Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: Ergenekon'da bugün de olsa müdahil olurdum
Barça’da golcü olmanın dayanılmaz ezikliği!
Bu tatlının mevsimi yok [DÜNYALIK TATLAR]
Yolcular ‘koklanarak’ aranacak!
Küresel köyün uluslararası çobanları
Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor [Çok özel röportajlar - ZamanTV]
Bu yol yüksekten korkmayanlara
Vidaların da duyguları var!
Hiç de o kadar vahşi değillermiş!
Punkka, sıradışı fotoğraflarını nasıl çektiğiyle ilgili ise şunları söylüyor...
]]
Süper kahramanları hiç böyle görmediniz
Projenin arkasındaki fotoğrafçı Edy Hardjo, süper kahramanlarımıza eğlenceli ve bazen de ilginç şekillere yerleştirmek için detaylı, yüksek kaliteli hareket figürleri kullanıyor.
Figürleri mükemmel pozlara yerleştirdikten sonra resimleri desteklemek ve daha anlaşılır hale getirmek için Photoshop kullanıyor. Hobi olarak fotoğraf toplayan birisi için bu fotoğrafçı fevkalade bir iş yapıyor.
Fotoğrafçı, fikirlerinin kaynağı olarak günlük yaşantısını kullandığını belirterek, yaptığım hepsi sıradan olanı sıradışı olanla değiştirmek dedi.
]]Bu kampanya centilmen erkeklere sesleniyor
Federasyonun amacı, olumsuz örnekleri paylaşmak yerine olumlu örneklerin sayısını artırarak işe başlamak. Bunu yaparken niyetlerinin sorunları görmezden gelmek değil, çözüm odaklı yaklaşımı benimsetmek olduğunu söylüyorlar. Bir iyilik ve sevgi hareketi başlatmak istediklerini söyleyen Federasyon Başkanı Banu Yalvaç Pehlivan, “Ülkemizde kadınlarımızın şiddetten istismara, eğitimsizliğe kadar birçok sorunla iç içe yaşadıkları hepimizin bildiği bir gerçek. Bu sorunların çözümünde bir adım da bizler atmak istedik ve ‘Bizce Kadın' hareketini başlattık.” diyor. Banu Hanım, başlattıkları kampanyanın bir kelebek etkisi meydana getirmesini ümit ettiklerini belirtiyor ve ekliyor: “Kadına hak ettiği saygıyı gösteren erkeklerin sayısının artmasında bir vesile de biz oluruz belki. ‘Bizce Kadın' hareketini sadece 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne yönelik bir çalışma olarak düşünmedik. Yıl boyunca hem kadınlarımızın sosyal hayattaki konumunu güçlendirme hem de toplumumuzda kadın sorunlarına yönelik farkındalık artırmaya yönelik eğitim ve kampanya çalışmalarımız devam edecek.”
Kampanya kapsamında bir de yarışma düzenlemişler. Yarışmada en centilmen ve en sağduyulu beyleri seçecekler. Erkeklerden, hayatlarına renk ve değer katan kadının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü anlamlı bir mesajla kutlamasını istiyorlar. Bu kutlamanın da fotoğraf veya videosunu #BizceKadın etiketiyle sosyal medya hesaplarında veya derneğin internet sitesinde paylaşmalarını talep ediyorlar. Zira yarışmada dereceye girenlere birbirinden güzel hediyeler var. Bizden söylemesi…
]]Kadının çalışma hayatına girmesinde İran bizi geçti
Kadınların iş hayatındaki konumu, yaşadıkları ve olumsuz şartlarına karşı gösterdiğiniz bu hassas duruş geçmişte bir şeylere dayanıyor mu?
Cinsiyet eşitsizliğiyle ilk Galatasaray Lisesi'ne gittiğimde karşılaştım. O dönemde lise erkek ağırlıklıydı. Biz geldiğimizde insanlar, ‘Bunlar da nereden çıktı?' der gibi bakıyorlardı. Yaklaşık 500 erkeğin içinde olurken toplam 13-14 kız öğrenciydik. Bu şartlar da benim bu konuda bilenmeme neden oldu diyebiliriz.
