yeni nesil onu “Eto'o bitmiş” geyiği ile ansa da Oktay Derelioğlu, asıl popülaritesini 30 Nisan 1997'de oynanan Belçika maçında kazandı. 5 kişiyi çalımlayarak attığı gol hâlâ hafızlarda… 2007'de Yalovaspor'a transfer olan Beşiktaşlı yıldız oyuncu, futbolu ise bir sene sonra mesleğe başladığı baba ocağı Fatih Karagümrük'te bıraktı. Ahmet Dursun ismi de 2000 yılında Barcelona ile oynanan ve Siyah-Beyazlıların 3-0 üstünlüğü ile sona eren o unutulmaz Şampiyonlar Ligi maçıyla yâd edilir. Katalan ekibine 2 gol atan Ahmet Dursun, o sezon Türkiye liginde de 21 golle başarı gösterir. Ünlü krampon, futbolu ise 2. Lig Kırmızı ekipte yer alan Eyüpspor'da noktaladı.

Silivri okul oldu: 4 dil öğrendi, Boğaziçi'ni kazandı

$
0
0

22 Temmuz sahur operasyonu kapsamında tutuklanan Komiser Mehmet Dilaver, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü kazandı.

Tutuklu bulunduğu bir yıl içinde yeniden üniversite giriş sınavlarına hazırlanan ve dil öğrenen Dilaver, LYS 5 puan türünde 479 puan aldı. Öte yandan cezaevine girmeden önce 6 dil bilen Dilaver, yıl içinde çalışarak 4 dil daha öğrendi.

Cezaevindeki Mehmet Dilaver'e çalışması için sürekli kitap götürdüğünü söyleyen kız kardeşi Zeynep Dilaver, “Günlerini kitap okuyarak, spor yaparak ve dil çalışarak geçiriyor. Zamanı unutmak için sürekli ders çalıştı. Cezalandırmak için onlara bunlar yapıldı ancak o bunu olumluya çevirdi.” diyor.

Zeynep Dilaver'in anlattığına göre, yaklaşık bir yıldır tutuklu bulunan Mehmet Dilaver ‘Zaman bana yetmiyor.' diyor. Cezaevine girmeden önce ileri derecede İngilizce, Almanca, İspanyolca, Arapça, Fransızca ve Arapça dillerini bilen tutuklu komiser, Silivri'de bulunduğu bir yılda kendi çabalarıyla Rusça, İbranice, Farsça ve Yunanca öğrendi. Abisinin ders çalışmak için istediği kitapları da kardeşi temin etti. Sınavların ardından da ilk tercihi olan Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yerleşti.

Abisinin ve diğer polislerin bir yıldır özgürlüklerinin elinden alındığını dile getiren Zeynep Dilaver, belirsizliklere rağmen içeride vakitlerini değerlendirmeye çalıştıklarını söylüyor. Cezaevinde CD ile çalışma imkanı olmadığını hatırlatan Dilaver, abisinin kısıtlı imkanlarla planlama yaparak çok sıkı çalıştığını aynı zamanda Açıköğretim Fakültesi'nden Sosyoloji ve Adli Tıp Enstitüsü'nde yüksek lisans yaptığını anlatıyor. Yerleştirme sonuçlarının ardından hem abisinin hem de kendisinin çok mutlu olduğunu söyleyen Zeynep Dilaver, kayıt işlemlerini de vekaletle kendilerinin gerçekleştirdiğini söylüyor.

Komiser Mehmet Dilaver, okulun ilk hazırlık yılını görevliler eşliğinde sınavlara giderek geçirecek. Ancak ailesinin en büyük isteği bir an önce özgürlüğüne kavuşup eğitimine normal bir şekilde devam edebilmesi. Ağabeyi için bir yılı aşkın süredir iddianame yazılmadığını hatırlatan Zeynep Dilaver, “Yapılanlar kanun dışı. Aylık itirazlarda savunma bile dinlenmeden tutukluluğa devam deniyor. Biz beklediğimizi Allah'tan bekliyoruz.” şeklinde konuşuyor.

‘Şampiyon dede' görev başında

$
0
0

Ahmet Özdemir, Ankara Çıkrıkçılar Yokuşu'nda esnaf. 60 yaşında, 4 kız babası bir sporcu. Yaşıtlarının çoğu emeklilik günlerini parklarda bahçelerde geçirirken o minderlerin tozunu attırıyor.

Ülkemiz judo tarihine yazılacak birçok başarının sahibi. Spora başlamasındaki asıl neden kavga etmek olsa da zamanla sporun kendisini sakinleştirdiğini anlatıyor.

Spor macerasına boks ile başlayan Özdemir, boks yapanların fiziksel özelliklerinin değiştiğini görünce kendisinde de aynı değişiklikler olacağını düşünerek bu sporu bırakır. Ardından güreşe merak salar ve oldukça başarılı olur ancak inancı gereği müsabakalarda güreş mayosu giymek istemez. Tekvandodan ise dövüş sporu olduğu için vaz geçer. Tekvandoyu bırakma kararı aldığı gün spor salonuna tatami denen judo minderlerini yerleştiren, kıyafetleri de tekvando kıyafetlerine benzeyen sporcular gelir. Kıyafetlerin tesettüre uygun olması ve yaptıkları hareketlerin güreşe benzemesi Özdemir'in dikkatini çeker. Böylece 7 kez Türkiye şampiyonluğu ve uluslararası arenada birçok şampiyonluk getiren judo serüveninin içinde bulur kendini. Lakabı da “Kene Ahmet” olur. Çünkü rakibini tuttu mu bırakmaz, kene gibi yapışır.

Müzik öğretmeni, Ahmet Özdemir'e ilkokulda iken “Meriç'in bir kenarında Türk askeri, karşı kenarında da Yunan askeri nöbet tutuyormuş. Türk askeri Yunan askerine öyle sert bir şekilde bakmış ki Yunan askeri korkudan ölmüş.” diye bir hikaye anlatmış. Spor müsabakalarında da hocaları Yunan rakiplerine yenilmemeleri konusunda sürekli uyarırlarmış. 1979 yılında Balkan Şampiyonası'nda çekilen kurada ilk rakibi Yunanlı çıkmış. Özdemir, Türk askerinin baktığı gibi öyle bir sert bakmış ki rakibi bakışlarını kaçırmak zorunda kalmış. Hakemin başla demesiyle Özdemir, rakibine doğru koşmaya, Yunanlı ise geri geri kaçmaya başlamış. Sonuçta teknik bir hareketle 1 saniye 13 salisede rakibi iponlayarak rekor kırmış.

Judoda başarılar art arda gelse de aksiliklerde eksik olmamış. Kılık kıyafeti ve sakalı yüzünden 1982 yılında engellemelerle karşılaşmış. Uluslararası müsabakalara götürülmemiş. 1982 yılında baskılara boyun eğip ve milli takımı bırakmış. Ta ki 2011'e kadar. Arkadaşlarının ısrarı üzerine yeniden judoya dönmüş Ahmet Özdemir. Şimdi 40 yıllık dostu Mehmet Özsoy ve genç judocular haftanın 6 günü Altınpark spor salonunda müsabakalara hazırlanıyor. Veteranlar grubunda ülkemizi Dünya kupalarında temsil etmek için gece gündüz çalışıyorlar.

Çınar'ın gölgesinde Pelin

$
0
0

Samanyolu ekranlarında yayınlanan Çınar'ın Gölgesinde dizisinin setine konuk olduk. Bizi başrol oyuncusu Çınar yani Pelin Bölükbaş karşıladı.

Pelin Bölükbaş, Samanyolu'nda ekrana gelen Çınar'ın Gölgesinde dizisinde anne rolünde. Dizideki Çınar, 3 çocuğuyla tek başına tüm zorlukların üstünden gelmeye çalışan, hayatın ondan aldıklarını geri alabilmek için çaba sarf eden bir anne. Gerçek hayatta ise 1989'da İstanbul'da dünya gelmiş Bölükbaş. Daha okulu bitmeden reklamlarda ve sinema filminde oynamayı başarmış. Tiyatro ile tanışıklığı ise ilkokulda olmuş. Sonrasında lisede edebiyat hocasının desteğiyle tiyatro okumaya karar vermiş. Bir ara psikolog olmak istese de tiyatro sevgisi galip gelmiş. İlk adımını Semaver Kumpanya ile atmış. Aynı zamanda Müjdat Gezen Sanat Merkezi ile paralel bu süreci tamamlamış. Sonunda İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'ndan mezun olmuş.

“Gelmeyen Bahar” filmindeki Dilek karakteri ilk rolü olur. Üniversite son sınıftayken iki reklam filminde de oynar. Reklam filmi deneyimi için “Sanki bir dizinin bir sahnesini daha özenle ve uzun çekiyormuşsunuz gibi ve tüm mimiklerinizi özenle ve bazen abartılı kullanmanız gerekiyor.” diye anlatıyor. Hayali tiyatro olduğu için sahneye ilk çıktığı ünleri unutamıyor: “Çok komik ücretlerle başladım. Çok klasik olacak belki ama tiyatroya âşık biriyim. İlk işlerimde ve sonrasında da ben burada ne yapıyorum dediğim anlar oldu tabii. Ama bu iş böyledir zaten, ara verdiğiniz anda sizi sorgulamaya itebilir.”

Çınar'ın Gölgesinde dizisinde başrolde canlandırdığı karakter 45 yaşında bir anne. Kendisi ise 25 yaşında. Dizide oynadığı kızları onunla aynı yaşta. Böyle bir durumda seyirci olmayan bir şeye inanacak mı? İlk başrol deneyiminde riskin farkında ama bunu fırsata dönüştürmek istiyor: “ Aslına bakarsanız hem risk hem de bir şans. Bu çizgi zor evet ya çok iyi olacak ya da olmayacak, bence rolde arasını başarmak pek mümkün değil.” diyor.