Ailemde hiçbir şekilde cinsiyet ayrımcılığı ile karşılaşmadım. Hatta babam hafta sonları beni yanında götürür birlikte alacaklarımızı tahsis ederdik. Aynı şekilde iyi okullarda okumam için de gayret ederlerdi. Tabii bunun bir diğer sebebi de hayırlı bir kısmet için bu kadar nitelikli yetiştiriliyordum.
Hayırlı bir kısmet için mi?
Tabii ki. 12 yaşımdan itibaren bunun altyapısı da hazırlanıyordu. Okusun, eğitiminden geri kalmasın. Ama öyle illa da yönetici olsun, kendi başına bir şeyler başarsın diye çok düşündüklerini de sanmıyorum. Bu da böyle bir gerçek. Ama bunlar benim daha da güçlenmemi sağladı. Gerçi istedikleri gibi de oldu, mezun olunca evlendim ve çocuğum oldu.
İlk firmanızı 24 yaşında kurduğunuzu söylüyorsunuz, bu nasıl oldu?
Amerika'dan geldikten 5 gün sonra babamı kaybettik. Bir süre annemle babamın mesleğini devam ettirmeye çalıştık. Ben bir yandan da simultane çeviri yapmaya başladım. Hatta bu anlamda o dönem ilklerden olduğumu da belirteyim. Maddi kaygılar biraz buna sürükledi diyebiliriz ama iyi bir para kazandım o dönemde. Yüksek lisansımı da ekonomi ve uluslararası dış ilişkilerde yaptım. Kendimi iyi bir yönetici olarak hazırlamaya çalıştım. İşim de yüksek lisanstaki bir projemin fiiliyata dönüşmüş hali oldu.
Peki gelelim kadınların çalışma hayatına. Bu konudaki düşünceleriniz neler?
Gelişen bir ülkeyiz. Fakat gelişme hızımız dünyadakilerden geri kaldığı için de mutsuzuz. Biz istiyoruz ki dünyanın en gelişmiş seviyesini bugün var edelim. Ama istatistikler sana dünyada sondan 6.-7.sin diyor. Kadının çalışma hayatında olmaması, Parlamento'da yer almaması, toplum içinde yer bulmaması, kadın cinayetlerinin artması dünyanın en gelişmiş seviyesine çıkmayı desteklemiyor. Gelişmiş ülkelerin çalışma hayatlarına bakın. Kadın ve erkek eşit, çocukların eğitimi de devlet tarafından nitelikli şekilde karşılanıyor. Böyle bir durumda 2-3 tane de çocuk doğururum. Gözüm arkada kalmaz, korkmam. Hayal edilen ve istenilen ortam bu. Bu sağlanmadığı müddetçe ben kalkınacağımıza inanmıyorum. Ülke bir yere kadar gelip tıkanır. Bugün bir çocuğun nitelikli olarak eğitilip okutulabilmesi, hayata kazandırılması ile ilgili ciddi bir ekonomik kazancın olması lazım. Eğer bu ekonomik geliri 3'e katlayabiliyorsa, istediği kadar çocuk yapsın. Ama neden artık insanlar 1-2 ile sınırlı kalıyor. Ona o imkânları sağlayacak kendisinin ekonomik yapısı yok ki çocuğa bakabilsin.
Bu imkânlar için nasıl bir politika gerekli?
Bu ülkede yüzde yüz enflasyon vardı. 2002'de AK Parti geldi ve dedi ki ‘Ben bunun başını ezerim. Bu ekonomiyi düzeltirim' ve 10 yılda bitirdi. Demek ki bu işler bu düzeyde kararlılıkla, istekle, adanmışlıkla yapılırsa 10 yıllık bir mesele. Yüz yıllık değil. Yeter ki bu kararlılık olsun. Yüzde yüz enflasyon ile nasıl ülke kalkınmazsa, bu kadın erkek eşitsizliğiyle de ülke kalkınmaz. Büyükşehir, kasaba ve köylerde siz kendinizi adayacaksınız. “Ben okuma yazma bilmeyen kadın bırakmayacağım. Meslek eğitimi verdirmek için elimden geleni yapacağım. Çocuklar için kreşler açacağım. Ve ben 10 yıl içinde bu kadınları çalışma hayatının içine sokacağım.” demeli.
işveren kadına ‘kaç çocuk yapacaksın?’ diye sormamalı!