Pelin Bölükbaş, ne kadar hiperaktif olduğunu ve çabuk sıkıldığını anlatırken çok dizi izlediğini ama düzenli bir diziyi takip edemediğini söylüyor. Dizi izlerken bir anda daha hareketli programlara geçtiğini anlatıyor. Kendini komediye daha uygun gören Bölükbaş, “Hocalarım da beni komediye daha yatkın buluyordu. Her dizide birbirine benzer karakterleri oynayan oyunculardan olmak istemiyorum. Bu yüzden bu dizi ve rol benim için kıymetli.” diyor.

Türkiye'de Harry Potter gibi bir film çekilse de oynasam

Mesleğindeki zirvenin ne olduğunu düşünüyor diye merak edip sorduğumuzda şöyle cevap veriyor Bölükbaş: “Hayalim demesem de istediğim fantastik bir filmde oynamak. Harry Potter gibi mesela.” diyor. Geleceğe dair umutlarının tersine keşke o yıllarda ben de olsaydım o sette dediği bir anı sorduğumuzda tereddüt etmeden; “Tüm Kemal Sunal filmlerinden oynamayı çok isterdim.” diyor. Ve ilk aklına gelenleri bir çırpıda sayıyor Pelin Bölükbaş: “Hababam Sınıfı, Neşeli Günler ya da Süt Kardeşler'de oynamayı çok isterdim...”

Kolejliysen sıradan insan olamazsın!

$
0
0

Bugünlerde panoları en çok işgal eden reklamlar özel okullara ait. Kimileri çocukları pilot yapmayı vaat ediyor, kimi 2 bin kişilik salonda konuşma yapan karizmatik bir lider...

Okulların açılmasına bir ay kaldı. Çocuğu için iyi bir okul arayışını hızlandıran ailelere göre bir ihtimal de kolejler. Zira kolejler devlet okullarına göre çocuklarını emanet edebilecekleri çok daha güvenli birer liman. Peki, özel okullar ailelere nasıl bir eğitim vaat ediyor? Bu günlerde reklam panolarındaki kolej sloganlarına bakılırsa neredeyse hepsinin ortak bir vaadi var: Özgüveni yüksek, lider ve tabiri caizse kalabalıklar içinde parlayan birer yıldız yetiştirmek. Bütün bu vaatlere ve tanıtım çalışmalarına karşı yükselen bir eleştiri ise özel okulların ‘proje çocuklar yetiştirmeye' odaklanması.

Zira okul arayışındaki velilerin buluştuğu forumlarda bir annenin şikâyeti de durumu özetler nitelikte: “Bir kolejin müdürüyle görüştüm. Çocuğumun lider ruhlu ve akranları içinde parlayan bir birey olarak yetişeceğini söyledi. Ama benim çocuğum çok içine kapanık, bunu nasıl başaracaklar?” Annelik içgüdüsüyle söylenen bu sözler aslında pedagogların da ortak kaygısı. Çünkü lider bir ruh veya dışa dönük bir karakter, insanın büyük oranda doğuştan sahip olduğu özellikler. Bugünün kabul gören kişilik özelliği ise tam tersi; arkadaşları içinde kendini belli eden, konuşkan, dışa dönük ve lider ruhlu. Anne-babaların daha üç yaşındaki çocukları için “Benim çocuğumda liderlik ruhu var. Arkadaşlarıyla birlikteyken oyunu hep çocuğum yönlendiriyor.” diye gururla bahsetmesi de bunun bir kanıtı olsa gerek. Hal böyle olunca özel okullar da velilere benzer vaatlerle geliyor. Peki, her çocuk lider olmak zorunda mı? Kalabalıklar içinde sivrilen kişiler yetiştirmeye programlanmış bir eğitim sisteminde içine kapanık çocukların sağlıklı yetişme şansı var mıdır?

Uzman psikolog ve eğitimci Gamze Eser'e göre lider özellikli çocuk yetiştirme vaadi pek de yerinde bir vaat değil. Özel okulların eğitim yuvasından ziyade ticarethane mantığıyla yönetildiğine dikkat çeken Eser, “Bu durum çağımızın temel sorunlarından olan başarı ve hırs odaklı yaklaşımları da beraberinde getiriyor.” görüşünde. Bugün ailelere çocukları için hayalini kurdukları geleceği en iyi tasvir eden okulun kayıt için avantajlı konuma geçtiğini anlatan Eser'e göre vaatlerin gerçekle uyuşması o kadar kolay değil. Çünkü özel okullar sihirli birer değnek olmadığı gibi çocuğun ailesinden çok uzak bir profile dönüşmesi de beklenemez. Ayrıca diğerlerinden hep ‘bir adım önde' olan çocuk yetiştirme vaadi de gerçeklerle uyuşmuyor. Kendisi de Artsam Eğitim Kurumları'nda yöneticilik yapan Gamze Eser 24 kişilik bir sınıftan örnek veriyor: “Bu öğrencilerin hepsinin lider özelliklere sahip olması elbette mümkün değil.” Ve ekliyor: “Ayrıca bu tür vaatler uzlaşmacı, ekip başarısına inanan, yardımlaşmayı ve paylaşmayı seven çocukların diğerlerinden daha aşağıda olduğu iletisini de içlerinde taşırlar ki bu çok tehlikeli bir yaklaşım.” Bu durumda yapılması gereken ise çocuklara yarış atı muamelesi yapmayı bırakmak ve bu eğilimdeki okulları bir kez daha gözden geçirmek. Zira eğitim süreci boyunca kişiliğine uymayan biri haline getirilmeye çalışılan çocuğun sağlıklı bir gelişim göstermesi mümkün değil.

Utangaçlık ve toplum önünde konuşamamak bir sorun mu?

Eğitimci ve uzman psikolog Gamze Eser, yukarıdaki soruyu şöyle yanıtlıyor: “Teknoloji çağında utangaçlık, toplum önünde konuşamamak gibi tutumlar zaten yabancılaşan ve yalnızlaşan bireyin gelişimini yavaşlatabilir. Seçilen meslek hitabeti gerektirmiyorsa, utangaçlık seviyesi fırsatları kaçırma boyutunda değilse, sorun teşkil etmez ancak öğretmenlik gibi bir mesleğe hazırlanan birey için mesleğin ön koşulu olduğu için aşılması gereken bir durumdur. Genellemeler bizi hatalı sonuçlara ulaştırır. Her bireyin özel olduğu gerçeğinden hareket edersek doğru ve yanlıştan ibaret olan katı değerlendirmelerden de uzak kalabiliriz. Bir özellik bireyin hiç işine yaramayacaksa onun için çaba harcamak yerine gerekli vasıflara sahip olmaya odaklanmak daha mantıklıdır.”


Ünlü şairlerin şiirlerinden şarkılar - Haftanın Albümleri

$
0
0

İlhan Helvacı ülkemizin önemli gitarist ve bestecilerinden. Son albümünde nadir yapılan bir işi gerçekleştirdi.

Attila İlhan, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Andrey Voznesenski ve Lermontov'un şiirlerinden şarkılar besteledi. Bu şarkıları da Candan Erçetin, Nilüfer Ayan Berzek, Şevval Sam ve Zuhal Olcay seslendirdi. İlhan Helvacı'nın kendi prodüksiyonu olan Elimden Tut Yoksa Düşeceğim isimli çalışmada sanatçıya düzenlemelerde Erdem Sökmen eşlik etmiş. Besteci, albümün telif gelirini Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bağışlamış.

Rap müziğinde yeni bir grup: 90BPM

Son yıllarda Türkiye'de rap müzik piyasasında farklı işler yapılıyor. Hatta bu işler bireyselliğin dışına çıkıp grup haline bile bürünüyor. Rapin kendine has isimleri, Da Poet, Kayra, Sorgu, Savai ve Farazi tarafından 90BPM isimli yeni bir rap grubu kuruldu. Topluluğun ilk albümü Kötülük Bizim İşimiz yayınlandı. Bol hicivli ve kinayeli şarkıların bulunduğu albüm rap müziği severlerin hoşuna gidecek.

Akyürek'ten münacaat şiirleri

Bir dönem şiir albümleri çok sık yayınlanırdı ülkemizde. Genelde şiir yorumcularının seslendirdiği albümler çok moda olmuştu. Artık çok fazla bu türden albüm çıkmıyor. Hele hele şairlerin kendi sesinden şiirlerini dinlediğimiz çalışmalar yok denecek kadar az. Yağmur Dergisi başta olmak üzere çeşitli edebiyat dergilerinde şiirler kaleme alan Ziya Paşa Akyürek, Kurtar Beni adlı bir albüm çıkardı. Münacaat şiirlerinin ağırlıkta olduğu albümde şair, on eserini de kendisi seslendiriyor. Besteler ise 20 yıldır Türkiye'de yaşayan Azeri piyanist-aranjör Parvin Aslanov'a ait. Akyürek, şiirin mukaddes bir dert olduğuna inanıyor.

Yeliz Akkaya: İstanbul'dan uzakta keyfim yerinde

$
0
0

Kalbim Ege'de Kaldı dizisinde Fatmanaz karakterini oynayan Yeliz Akkaya, ilk kez bir komedi dizisinde oynuyor, ilk kez şive yapıyor. Doğal bir ortamda çekim yapmaktan memnun olduklarını belirten Akkaya, “Sinemamız, alışveriş merkezlerimiz yok ama doğa var bize eşlik eden.” diyor.

Kalbim Ege'de Kaldı'nın senaryosu elinize geçtiğinizde sizi cezbeden neydi?

Daha önce komedi dizisinde oynamamıştım. Genelde hep biraz daha sorunlu, problemli, kısaca kötü kız diyebileceğimiz karakterleri canlandırmıştım. Senaryoyu okuduğumda hem komedi dizisi olması hem de çok sıcak bir dille yazılması beni cezbetti. Şive yapacak olmam ve projenin Ege'de olması, hepsi birleşti ve projeye dâhil oldum.

Oyuncu kadrosunun tercihinize katkısı nedir?

Her işe güzel temennilerle başlarız. Tabii ki senaryo kadar oyuncu, yönetmen, teknik ekip... A'dan Z'ye bir ekip işi yaptığımızdan hepsi çok önemli. Sadece bir tek birimi baz alarak konuşamam. Ama şunu söyleyebilirim ki çok özel insanlarla çalışıyorum. Muhteşem enerjiler bir araya geldi ve emin olun bu kadronun içinde olmadan televizyonda izleseydim aklımın kalacağı bir iş olurdu.

Rolünüz size hangi dünyalara kapı araladı?

Daha önce komedi oynamamıştım, hiç şive yapmamıştım. Zorlanacağım durumlarda kendi sınırlarımı keşfetmeyi, öğrenmeyi de seviyorum. Daha önceleri hep çekingen davranırdım şive yapmak konusunda. Yapamayacağımdan değil, çekingenlik vardı... İşte bu anlamda Kalbim Ege'de Kaldı üzerimdeki çekingenliği atmamda da çok yardımcı oldu.

İzlenme oranları hayli iyi. Diğer yaz dizilerinden farkı ne sizce?

Farkı diyemem çünkü bu kaba bir tabir olur. Her iş kendi içinde çok büyük fedakârlıklar ve zorluklarla çekiliyor. Bizim diziye gelirsek sanırım set içinde/dışında her anımızda çok eğlenmemizin, bol kahkahalarla çekmemizin enerjisi direkt izleyicimize yansımış olsa gerek ki başladığımızdan beri bizi hiç yalnız bırakmadılar.

İstanbul güzel olduğu kadar yoğun, stresli... Kaostan uzakta İzmir'de çekim yapmanın artısı-eksisi nedir?

Bunu tüm ekipteki arkadaşlarıma da söylemiştim. Gitmeden önce inanılmaz tedirgindim. Nihayetinde çok uzun zaman geçireceğimiz, ailemizden daha fazla birlikte olacağımız bir ortam... Kaygılarım, korkularım, kuşkularım elbet oldu... Ta ki tanışana kadar. Herkes birbirine seviyor, sıcak yaklaşıyor. Çok minik bir köy kaldığımız yer. Belki sinemamız, büyük alışveriş merkezlerimiz vs. yok ama en temel ihtiyacımız doğa var bize eşlik eden. Rüzgâr, sabahları rüzgârla gelen kekik kokusu, uyurken dalga sesleri, yemek yerken tarladan taze koparılmış domatesin tadı... Kısacası keyfimiz çok yerinde.

Ev, eş-dost başka yerde. Set dışı vakitleri nasıl değerlendiriliyor?

Yaz ayları olduğu için deniz, boş günlerimizin en büyük eğlencesi. O gün seti olmayan arkadaşlarla toplanıp denize giriyoruz. Bir de biz oyun oynamayı seven bir ekibiz. Sağ olsun arkadaşlarımız bir sürü oyun getiriyor ve akşamları da bol oyun, sohbet, kahkahayla geçiyor. Yazlık belde olduğu için İstanbul'dan ziyaretimize gelenler de çok oluyor.

Oynadığınız karakteri sahiplenince samimiyet oluşuyor

Sezen Aksu'nun şarkılarından hazırlanan O Kadın filminde ve Meryem'de oynadınız. Dizilere nazaran sinema projeniz çok az. Neden?

Sinema filmi benim için çok özel, daha doğrusu sinema çok özel. Ben her filmi de izleyemem... Sevdiğim bir tarz var ve bunu işime de yansıtmak istiyorum. Kendimi huzurlu, üretken bir şekilde dâhil olduğum işlerin içinde daha rahat hissediyorum. Bu sene ‘Geçmiş' adlı bir sinema filmi çektik. Bülent Emin Yarar, Gözde Kansu ve ben oynuyoruz. Kışa doğru vizyona girecek ve festivallere katılacak.

Tarzınız nasıldır? Tercihlerinizde neler belirleyicidir?

Aitlik duygusu... Eğer karakteri sahiplenirseniz işte o zaman yapabileceğinizden çok daha fazlasını yükleyebiliyorsunuz. Eşdeğer zamanda da tabii ki eğlenmem. Canlandırdığınız karakterin artısını, eksisini, nelerden hoşlandığını, zaaflarını vb. kısaca kim olduğunu anladıktan sonra geriye tek şey kalıyor, canlandırırken eğlenmek. İşte o zaman samimiyet izleyiciye de geçiyor. İster bu bir ağlama sahnesi olsun ister kahkaha attığınız bir sahne.

Nefesimi nasıl kullanacağımı ablamdan öğrendim

Şu oyuncuyla çalışmazsam ölürüm, dediğiniz birileri var mı?

Bir Edward Norton olsun, bir Vincent Cassel, Benedict Cumberbatch, Peter Dinklage vs. (gülüyor). Tabii ki imkansız şu an ama çalışmak isteyeceğim ilk aklıma gelen isimler...

Ablanızın müzik insanı olduğunu biliyoruz. Müzikle nasıldır aranız?

Herkes gibi zamanımın büyük bölümünü kapsıyor. Daha çok Indie ve Soul müziği tercih ediyorum. Ama bir ortamda farklı tarzlar çalıyorsa da kesinlikle ayak uydurup keyif alıyorum.

Onun size ne tür katkıları oldu?

Başta diyaframımı ve nefesimi nasıl kullanacağımı öğretti, farklı tarzlara karşı fikir sahibi olmamı sağladı, kulağımın seçiciliğini artırdı.

Ses kullanımınızı nasıl bulur?

Ses kullanımı derken benim şarkı söylememi kastediyorsanız bu sorunun cevabını kendime saklamak istiyorum (gülüyor).

Çaldığınız bir enstrüman var mı?

Bir ara gitara, bir ara piyanoya merak saldım lakin maymun iştahlılığım yüzünden hiçbirini beceremedim. En çok hangi enstrüman sizi etkiliyor derseniz yan flüt favori enstrümanım.

Kimleri dinlersiniz?

İşte bunun cevabı çok uzun olacak. Umarım vaktiniz vardır (gülüyor). Şaka bir yana Pearl Jam, The xx, The Kooks, Jet, Jack White, Led Zeppelin, Deep Purple, Moriarty başlıcaları olsa da Gripin'in de büyük hayranıyım.

Gönüllü idam - Bizim Köy

$
0
0

İdam tüm dünyada tartışmalıyken, ABD'de çok enteresan bir şey oldu. 2009'da bir polis memurunu öldürdüğü için ölüm cezası alan 27 yaşındaki Daniel Lopez, kendi rızasıyla idam edildi.

Lopez'in son sözleri, “Umarım bu infaz aileme ve kurbanın ailesine yardımcı olur. Üzgünüm, sizi seviyorum, hazırım.” oldu. Lopez, geçen hafta idamının öne çekilmesini talep etmiş, bunun üzerine avukatları Lopez'in akıl sağlığının yerinde olmadığı gerekçesiyle temyiz başvurusu yapmıştı.

Asfalt, arabaya ağladı

Kavurucu sıcakları anlatmaya ‘esmiyor' sloganı yetmiyor. Bu havalar hepimizi eritti, bu kez gerçek manasıyla. İtalya'nın Venedik bölgesinde yer alan kıyı kasabasında hava sıcaklığı araçlara zarar verdi. Bölgede birkaç gündür güneşin altında park halinde bulunan bir arabanın bazı kısımlarının eridiğini gösteren fotoğraflar sosyal medyayı salladı. İngiliz bir turist tarafından çekilen görüntülerde arabanın güneşe en çok maruz kalan sağ kısmı yer yer hasara sebep olmuş durumda.

Bu kez cana geldi

İtalya'da mala gelen, Mısır'da cana geldi. Ülke genelinde 30-45 derece arasında seyreden sıcak hava dalgası nedeniyle 76 kişi öldü. Ölenlerin 11'i Hanke Akıl Hastanesi'nde tedavi gören hastalar oldu. Açıklamada, 447 kişinin sıcaklardan etkilenerek hastaneye başvurduğu, daha önce aynı şikâyetlerle gelen 220 kişinin taburcu olduğu ifade edildi. Mısır Sağlık Bakanlığı, vatandaşlara mecbur kalınmadıkça güneşe çıkmamaları ve bol miktarda su tüketmeleri çağrısında bulundu.

‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır'ı bir de rock dinleyin

$
0
0

Rock grubu Kargo, ünlü kadın yorumculardan Dilek Türkan ile özel bir projeye imza attı. İlk Türk tangosu ‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır'ı yeniden yorumladı. Böylece yeni bir müzik türü de ortaya çıkmış oldu.

Kargo ile Dilek Türkan'ın bir araya gelme hikâyesi nedir?

Selim Öztürk: 2014 yazında değişik bir proje yapmak için düşünürken eşim, Dilek'ten bahsetti. Sonra Dilek ile tanıştım. İki tarafın da değişik projeler yapma peşinde olduğunu anlayınca denemelere başladık. Böyle gelişti olay. Bu dönemde ortaya çıkan ‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır' hepimizi çok heyecanlandırdı.

Dilek Türkan: Önce arkadaş olduk, ardından müzikal arkadaşlığımız başladı. Birbirimizin müziğini biraz daha tanıma ve anlama sürecinin ardından kendimizi stüdyoda bulduk.

Birbirinizden farklı müzik dallarıyla ilgileniyorsunuz. Böyle birliktelikler risklidir aslında. Bunu hesaba kattınız mı?

S.Ö.: Evet riskli belki ama bizim kurulduğumuz günlerde en riskli olan şey, rock müzik grubu kurup para kazanmaktı. (Gülüyor)

Burak Karataş: Birlikte müzik yapmaya başlayana kadar böyle düşünceler aklınızdan geçiyor ama stüdyoda bir şeyler çalmaya başlayınca ve bundan keyif alınca sadece yapılan müziğe odaklanıyorsunuz, diğer işlerin manası kalmıyor. Biz yaptığımız bu çalışmalardan ve sonuç olarak ortaya çıkan şarkıdan keyif aldık. Bunu dinleyicilerle paylaşmak heyecan verici.

D.T.: İki meslek dalını birbirine çok benzetirim. Doktorluk ve müzisyenlik. Hayati riskler taşır. Bir müziği ya yaşatırsınız ya da öldürürsünüz. Biz bu birliktelikle riski göze aldık ve bence bu şarkıyı bugün de farklı bir tatla yaşattık.

Neden başka bir şarkı değil de ‘Mazi Kalbimde Bir Yaradır'ı coverladınız?