Kadın hayatın içinde olmalı. Eğitilmeli, meslek sahibi edilmeli. Burada fırsat eşitliği sağlanmalı. Hatta pozitif ayrımcılık yapılmalı, kadınsa daha çok desteklenmeli. Oysaki pozitif ayrımcılığa karşı çıkılıyor. Hayır. Şartlar eşit değil. Siz 1., 5. ve 6. derece bölgesel teşvikler koyuyorsunuz. Bu geri durumu ortadan kaldırmak için teşvik politikası uygulanıyor. Diyorum ki o zaman onun adını kaldırıyoruz kalkınmada öncelikli bölgelerde pozitif ayrımcılık politikası koyalım. Japonya Başbakanı Abe, “Ben 10 yıl içinde bu toplumda kadınların hepsini farklı bir yere getirmeye adandım. Çünkü başka türlü 10. ekonomi olamam.” diyor. Türkiye'de de eğitim için ekstra teşviklerin verilmesi lazım. Ailelerin kız çocuklarını okutmaları için desteklenmeleri lazım. İş alanlarında fırsat eşitliği lazım. İşe alırken ‘Kaç çocuk doğuracaksın? Ne zaman evleneceksin?' işveren bunu sormayacak bile. Çünkü kreşi açık, endişe etmeyecek. Bugün için hayal gibi geliyor ama Cumhuriyet'i kurmak da hayaldi. Bazı hayaller olmadığı zaman gerçekleşmiyor. Bana artık hayal gibi de gelmiyor. Daha fazla kadın çalışma hayatına kendisi isteyerek girecek. Tersi mümkün değil. İran bizi geçmiş. Çalışma hayatında kadınlar daha fazla.
Kadına şiddetteki artışın sebebi sizce ne?
Kadın cinayetleri 7 yılda bin 400 arttı. Özgecan olayından sonra Mersin'de de bir olay oldu. Peki Meclis'in son bir hafta içinde yaşanılanlara bakar mısınız? Ben sizle mutabık olmayabilirim. Siz de benimle mutabık olmayabilirsiniz, zaten olmak da zorunda değilsiniz. Ancak mutabık olmadığımız alanları kazıyarak birbirimize düşman mı olacağız, yoksa mutabık olduğumuz alanları el ele tutuşup zamanla birbirimizi anlar hale mi geleceğiz? Uzlaşma dili budur. Ve bu dil hakim olmadığı için ülkede her alanda şiddet görüyorsunuz. Bir insan, bir topluluk ne zaman kızgın hale gelir? Duyulmadığı zaman. Bunun adı da ifade özgürlüğü. Devlet, hükümet bu ortamı sağlayacak. Gençlerin yüzde 25'i işsizlikte. Bu gençler geleceklerini umutlu görmüyor. En azından bunu ifade etme hakları yok mu? Herkesin el ele birlikte yaşayabileceği ortamın olması lazım. Ben bunu göremiyor ve şiddetin sebebini de bu olarak analiz ediyorum.
Bizde çocuklu kadınlar çalışma saatlerini kendisi ayarlıyor
Biraz da SUTEKS’in hikâyesini anlatır mısınız?
Üniversitedeki hocam, “Çocuklar, bu ülkenin uzun yıllar dövize ihtiyacı olacak. Dolayısıyla döviz getirici sektörlerde iş yapın.” demişti. Ben de kafaya koymuştum. Ya ihracat ya turizmle uğraşacaktım. Tabii temelinde önce memlekete hayırlı bir iş yapma düşüncesi var. Ben de mücadele ederek bir yere geldim.
Peki SUTEKS kadın çalışanlarına nasıl bir imkân sağlıyor?