S.Ö.: Şarkı Dilek'in çok hakim olduğu ve format olarak da en uygun olanıydı. Birkaç tane daha denedik ama istediğimiz verimi alamadık.

B.K.: Tabii ki başka şarkılar da çalıştık. Bu tip çalışmalar çok fireli oluyor. Ritim ve akor yapısı bakımından, şarkının yorumu, havası, enerjisi bakımından çalışırken bakıyorsunuz, olmuyorsa geçmek gerekiyor. Mazi Kalbimde Bir Yaradır, bu açılardan istediğimiz gibi oldu. Ülkemizde yazılmış ilk tango şarkısı olması da ayrı bir keyif.

D.T.: Önce bildiğimiz yerden başladık. Riski azaltmak adına kolay adapte olacağımız bir şarkıydı. Şimdi yeni şeyler yapmak gerekiyor. Bu şarkı da bize bunu yapma heyecanını ve cesaretini verdi.

Seçtiğiniz şarkı çok özeldir ve dinleyicilerin büyük kısmı da bilir. Şarkının ruhunu bozmadan farklı bir tarza büründürürken nelere dikkat ettiniz?

S.Ö.: Yıldızların Altında gibi çok kısa bir sürede, provada demo olarak ortaya çıktı. Son haline prodüktör Murat Akad ile getirdik.

B.K.: Ritim ve akor yapısı bakımından şarkının ruhuna, bizim çalışma enerjimize uygun olmasına özen gösterdik tabii ki. Yaptığımız demoları Murat Akad'a dinlettik, o da çok beğendi ve prodüktörlüğünü üstlendi. Düzenleme üzerine biraz daha çalıştık ve hücum kayıt şeklinde kaydettik.

D.T.: En çok şarkıyı yabancılaştırmamaya dikkat ettik. Evet, bilinen bir tattı, bir de böyle bir tatla dinleyin derken kastettiğimiz, aynı manzaraya farklı pencereden bakmak gibiydi.

Tango-rock diye yeni bir tarzı da ortaya çıkarmış oldunuz... S.Ö.: Tango bir şarkının rock formatta yapılmasından dolayı böyle isimlendirdik. Bu şarkı özelinde bir betimleme.

B.K.: Aklımızda tango-rock yapalım diye bir amaç yoktu ancak yapılan iş hoşumuza gidince bunu dinleyicilere ve sektöre en basit, net ve kısa, dolambaçsız yoldan nasıl anlatabiliriz diye düşündük.

D.T.: Bu çalışma kimse için bir dönüşüm değil. Bu söylediğim çok çok önemli bir şey. Biz ferdi olarak kendi müziklerimizi yapmaya devam edeceğiz. Kargo ayrı, ben ayrı solo albümlerimizi hazırlıyoruz bir yandan. Bu yaptığımız yeni rock müziği ya da yeni Türk müziği değil. Sadece Dilek Türkan ve Kargo dostluğu. Peşinden gitmek isteyen, buradan alıp ilerletmek isteyen gençler olursa bu bizi mutlu eder.

Off-road takılmak hoşumuza gidiyor

Kargo daha önce de Yıldızların Altında'yı yapmış ve çok beğenilmişti. Zaman zaman böyle şarkılar yapmak sanırım size iyi geliyor. Özellikle sanat müziği coverlamak düşüncesi bu müziği sevmenizden mi ileri geliyor?

S.Ö.: Dilek bu konuda çok birikimli ve değerli bir solist. Hal böyle olunca onunla bu alana gitmek daha kolay oldu bizim için. Kargo olarak off-road takılmak hoşumuza gidiyor herhalde (Gülüyor).

B.K.: Ben sanat müziğini seviyorum, çok koyu bir dinleyicisi değilim ancak çok kaliteli, keyifli, gerçekten naif, güzel eserler ortaya konmuş, bize ait bir müziğe kulak tıkamak bana uygun gelmiyor. Arkadaşlarla beraberken, çeşitli ortamlarda dinliyoruz. Buralarda aklımızda kalan bazı şarkıları kendi tarzımızda yeniden yorumlamak, yeni bir hayat öpücüğü vermeyi denemek hoşumuza gidiyor.

Yaptığınız coverların bu kadar sevilmesinin sırrı nedir?

S.Ö.: Sanıyorum pozitif ve minimal bir yaklaşımımız var. Dinamik yapıyoruz bu tip çalışmaları. Onunla ilgisi olabilir.

B.K: Severek, keyif alarak, kaliteyi son imkânımıza kadar düşünerek, şarkının ruhunu bozmadan kendimize özgü şekilde yorumluyoruz. Bu da dinleyiciye geçiyor sanırım.

Dilek Türkan çok güçlü bir ses. Bu ses Kargo'nun müziğine neler katacak?

S.Ö.: Müzik yaparken böyle bir şarkıcının olması her konuda sizi rahatlatıyor. Ayrıca az önce de söylediğim gibi müzik birikimi oldukça yüksek.

B.K.: Ben Dilek ile çalışma şansını yakaladığım için çok seviniyorum çünkü her zaman böyle kaliteli bir ses ve yorumcuyla çalışma imkânınız olmaz. Mazi Kalbimde Bir Yaradır gibi şarkıları yorumlarken bu tarzı bilen bir solist aracılığıyla insanlara ulaştırmak, şarkının ruhu açısından çok önemli katkılar sağlıyor. Kaliteli ses ve kaliteli müzik bir araya gelmiş oluyor.

Farklı bir deneyim oldu

Dilek Hanım, siz bu şarkıyı daha önce de defalarca yorumladınız. Son yorumunuzla ilgili ne düşünüyorsunuz?

D.T.: Bugüne kadarki her deneyim bana çok şey kattı ve en çok bana kattıklarıyla ilgileniyorum. Çok fazla tanımadığım bir müziğe dahil olmak önce heyecan veriyor sonra da kendi müziğimi kıyaslama imkânı... Şarkıyı yorumlamama gelirsek, tıpkı Dilek Türkan gibi, bir rock şarkıcısı gibi değil. Çünkü bu birlikteliğin en büyük esprisi burada. Herkesin kendi oluşu ve bundan çıkan tat.

Dinleyicilerden gelen tepkiler nasıl? Bu birliktelik yeni çalışmalara gebe mi, yoksa tek şarkılık mı olacak?

S.Ö.: Sanırım herkes için farklı bir deneyim oldu. Dinleyiciler için de... Neden olmasın? Biz Dilek ile, Dilek de bizimle çalışmaktan mutlu olduğu sürece devam edebilir.

B.K: Yaklaşık bir hafta bile olmadı ancak gelen tepkiler çok olumlu. Neredeyse bir yıl süren hazırlık döneminin karşılığını almak, dinleyicilerin beğenisini görmek emeğinize değdiğini gösteriyor, size umut ve devam etme gücü veriyor.

D.T.: Şimdiye kadar genel olarak güzel tepkiler aldım. Burada önemli olan benim kendi müziğime devam ettiğimin vurgusu. Beni sevenler tarafından haklı olarak bu endişe hakim. Bu da beni mutlu ediyor açıkçası. Beklentiler beni her zaman onore ediyor ve güç veriyor. Buradan da sesleniyorum. Onları hiçbir zaman yola çıktığım müzikten mahrum bırakmayacağım. Beni ben yapan farklı tatlar deneyimleme adına da değişik projelerde yer almaya devam edeceğim.

Yazlık kıyafet kâbusunuz olmasın

$
0
0

Yaz aylarının gelmesiyle tatil yörelerine gerçekleşen uçuşlarda ciddi artışlar yaşanıyor. Uçaklara göz attığımızda seyahat edenlerin daha çok tatilcilerden oluştuğunu hemen anlıyoruz.

Tatile gidenler rahat bir uçuş için genellikle tatil beldesine uygun kıyafetlerle seyahat etmeyi uygun görüyor. Ancak tatilcilerin, uçakla seyahatlerinde yaz modasına geçmemesi gerektiği ise pek bilinmiyor. Uçak yolculuğuna çıkarken uzun kollu, bacakları kapatan ve ayağımızda pamuk çorap giyebileceğimiz tasarımların tercih edilmesi tavsiye ediliyor. Her ne kadar en güvenli ulaşım havayolu olsa da acil inişi takiben kabin ekibinden şu komutu duyabilirsiniz: “Tehlike, kemer çöz, ayakkabı çıkar, can yeleği giy, tahliye.”

Uçaklar, hem güvenli hem hızlı olduklarından günümüzde en çok tercih edilen ulaşım aracı. Ancak acil durumların her an başımıza gelebileceğini de unutmamak gerekir. Olası acil durumlarda yaralanmanız ya da hayatta kalmanız ise uçak seyahati sırasında üzerinizde bulunan kıyafetlere de bağlı olabilir. Yapılan araştırmalarda uçuşların en riskli zaman diliminin iniş ve kalkış olduğu ifade ediliyor. İstanbul Havacılık Akademisi Kabin Eğitimi Müdürü Semra Dereli Civelekhan, yazlık kıyafetlerin özellikle acil durumlarda yolcuların uçaktan tahliyesi sırasında ciddi yaralanmalara yol açtığını dile getiriyor. Kabin memurlarının, uçağın karaya acil iniş yaptığında otomatik olarak şişen tahliye kaydırakları vasıtasıyla yolcuları emniyetli şekilde tahliye edeceğini anlatıyor. Ancak bu gibi durumlarda üzerinde kollarını, bacaklarını açıkta bırakan kıyafetlerin yanı sıra ayaklarında çorap bulunmayan yolcuların slide adı verilen kaydıraklardan kayarken sürtünmeden dolayı vücutlarında ciddi yanıklar oluşabileceğine dikkat çekiyor.

Topuklu ayakkabılar tehlikeli

Uzman eğitmen Semra Dereli, naylon içeren çorapların da tahliye botundan kayma esnasında yırtıldığını ve ayak topuklarına zarar verdiğini hatırlatarak, kaydıraklardan kaymadan önce ayakkabıların da çıkarılması gerektiğini söylüyor. Dereli'nin verdiği bilgiye göre, kabin memurlarının her uçak tipinde 90 saniyelik tahliye süresi bulunuyor. Bu yüzden işlemin en hızlı ve güvenli şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor. Tahliye botlarının yırtılmasına neden olan topuklu ayakkabılar da ciddi tehlike olarak görülüyor. Havayolu şirketleri, bu durumda yolcuların ayakkabısız tahliye edilmesini tercih ediyor.

Eğitmen Dereli, acil bir durumda uçağın suya inmesi gerektiğinde yolcuların giydiği yazlık kıyafetlerin de tehlike oluşturabileceğini belirtiyor. Çünkü can yeleğini şişirdiğinizde ortaya çıkan karbondioksit gazı, yeleğin buz gibi olmasına neden oluyor. Can yeleğini oda ısısında üzerinize giyip şişirdiğinizde yeleğin soğuk olduğunu hissedersiniz. Deniz ortamında can yeleğinin üzerinizde olduğunu düşünürsek yeleğin altında kalın kıyafetlerin olması o dondurucu hissiyatı uzaklaştırmak adına faydalı olacaktır. Bunun yanı sıra can yeleğiyle suya atlamanız halinde deniz suyu sıcaklığının vücut ısınızdan düşük olacağı ve yardım gelene kadar geçecek süre boyunca soğuk suda kalacağınızdan hipotermi adı verilen vücut ısısının ani düşmesi rahatsızlığını da geçirebilirsiniz. Bu durum ölümle de sonuçlanabilir. Kabin memurları bu yüzden her iniş kalkışta tam üniformalı olur. Yazın sıcağında ceketle koltuğuna bağlanmış kabin memuru görmenizin bir sebebi de budur.

Saçlarınızı topuz yapın

Uçakta acil durumlarda sıkıntıya düşebileceğiniz tek konu ince ve kısa yazlık kıyafetler değil. Örneğin rahatsızlandığınızda kabin ekibi size taşınabilir oksijen tüpünden oksijen vermeden önce makyaj malzemesinin oksijenle kimyasal reaksiyona girerek cildinizde yanma oluşturması ihtimaline karşılık ağız ve burun bölgenizdeki makyajı siler. Kabin memurlarının dış görünüşlerine dikkat ederseniz uzun saçların topuz yapılarak toplandığını ya da kısa boyda kestirdiklerini görürsünüz. Bunun tek sebebi gıda hijyeni değildir. Yangın durumunda saçların tutuşmasını engellemek, iniş kalkış esnasında başlarını doğru pozisyonda tutabilmek gibi rasyonel sebepleri vardır. Hostesler, acil durumlarda parmakları, kolları, kulakları bir yerlere takılmasın ve yırtılmasın diye fazla takı da takmaz. Takı adetleri az, boyutları olabildiğince küçüktür, sivri ve kesici çıkıntıları da olmaz.

Koalisyon şiiri üzerine bir ekzaminasyon

$
0
0

Sansasyon, senkronizasyon, spekülasyon, opsiyon, rehabilitasyon… Adeta mini bir Fransızca sözlük kıvamındaki ‘Koalisyon' şiiri üzerine biz de bir inceleme, pardon ekzaminasyon yaptık!

Siyasetin can sıkıcılıkta zirve yaptığı şu günlerde, sanatçı bir milletvekilimizden sanata büyük bir katkı geldi. Herhalde kimden söz ettiğimizi anlamışsınızdır. Taze girdiği Meclis'te uyanık olduğu sıralarda yaptığı gözlemleri çok içten bir dille şiire döken Uğur Işılak'tan... Koalisyon tartışmalarına bilgece tespitleri ve tok sesiyle yepyeni bir soluk getiren şairimizi ve bu şiirini gelin hep birlikte inceleyelim.

Öncelikle Uğur Işılak'ın klasik şiirimiz olan Divan geleneğine yakınlığından söz edelim. Bilindiği gibi, Divan şiirleri bir mecliste okuna okuna dilden dile dolaşır hale gelirdi. Bu sebeple birçok şiirde bu meclislerin tasviri de yapılırdı. Sakiler, kadehler, rindler ve zahidler… Şairimiz de Koalisyon adlı hicviyesini Büyük Millet Meclisi'nde okumasa da, ‘bu kafayla koalisyon kuramayacak' vekilleri tasviri bakımından gayet başarılıdır. Işılak'ın şiirinin başarısının bir delili de sosyal mecralarda bulduğu yankıdır. Bu durum öylesine ayyuka çıkmıştır ki, kendisine tıpkı geçmişte Fuzuli'ye, Baki'ye yapıldığı gibi nazireler yazılmıştır. Sosyal medyayı çalkalayan bu nazirelerden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

Öte yandan, Koalisyon şiirini yapısal olarak incelediğimizde, yepyeni bir türle karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Zira buram buram Anadolu kokan bir üslup içerisinde bu kadar Fransızca'dan alıntı sözcük kullanımı ancak ‘şiirde reform'la açıklanabilir. Fakat Şair Uğur Işılak, bu yabancı sözcükleri adeta bir halk ozanı, bir âşık ustalığıyla kafiyeye bağlamış, halk için tıpkı ‘Sepet sepet yumurta/Sakın beni unutma' gibi tanıdık bir tınıyı yakalamayı başarmıştır. Şair, her biri beşer mısradan oluşan on bent boyunca sterilizasyon, prezentasyon, senkronizasyon, dezenformasyon, manipülasyon, kalibrasyon gibi söylemesi ve anlamını bilmesi zor kelimeleri art arda mısralarda anlamlı bir bütün içinde buluşturarak şiirde yeni bir çığır açmıştır.

‘Sanat siyaset içindir'

Uğur Işılak'ın ‘Koalisyon' şiirini hangi ekolden kabul edeceğimize gelince, şiirde ilk bakışta ‘Önce vatan, önce millet demeli' anateması verilmeye çalışıldığını görüyoruz. Lakin Koalisyon'un bütününü ele aldığımızda bu şiiri, başlıca temsilciliğini Nihat Doğan'ın üstlendiği ‘Sanat siyaset içindir' ekolüne dahil etmek gerekiyor. Zira Koalisyon'un, Üstad Doğan'ın rep ve halay karışımı ‘açılım açılım demokratik açılım' yahut ‘referanduma evet' adlı başyapıtlarına benzerliğini görmezden gelmek haksızlık olur. Herhalde Nihat Doğan da ülküdaşı gibi Meclis'e girebilseydi, ondan da benzer ahenkte şiirler dinlerdik.

Koalisyon

Her kafadan bir ses geliyor yine

Olur olmaz yükseliyor tansiyon

Herkes önce dönüp baksın kendine

Hareketler ofsayt, sözler sansasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Nasıl isen öyle görünmek gerek

Doğruluk zırhıyla korunmak gerek

Her türlü hileden arınmak gerek

Dostluklar için şart sterilizasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Kimisi ufacık yetki alınca

Acımıyor fırsatını bulunca

Niyetler bağcıyı dövmek olunca

Tabii ki sağlanmaz senkronizasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Sonuçlardan kimse bir ders almazsa

Bir bilenin kapısını çalmazsa

Bu konuda niyet halis olmazsa

Tükenmez elbette spekülasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Kimi çıkıp yeller gibi esiyor

Kimi sallandırıp, kimi asıyor

Kamerayı gören ahkam kesiyor

Yeter artık bunca prezantasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

Gururu, egoyu yenmemiz lazım

Konunun özüne inmemiz lazım

Fıtrat ayarına dönmemiz lazım

Eğer yapılmazsa kalibrasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Herkes asıl niyetini saklıyor

Şartlarına yenisini ekliyor

Haftalardır millet çözüm bekliyor

Biline ki bitmek üzre opsiyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Olunursa birazcık haşır neşir

Flu olan yavaş yavaş netleşir

Bizde herkes racon keser, restleşir

Acil ihtiyaç... rehabilitasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Şarttan geçilmiyor öyle zaman ki

İmanın şartları sanırsın sanki

Müzakere böyle olmaz inan ki

Yeter artık bunca dezenformasyon

Bu kafayla kurulamaz koalisyon

*

Türkiye'dir hepimizin emeli

Birlik olmak meselenin temeli

Önce vatan, önce millet demeli

Bunlardan gayrısı manipülasyon

“Ben” diyerek kurulamaz koalisyon

Dünya yolsuzluğu affetmiyor: Ne darbe dediler ne hukuku katlettiler

$
0
0

Yolsuzluk ve rüşvete bulaşan siyasî;ler sadece Türkiye'ye özgü değil. Dünyanın birçok ülkesinde görevini kötüye kullanan bakanlar, başbakanlar, devlet başkanları, kral çocukları var.

Ancak hırsızlık ve yolsuzlukla mücadele anlayışı bize özel. Sahip oldukları koltuğu ülke menfaatleri yerine kişisel çıkarları için kullananlar, Türkiye'de itibar sahibi olmaya devam ediyor. Bu suçlarla mücadele eden kamu görevlileri, hukuk ayaklar altına alınarak görevden uzaklaştırılıyor, özgürlükleri ellerinden alınıyor. Peki diğer ülkelerde adı suça karışan yöneticiler ne mi yapıyor? Kimi bir sinema bileti ya da yelpaze için istifa ediyor, kimi yargı görevini rahat bir şekilde icra etsin diye görevini bırakıyor. Suça bulaşan kralın oğlu olsa bile yargılanmaktan kurtulamıyor. Hiçbiri de ‘bize darbe yapılıyor' deyip ‘paralel' yalanına sığınarak hesap vermekten kaçmıyor.