O zamanlardan şunu diyordum: ‘Ben işveren olduğum zaman kadın çalışanlarıma sıkıntı yaşatmayacağım.’ çünkü biliyorum. Çocuğu olan kadının aklı evde olacak. Bunu hissediyorsunuz. Hamilelik dönemi iyi veya kötü geçebilir. O kadar çalışmış, üniversite bitirmiş. Hatta nerede çalışırsa çalışsın emek vermiş. Onun bu dönemlerinde destek olmalı. Şu an gündemde 2 yasal düzenleme var. Biz aşağı yukarı 14 senedir Suteks olarak bunları uyguluyoruz. Birleşmiş Milletler’den ödül almamızın sebebi de bu. Bizde çalışanlar, çalışma saatini kendisi belirliyor. Bu kapsamda belediyelerin kreş açma zorunluluğu olması lazım. Nasıl ki Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimliği var. Sayısı ve bölgesi nüfus yoğunluğuna göre. O büyüklükte tüm belediyelerin kreş açması gerekmektedir.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü için mesajınız nedir?
8 Mart’ı erkeklerin kutlaması lazım. Kadınların kadınlar arası kutladığı bir şey değil. Gazetelerde, köşe yazılarında hep şunu görüyoruz: ‘Kadın hareketine güveniyoruz. Destekliyoruz.’ Ben de onlara diyorum ki: ‘Ben de size güvenmek istiyorum. Yanımızda olun. Kadına karşı bütün haksızlıkların karşısında durun. Hadi erkekler!’
]]İş dünyasında markayı da kadın yapar
Sabancı Holding (Güler Sabancı), Akbank (Suzan Sabancı Dinçer), Intel (Ayşegül İldeniz) marka kadınlar tarafından yönetiliyor. TÜSİAD gibi önemli bir kuruluşa yine başarılı bir kadın başkanlık yapıyor (Allianz Sigorta ile Allianz Hayat ve Emeklilik Yönetim Kurulu Başkanı ve Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Cansen Başaran-Symes). Marketing Türkiye Dergisi’nin yaptırdığı “Kadın Yöneticiler Algı Araştırması” Türkiye’de en çok tanınan, en itibarlı ve yurtdışında Türkiye’yi en iyi temsil eden kadın yöneticileri ortaya koydu. Araştırmaya göre Sakıp Sabancı’nın vefatının ardından grubun liderliğini üstlenen Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, ‘En itibarlı kadın yönetici’ olarak kabul ediliyor. En itibarlı 10 kadından 5’inin ortak özelliği ise Boğaziçi Üniversitesi mezunu olmaları. ‘Kadın Yöneticiler Algı Araştırması’nın bilinirlik sıralamasına baktığımızda Doğan TV Yönetim Kurulu Üyesi Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın en tanınan kadın yönetici olduğunu görüyoruz. TÜSİAD tarihindeki ilk kadın başkan olma özelliğiyle de kadınlar için rol model olan Yalçındağ, 35 yaş ve üzeri katılımcılar arasında daha fazla tanınıyor (yüzde 45). Tat Gıda Genel Müdürü Arzu Aslan Kesimer ise en çok 24 yaş ve altı genç katılımcılar tarafından tanınıyor. Boyner Holding Yönetim Kurulu Üyesi Nazlı Ümit Boyner ve İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı’nın bilinirliği, katılımcıların yaşı arttıkça yükseliyor. 2004’ten bu yana İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı sürdüren Oya Eczacıbaşı, Museum of Modern Art (MoMA) Uluslararası Konseyi’nde de yer alıyor. Eczacıbaşı, en itibarlı kadın yöneticiler ve en çok tanınan kadın yöneticiler arasında dördüncü sırada bulunuyor. Fransa Cumhuriyeti tarafından Chevalier dans I’Ordre National de la Legion d’Honneur madalyası verilen Eczacıbaşı, ülkemizi yurtdışında temsil eden kadınlar arasında da dördüncü sırada bulunuyor. TÜSİAD’ın tarihindeki ikinci kadın başkanı olan Ümit Boyner, Kadın Girişimciler Derneği’nin de (KAGİDER) kurucusu. Boyner, en fazla tanınan beşinci kadın yönetici. Türkiye’nin en itibarlı yedinci kadını Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, Global ilişkiler Forumu Yönetim Kurulu üyesi ve İstanbul Lüksemburg fahri konsolosu olan Dinçer, Chatham House Mütevelli Heyeti’nde bulunuyor. Dinçer ayrıca 2010-2014 yılları arasında iki dönem boyunca DEİK/ Türk–İngiliz İş Konseyi başkanlığı görevini üstlendi. Dinçer Türkiye’yi yurtdışında temsil eden başarılı kadın yöneticiler sıralamasında 11. sırada bulunuyor.