Siz Türkiye'ye bakmayın. Yolsuzluklar, rüşvet çarkları ve bir yerleri birilerine peşkeş çekmeler gayet doğal ve olağan şeylermiş gibi görünebilir. Hukuk işlemeyebilir, saydığımız suçları işleyenler ortalıkta pişkin pişkin dolaşabilir hatta zeytinyağı gibi üste de çıkabilir. Nevi şahsına münhasır bir ülkeyiz anlayacağınız. Fakat emin olun bu tür suçların suç sayıldığı yerler hâlâ var. Kimisi bir sinema bileti ya da yelpaze için istifa etti, kimisi yargı görevini rahat bir şekilde icra etsin diye görevini bıraktı. Yahut da kralın oğlu ya da kızı diye kimse dokunulmaz görülmedi, baştan aşağıya adaletin tesisi için el birliği yapıldı. Türkiye'de ne oldu peki? 17 Aralık günü tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonuna şahit oldu insanlar. Herkes iddiaların adil bir yargıda incelenip hakkaniyetli bir adaletle sonuçlanmasını düşlerken tam tersi oldu. Hasılı kelam her şey tersten işliyor bizim memlekette. Dışarıda nasıl peki? İşte o örnekler…

Zarrab yatta Zencani cezaevinde

Eski İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın yolsuzlukla suçlanan birinci yardımcısı Rahimi, 5 yıl 91 gün hapis ve 290 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Rahimi ile İran devletini 2,7 milyar dolar dolandırmakla suçlanan işadamı Babek Zencani'nin arasında ‘yasadışı bağlantılar' olduğu öne sürülüyordu. Türkiye'de adı yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna karışan Reza Zarrab'ın ortağı olduğu iddia edilen Babek Zencani, yaklaşık iki yıldır cezaevinde. Zencani, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad hükümeti döneminde İran petrolünü satıp, karşılığında aldığı paraları devlete geri vermemekle ve 2 milyar 800 milyon dolar yolsuzluk yapmakla suçlanıyor. Türkiye'de ise Reza Zarrab işadamı olarak bakanlardan ödül alırken, yolsuzluğu soruşturanlar cezaevinde yatıyor. İran'ın yolsuzluğa karşı mücadelesi bununla da bitmiyor. Ülkenin eski cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'nin oğlu Mehdi Haşimi Rafsancani de yolsuzluk ve güvenlik suçlarından 10 yıl hapse mahkum edildi. Rafsancani, geçtiğimiz hafta içinde cezaevine girdi.

Başbakana iki yıl hapis cezası

2000-2004 yılları arasında Romanya Başbakanı olarak görev yapan Adrian Nastase, yolsuzlukla yargılandığı davada iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Suçu ise bir devlet kuruluşunun düzenlediği etkinliklerde toplanan 2 milyar doları aşkın parayı, iktidarının son demlerinde cumhurbaşkanlığına seçilmek için yürüttüğü kampanyaya harcamaktı.

Rüşvete ve yolsuzluğa 10 yıl hapis cezası

Yolsuzluktan ötürü ağır cezaya çarptırılan devlet adamlarından biri eski Hırvatistan Başbakanı İvo Sanader. Başbakan olduğu dönemde devlet kurumlarından illegal yollarla para çekme ve rüşvet suçlamasıyla yargılandı. Sonuç ise 10 yıl hapis cezası

Portekiz'in yolsuzluk sebebiyle tutuklanan ilk başbakanı

Portekiz'de 2005-2011 yıllarında başbakan olarak görevde bulunan Jose Socrates para aklama ve mali sahtekârlık gibi yolsuzluk suçlamalarına maruz kaldı ve gözaltına alındı. Serveti 20 milyon avroyu bulan Socrates, Paris'te Eyfel kulesi manzaralı bir ev satın almasıyla bağlantılı olarak yargılanıyor.

Tutuklananların sayısı 500'ü geçti

Brezilya'da yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden geniş kapsamlı yolsuzluk soruşturmasında şu ana kadar tutuklananların sayısı 500'ü geçerken, iki eski devlet başkanının ismi de soruşturmaya dahil edildi. 1990 yılında ülkede devlet başkanlığı yapan ve şu anda senatör olan Fernando Collor hakkında yolsuzluktan dava açılacak. Rüşvet iddiasıyla tutuklanan bir inşaat şirketi yöneticisi de sorgudaki ifadesinde ülkenin efsanevi lideri eski devlet başkanı Lula da Silva'yı adres gösterdi. Lula da Silva'nın şirkete düşük oranlı kamu kredileri verdiği iddia ediliyor.

Suçsuz olmasına rağmen istifa etti, aklandı

Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff, bazı işadamlarının villalarında tatil yapmak, 719 Euro‘luk otel ve yemek parasını işadamı arkadaşına ödetmek ve aldığı evin kredisini yine bir işadamı arkadaşından almakla suçlandı. Bu tür suçlamalar karşısında kendisine olan güvenin zedelendiğini söyleyerek istifa ettiğini açıkladı. Akabinde Alman Savcılar Wulff hakkında 719 Euro'luk yemek faturası nedeniyle dava açtı. Evinde detaylı bir şekilde aramalar yapıldı ve delil olabilecek her şey kopyalandı. Hakkında üç yıl hapis cezası istendi. Fakat Hannover Eyalet Mahkemesi, dava sonucunda Wulff'un beraatına karar verdi. Aklanmasına rağmen Wulff'un istifası tarihe geçti.

Bir sinema bileti ve yelpaze, istifaya bedel

Geçtiğimiz aylarda Japonya Ticaret, Ekonomi ve Sanayi Bakanı Yoko Obuchi, seçim döneminde kendisini destekleyenlere bedava sinema bileti dağıtmak için siyasî; fonları kullandığı şeklindeki iddialar üzerine istifa etti. Adalet Bakanı Midori Matsushima ise seçmenlerine kâğıttan yapılma yelpazeler dağıttığı için görevinden ayrılarak istifa etti.

Başbakanlık uçağıyla maça gitti, halk hesap sordu

Fransa Başbakanı Manuel Valls, iki oğluyla birlikte bu seneki Barcelona ile Juventus arasında oynanan Şampiyonlar Ligi finalini izlemeye Almanya'ya gitti fakat başbakanlık uçağıyla. Bunun ortaya çıkması üzerine Fransa'da büyük yaygaralar koptu. Bir anket yapıldı ve Fransızların yüzde 77'si bu durumu ahlakî; bulmadı. Hal böyle olunca Başbakan Valls daha fazla dayanamadı ve uçağın gidiş dönüş masraflarını cebinden ödedi.

Kralın kızı da olsanız müsamaha yok

2013'te İspanya Kralı Juan Carlos'un en küçük kızı Prenses Cristina hakkındaki vergi kaçakçılığı ve kara para aklama iddiaları oldukça ses getirdi. Kralın kızı iddialarla ilgili sekiz saat ifade verirken, eşine 23 yıl hapis istendi. Suçlamalar ve yargı süreci Kral Carlos üzerinde büyük bir baskı kurdu ve kral dayanamayarak tahtı oğluna devretmek durumunda kaldı. Ayrıca Prenses, kraliyet ailesi tarafından dışlandı ve düşes unvanı da iptal edildi.

Başbakan 40 bin lira yüzünden istifa etti

Danimarka'ya bağlı özerk Grönland Adası Başbakanı Aleqa Hammond, devlet bütçesinden usulsüz bir şekilde para harcadığı iddiaları ve hakkında başlatılan yolsuzluk soruşturması üzerine istifa etti. Hammond'un, kamu bütçesinden 106 bin kronu (40 bin lira) kişisel harcamaları için kullandığı iddia ediliyor.

Adalet herkes içindir

Geçtiğimiz yıl 19 Aralık gecesi İspanya'da iktidardaki Halk Partisi‘nin genel merkezine polis baskın yapmış ve uzun bir süre yolsuzluk iddiasıyla arama yapmıştı. Suçlamalar, Halk Partisi'nin eski mali işler sorumlusu Luis Barcenas'ın, müteahhitlerin partiye milyonlarca Euro'yu bağış yapması ve parti liderlerinin bu paraları zimmetine geçirmesine şeklindeydi. Fakat bu suçlamalardan iki ay sonra Türkiye ziyareti esnasında İspanya Başbakanı Mariano Rajoy'a, “Kısa bir süre önce partinize yönelik yapılan yolsuzluk operasyonunu da değerlendirir misiniz?” sorusu sorulmuş ve kendisi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yanında şu cevabı vermişti: “Adalet herkes içindir. Bu ister herhangi bir siyasi parti olsun, ister herhangi bir kişiyi ilgilendirsin. Bu hukuk devletinin gereğidir.”

5 bin 800 sterlin için bir bakan istifa ediyor

Geçtiğimiz yıl İngiltere Kültür, Medya ve Spor Bakanı Maria Miller, devlet ödeneklerini usulsüz kullandığı yönünde çıkan tartışmalar üzerine istifa etti. Milletvekillerinin harcamalarını soruşturan Parlamento Komisyonu, Miller'in Wimbledon'da bulunan evinin mortgage ödemesiyle ilgili ödenekten aldığı 5 bin 800 sterlini geri ödemesini talep etti. Miller, bu yaşananlar üzere Avam Kamarası'nda yaptığı 32 saniyelik özür konuşmasından yaklaşık bir hafta sonra görevini bıraktı.

Chirac, iki yıl hapse mahkûm oldu

Fransa‘nın eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac hakkında, Paris'te belediye başkanlığı yaptığı dönemle ilgili çalışmadıkları halde maaş alan kişiler hakkında dava açıldı. 2007 yılında ise soruşturma başlatıldı. Chirac, 40 kişiye yakın isme belediye bütçesinden maaş ödemişti. Fakat Chirac'ın avukatları mahkemeye enteresan bir mektup sundu. Chirac'ın ‘herkesin yasalar önünde eşit olduğunu ortaya koyacağı için' ifade vermekten memnuniyet duyacağını belirttiği söyleniyordu. 2011 yılında mahkeme sonuçlandı. Chirac, iki yıl tecilli hapis cezasına mahkûm edildi.

Berlusconi yerleri süpürüyor

İtalya'nın meşhur eski başbakanlarından Silvio Berlusconi'nin 2006'daki seçimlere az bir süre kala vergi kaçakçılığı soruşturmasıyla karşı karşıya kalması da İtalya için önemli dönüm noktalarından. Berlusconi'nin tepkisi ise oldukça bilindik: “Ülkenin seçim atmosferine girdiği sırada yargı mensupları arasındaki solcu kesimlerin böyle uydurma iddiaları gündeme getirdikleri görülmektedir.” Hasılı kelam dava sonuçlandı ve Berlusconi, dört yıllık hapis cezasına mahkum edildi. Dört yıl yatmadı gerçi, hapis cezası zorunlu sosyal hizmet cezasına çevrildi. Medyaya da kendisinin huzurevinde yerleri süpürürken ki fotoğrafları düştü.

Mahkeme karşısında bakan değil, sıradan bir vatandaş

Uruguay'da iflas eden ulusal havayolu şirketi Pluna'da yapıldığı iddia edilen yolsuzluklara adı karışan Ekonomi Bakanı Fernando Lorenzo da istifa eden siyasetçiler arasında. Başsavcılık, Lorenzo'yu, 137 milyon dolarlık satışın hızlandırılması için görevini kötüye kullanmakla suçladı. Lorenzo, istifasının ardından adının rüşvet iddialarına karışmasını içine sindiremeyerek istifa ettiğini ve mahkemenin önüne bakan olarak değil, sıradan bir vatandaş gibi çıkmak için istifa kararını aldığının altını çizmişti.

‘Şeffaf ve objektif bir soruşturma için istifa ediyorum'

2003 yılında Avusturya Başbakanı görevini yürütmüş olan Wolfgang Schüssel, aradan geçen sekiz yıldan sonra geçmiş döneme ait yolsuzluk iddialarıyla hesaplaşmak durumunda kaldı. Schüssel'in başbakanlığı döneminde Telekom idaresinin dönemin Ulaştırma Bakanı Hubert Gorbach'a rüşvet verdiği iddia ediliyordu. Bu iddialar sırasında milletvekili olan Schüssel, daha fazla dayanamadı ve istifa etti. Gerekçesi ise şuydu: “Yargının, medya ve siyasî; baskılar altında kalmadan şeffaf ve objektif bir soruşturma yürütmesi için istifa etmeye karar verdim.”

Sevgilisinin yaptığı yolsuzluk, başbakanı istifaya götürdü

Çek Cumhuriyeti Başbakanı Petr Necas, yardımcısı ve sevgilisi olduğu söylenen Jana Nagyova'nın adının yolsuzluk ve casusluk skandalına karışmasının ardından 2013'te istifa etmişti. Nagyova, eski milletvekillerine parlamentodaki sandalyelerini bırakmaları karşılığında, devlete ait işletmelerde pozisyonlar önererek rüşvet vermeye çalışmakla suçlanmıştı.

Hükümet ve yargı rahat çalışsın diye istifa eden bakan

Fransa Bütçe Bakanı Jwerome Cahuzac, vergi kaçırmak suçundan hakkında soruşturma açılınca yargının görevini rahat bir şekilde icra edebilmesi için görevinden ayrılmıştı.

Yolsuzluk, Şili'de pek çok kelle aldı

Mayıs ayında Şili'de büyük bir yolsuzluk operasyonu gündeme düştü. Soruşturma dosyaları açıldı ve pek çok ismin siyasî; kariyeri son buldu. Seçim kampanyasına yapılan bağışların sahte makbuzla alındığı ve parayla vergi kaçırıldığı belgeli bir şekilde ortaya kondu. Şili Devlet Başkanı Michelle Bachelet; yolsuzlukla suçlanan İçişleri Bakanı Rodrigo Penailillo ile savunma, adalet, işçi, kültür ve sosyal gelişim bakanlarını görevden aldı. Fakat iddialar devlet başkanını da kapsıyor.

Yolsuzluk soruşturmaları yakasını bırakmadı

Bugüne kadar yolsuzlukla suçlanan ve bu suçlamalarla en çok hâkim karşısına çıkan isim İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert. 2009 yılında hakkındaki iddialar kendisini istifa etmeye zorlamıştı. 2014 yılında da rüşvet aldığı gerekçesiyle bir davada daha yargılandı ve altı yıl hapse mahkûm oldu. Bu yıl içinde ismi yine bir yolsuzluk işine karıştı ve sekiz ay ile 25 bin dolar para cezasına çarptırıldı.

Kamera karşısında ağladı, sonra istifa etti

Geçtiğimiz yıl tam da bu zamanlar bir Japon politikacının videosu gündem olmuştu. Devletin imkânlarıyla 106 defa kaplıcaya gitmekle suçlandı Ryutaro Nonomura. Bu suçlama üzerine kamera karşına geçti ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Tepkilere dayanamayarak istifa etti.

Başkanın oğluna hapis

Afrika ülkesi Senegal'in eski Devlet Başkanı Abdoulaye Wade'in, adı yolsuzluklarla anılan oğlu Karim Wade; resmî; belgede sahtecilik, ihaleleri belli bir kesime verme, devlet ihalelerinden komisyon alma, rüşvet alma, haksız mal edinme ve yolsuzluk suçlamalarından altı yıl hapis ve para cezasına çarptırıldı.

Suçlamalar, Güney Kore Başbakanı'na istifayı getirdi

Güney Kore Başbakanı Lee Wan-koo, bir iş adamından rüşvet almakla suçlandı ve baskılara boyun eğerek istifa etti. Rüşvet aldığı şirket olan Keangnam Yatırım Şirketi'nin eski başkanı Sung Wan-jong yaptığı açıklamalarda Başbakan'a 30 bin dolar verdiğini söylemişti.

Seçim hilesinden istifaya

2012 yılındaki seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle yargılanan Romanya Bölgesel Kalkınma Bakanı Liviu Dragnea, geçtiğimiz mayıs ayında bir yıl ertelenmiş hapis cezasına çarptırıldı. Ardından ise hem bakanlıktan hem partisinin genel sekreterliği görevlerinden istifa etti.

Adalet, prens dinlemez

Belçika'da, Deniz Kuvvetleri'nde tespit edilen ve Belçika Kralı II. Albert'in oğlu Prens Laurent'ın da adının karıştığı 2,2 milyon Euro'luk dava uzun süre gündem oldu. Prens, villasının inşasında Deniz Kuvvetleri'nin bütçesinden 180 bin Euro kullanmakla suçlandı ve yargılandı. Sonunda deniz kuvvetleri bütçesinden para aktarıldığını kabul etti fakat miktarı hakkında bilgisinin olmadığını belirtti. Kraliyet Sarayı ise paranın Deniz Kuvvetleri'ne aktarılacağını açıkladı.

İddialar Japon valiyi koltuğundan etti

Tokyo Valisi Naoki Inose, özel bir hastaneden 50 milyon yen (yaklaşık 480 bin dolar) rüşvet aldığı iddiaları üzerine istifa eden bir diğer isim. Inose, televizyon ekranlarından canlı yayınla istifasını sunmuş, neler olup bittiğini açığa kavuşturmak için büyük çaba harcadığını fakat halk arasındaki şüpheyi gideremediğini belirterek Tokyo sakinlerinden özür dilemişti. Vali Inose, tekrar yazarlığa döneceğini de sözlerine ekleyerek Tokyo Valiliği görevinden ayrılmıştı.


Yakamozların en muhteşemi!

$
0
0

Göz alıcı yakamozlar insanı kendisinden alıp götürür. Sudaki bu muhteşem renk gösterisi bizi duygusal olarak etkilese de deniz canlıları için aynı şey geçerli değil.

Bu ürkütücü parlama tek hücreli Noctiluca scintillans isimli organizmaların oluşturduğu biyolüminesans (canlı bir organizmanın ışık üretimi) parlaklığıdır. Bu canlılar sadece rahatsız edildiklerinde titreşerek parlıyorlar. Olağanüstü bir güzelliği sahip bu parlama insanları etkilese de deniz canlıları için ölümcül olabiliyor.

Denizde dalga varsa, bir tekne geçtiğinde ya da suya taş atıldığında bu parlak ışığı görebiliyorsunuz. Onların ışığı Hong Kong kıyılarını vuran dalgalarda görülüyor.

Bu parlayan bu eşsiz manzaranın Lusiferaz ve substrat lüsiferin enzimlerini içeren ışık üreten bir kimyasal reaksiyonu olduğunu söyleyen İskoç Deniz Bilimi Derneği'nde görevli Prof. Dr. Keith Davidson, "Böyle bir biyolüminesansın faydası çok bilinmiyor, fakat bu canlıların avlarına karşı bir saldırı ya da yırtıcılara karşı bir yıldırma olabilir." diye konuştu.

Nitrojen ve fosfor içeren suni gübre, yakınlarındaki çiftliklerden denizlere bırakılır ve Noctiluca Scintillans parlamasına yol açar. Bu durum kendi başına zehirli olmazken, deniz suyuna amonyak salgılanır. Amonyak ise balıkları sinirlendirir ve onların solungaçlarının parlamasına neden olur. Bu nedenle balıklar parlayan kabartıların oluştuğu bu yerlerden kaçar.

Ancak bu tek hücreli Noctiluca Scintillans isimli organizmalar, bitkiler ve hayvanlar için ölümcül olabilir. Bilimadamları, bu türlerin orada yaşayan algleri öldürdüğünde ya da balık nüfusunu tehlikeye attıklarında bir ölü bölge oluşabileceğini düşünüyorlar.

BİZİM KÖY

$
0
0

Çarpışan uçaklar…

Uçakların kuş sürüsüne çarpmalarına alışkınız. Ancak Slovakya'da enteresan bir facia yaşandı. Düzenlenecek bir festival için prova yapan paraşütçüleri taşıyan iki uçak, ülkenin batısındaki Cerveny Kamen köyünde havada çarpıştı. Uçakların toplamda 40 kişiyi taşıdığı söyleniyor. Çarpışmanın ardından 31 paraşütçü kurtuldu. Ancak 4 pilot ile 3 paraşütçü yaşamını yitirdi. Çarpışmanın nedeni henüz belirlenemezken ormanlık alana düşen uçakların paramparça olduğu görüldü.

O altınlar kime kalacak?

Nazi Almanya'sının İkinci Dünya Savaşı'nda, Sovyet ordusundan kaçırmak istediği altın ve değerli mücevherleri yüklediği kayıp trenin bulunduğuna dair iddialar var. İki Polonyalı, Hitler'in treni kaçırmak için inşa ettirdiği gizli tünellere girdikten sonra kaybolan treni 70 yıl sonra Polonya'nın Çek Cumhuriyeti sınırındaki Walbrzych kenti yakınlarında, dağlık bir bölgede bulduklarını iddia ederek bir hukuk bürosuna hazineden pay almak için başvuru yaptı. İddia doğrulanırsa iki kafadar, 150 metre uzunluğundaki trenin içindeki hazinenin Polonya yasalarına göre yüzde 10'una sahip olacak.

Bu havuza kim girer?

Havuz keyfi, yazın vazgeçilmezi. Ancak siz, siz olun birazdan anlatacağımız havuzdan uzak durun. Londra'da inşa edilen lüks bir rezidansın kapsamındaki iki yüksek binayı, cam bir havuz birleştirecek. Açıklanan projeye göre, 10 katlı iki binayı en üst kattan birleştirmesi planlanan havuzda yüzücüler, saydam taban sayesinde 35 metre yükseklikten etrafı izleyebilecek. Sky Pool denilen 25 metre uzunluğundaki sıra dışı havuz dünyada bir ilk olacak. Üstün korumalı 20 santimetre kalınlığındaki camdan yapılan havuzun maliyeti ise 602 bin sterlin.

İlaçsız, ameliyatsız, doğal bir tedavi…

$
0
0

Başlıkta geçen ifade kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Akupunktur ve hacamatı birleştiren Doktor Turanşah Tümer, Tıbbi Hacamat kitabında bu yöntemi anlatıyor.

İlaçlar ve tedavi imkanları çoğaldı, teknoloji gelişti ama tüm bunlara rağmen hastalıklar artmaya devam ediyor. Bu da türlü arayışlara itiyor insanları. Kadim yöntemlere dönüş de bu arayışın ürünü. Efendimiz'in (sas) tavsiyesi olan hacamat da bu kadim yöntemlerden. Nine-dedelerimizin belli aralıklarla yaptırdığı bir nevi vücuttan kirli kanı atma operasyonu olan hacamatı biz torunlar unutuverdik. Son yıllardaysa ne olduysa oldu ve hacamat oldukça popüler hale geldi. Öyle ki hastanelerin bünyesinde hacamat klinikleri dahi açılmaya başlandı. Böylelikle sağlıksız, merdivenaltı uygulamaların bir nebze de olsa önüne geçilmesi mümkün hale geldi. Tüm bunlardan, yani hacamat eski prestijini kazanmadan önce onu keşfedenler de yok değil. Doktor Turanşah Tümer de onlardan biri. Hatta o, işi bir tık öteye taşıyıp, hacamat ve akupunkturu birleştiren kendine has bir yöntem dahi geliştirmiş. Tümer, tüm bunları ve hacamata dair merak edilenleri Hayykitap'tan çıkan Tıbbi Hacamat adlı kitabında anlatıyor.

Aile hekimliğinden ‘kupa terapisi'ne

Aslında en iyi ve öncelikli tedavi yöntemi hastalıklara yakalanmadan ‘korunmayı' başarmak. Tıbbi hacamat da koruyucu bir tedavi yöntemi. İlaç yok, ameliyat yok, radyasyon yok, risk yok. Vücudun belirli bölgelerindeki kılcal damarlardan kirli kan ve zararlı birikintilerin dışarı atılması prensibine dayanıyor. Asırlardır uygulanıyor. Peygamber Efendimiz'in birçok defa hacamat yaptırdığı ve ümmetine de ısrarla tavsiye ettiği biliniyor. Bu kadim şifa yöntemi tıp doktorunun deneyimiyle birleşti! Doktor Turanşah Tümer, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun bir doktor. Yıllarca aile hekimliği yapmış. Daha sonra akupunktur, kupa terapisi ve hacamat konusuna yoğunlaşıp bu alanda eğitimler alarak uzmanlaşmış. Türkiye'de tıp doktoru olarak ‘tıbbi hacamat' yapan ilk hekimlerden. Hayykitap'tan çıkan Tıbbi Hacamat adlı kitabının bir hekim tarafından bu alanda yazılan ilk kapsamlı Türkçe eser olduğunu söylüyor. Tümer, tıbbi hacamatın son derece güvenilir bir yöntem olduğunun altını çiziyor. Hem güvenilir, hem de etkili. Çünkü sağlıksız kan dolaşımı, birçok hastalığın oluşmasına yol açan önemli bir risk. İşte tıbbi hacamat burada devreye girerek damar tıkanıklıklarını açıyor. Hacamat sayesinde toksinler ve metabolik atıklar ortadan kalktığı için, çeşitli hastalıkları tedavi edebilmek de mümkün oluyor.

‘İkisi birlikte etkili bir

anti-aging yöntemi'

Doktor Turanşah Tümer'i diğerlerinden ayıran bir özelliği var. Zira o eğitimini aldığı iki dal olan akupunktur ve hacamatı birleştirmiş. Sebebini ise “Vücut üzerinde hacamat yapılabilen sahaların akupunktur için de yerleri olduğu kabul edilmiştir.” sözleriyle açıklıyor. Bu maksatla iki kulak hizasındaki başın arkası, omzun altındaki ve iki kürek kemiği arasındaki saha, kuyruk sokumu üzeri ve ayak bileklerinin iç tarafı gibi yerlerde tıbbi hacamat tatbik ediliyor. Tıbbi hacamat ve akupunktur beraber uygulandığında çok daha hızlı ve etkili sonuç alınıyor. Derin dokulardaki temizlik ve uyarı sonucu blokajlar açılıyor, incelmiş, temiz ve taze kan derin dokulara nüfuz ederek akupunktur tedavisinin de etkisiyle kişinin organ ve sistemlerinin en iyi şekilde çalışması sağlanıyor. Bağışıklık sistemi bu sayede güçleniyor ve hastalıkların oluşma ihtimali en aza iniyor.

Bitki mi, yoksa hayvan mı?

$
0
0

Suda sürüklenen bir yaprağa benzeyen bu deniz canlısı, sadece bir yaprağa benzemekle kalmıyor beslenmek için tıpkı bitkiler gibi güneş ışığına ihtiyaç duyuyor.

Fotosentez süreciyle yiyecek yapmak için güneş ışığı kullanan, vücutlarında klorofil bulunan birkaç deniz sümüklü böceği türü var. Bu canlılar normal hayvanlar gibi yiyecekleri sindirmek yerine alglerden gelen kloroplastları tutuyorlar ve daha sonra onları kendi hücrelerinin içine alıyor. Bunu da güneşte uzanarak yapıyorlar.

Bunun en iyi örneklerinden biri elysia chlorotica olarak isimlendirilen yeşil deniz sümüklü böceğinin bir türü. Amerika'nın doğu kıyılarında ve Kanada' nın kuzeyinde yaygın olarak tuzlu bataklıklarda, havuzlarda ve sığ derelerde bulunuyorlar. Boyları 6 santimetreye kadar uzuyor, ancak daha çok 2-3 santim boyunda oluyorlar. Genç sümüklü böcek kızılımsı ya da grimsi oluyor.

Beslenmeye ve hücrelerinde klorolast tutmaya başladıklarında renkleri parlak yeşile dönüşüyor. Sümüklü böceğin koruyucu kabuğu bulunmadığı için, yeşil renk hayvanın düşmanlarına karşı kamufle olmasına yardım ediyor. Yeşil sümüklü böcek fotosentez sayesinde, beslenmeden 1 yıla kadar yaşayabiliyor.

Araştırmacılar, elysia chlorotica olarak isimlendirilen yeşil deniz sümüklü böceğin alglerden sadece kloroplastları çalmadığını, aynı zamanda genlerini de kendi DNA'larına dahil ettiklerini tespit ettiler. Bu yatay gen transferinin tek ve müthiş bir örneğidir.

Dünya ellerinin altında!

$
0
0

Hediye etmek için kaliteli bir yerküre arama uğraşından eli boş dönen girişimci, eskiden gezginlerin temel ihtiyacı olan bu haritaları tamamen el ile üretmeye başladı.

Modern çağda GPS'in gelişi ve seri imalata rağmen yerküre yapma sanatı ilerleme sağlayamadı. Dünyada sadece 2 atölye el yapımı yerküre yapıyor. Bunlardan biri Londra'da bulunan Bellerby stüdyosu. Peter Bellerby tarafından 2008 yılında kurulan küçük dükkan, babasının 80. yaş günü için ona kaliteli bir yerküre almak istemesiyle doğdu. Ucuz bir küre ile kırılgan, pahalı bir antik model tercihi arasında kalan Bellerby, kendi küresini yapmak için kendi başına çalışıp biraz para harcamaya karar verdi. Süreç oldukça karmaşıktı, maliyetliydi ve düşündüğünden daha çok zaman alıyordu. Bu girimin ardından kendi yerküre imalat stüdyosunu açtı.

Şimdilerde Bellerby ve onun küçük ekibi kaliteli, el yapımı, sanat eseri yerküreler yapıyorlar. Dik durma ayağından boyasına, harita çizimine kadar her parçası geleneksel ve modern teknikler kullanılarak ustalıkla yapılıyor. Yerküre yapımı öğrenmesi zor bir sanat. Harita şeritlerinin küreye uygulanması işini öğrenebilmek yaklaşık 1 yıl sürüyor.

Şirket 23 santimetrelik masa versiyonundan 127 santimetrelik dev boyutlara varan çeşitleriyle yaptıkları kürelerle uluslararası bir takdir kazandı. Küreler televizyon yapımlarında, Hollywood filmlerinde ve sanatçılar tarafından kullanılıyor.

Yerküre ve gökkürenin M.Ö 2. yüzyılın ortalarından beri yapıldığı biliniyor. Fakat bilinen ve günümüze kadar gelen yerküre Alman haritacı, seyir subayı ve tüccar olan Martin Behaim tarafından 1492 yılında yapıldı. Yerküre yapımı Rönesans döneminde mekanik baskı gibi teknoloji gelişmelerle hızla ilerledi. 15. yüzyılın sonuna kadar küre yapımı Avrupa'da tanınmış bir sanat haline geldi.

Viewing all 3284 articles
Browse latest View live