]]Ekonomide ev hanımının görünmez eli var
‘ÜCRETSİZ MAHALLE YUVALARI AÇILMADAN, ÇALIŞAN KADININ SORUNU AŞILMAZ'
“Türk kadını her zaman üretiyordu.” diyen Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı Başkanı Didem Demircan ise kadınların hayatın her noktasında çalıştığını anlatıyor. Tarlada sebzesini, meyvesini, evde tarhanasını, turşusunu, kıyafetinden yemesine, içmesine, eğitimine kadar çocuğunu yetiştirebilen kadının, ciddi bir emeği olduğunu kaydediyor. Demircan, “Kadınlar çok güçlü bireyler. Yoksullukla mücadele ediyorlar, ev idare ediyorlar, çocuk yetiştiriyorlar, evde ya da dışarıda çalışıyorlar.” diyor. Sivil toplum kuruluşları olarak kadına gücünü hissettirmek istediklerini söyleyen Demircan, “Mesela bizim eğitim programlarımız kadınların tecrübeleri üzerine kuruludur. Onlarda var olan bu gücü, kapasiteyi ortaya çıkarmakla yükümlüyüz.” ifadelerini kullanıyor. Vakfın ‘Türkiye Geneli Kadın Girişimciliği Araştırmaları'nı paylaşan Demircan, kadınları girişimciliğe yönlendiren sebeplerden birincisinin kendi işini yapan başka kadınlar olduğunu belirtiyor. Çalışan kadın oranının yüzde 30 civarında olduğuna, işsiz kadın sayısının ise yüzde 10 olduğuna değinen Demircan, şunlara dikkat çekiyor: “Geriye kalan yüzde 60 ya iş aramıyor ya da iş aramayla ilgili ümidini yitirmiş. Neden? Çünkü bu kadınların birçoğunun eğitim durumu yeterli değil. Toplum tarafından aile içi sorumlulukları tanımlanmış ve o yüzden evindeki çocuğuna bakmak zorunda, yaşlıya, engelliye bakmak zorunda. Dar gelirliye yönelik kurulmuş çocuk yuvaları yok. Dolayısıyla kadın bu çocuğunu nereye bırakıp iş arasın? Ya da ekonomik olarak aktif olsun. Dolayısıyla devlet birtakım olanakları sağlamadan yüzde 60 kadını ekonominin içine çekmesi mümkün değil. Her şeyden önce kreş olayını çözmek lazım. Ücretsiz mahalle yuvaları açılmadan bu sorun aşılmaz. Devlet kendisi açabilir bu kreşleri ya da sosyal oluşumlar tarafından desteklenebilir ama her mahallede muhakkak bir kreş olmalı. Çocuk yaşadığı ortamdan uzaklaşmamalı.”
]]Çalışan kadınlar için ‘Hayatı Kolaylaştırma Rehberi’
Gerçekten ‘çalışan kadın’ olmak istiyor musunuz?
Daha yolun başında bilmelisiniz; hayatınız öyle çok da kolay olmayacak. Çocuk, eş, ev ve iş hayatını dengeli şekilde götürmek için hem bedenen hem de ruhen fedakarlıkta bulunmalısınız. Bu yoğunluğu göğüsleyebilecek kadar ruhen güçlüyseniz halinizden şikayet etmeyecek, hatta sevdiklerinizin ihtiyaçlarını karşıladıkça mutluluk duyacaksınızdır. Bu ruh hali de size “yaşam enerjisi” olarak geri dönecek. Aksi halde yükünüzün ağırlığını hissettikçe daha çok yorulacak, sinirlenecek ve “geçimsiz” birine dönüşeceksiniz.
Uykudan fedakarlık…
İnsanlar kas-kemik yapısı ya da beslenme içeriğinden değil; öncelikle ruhundan güç alır. Aldığı gücü yaşam enerjisine dönüştürerek de keyiflice yaşam sürer. Dolayısıyla; kendinizi iyi hissetmeniz için illa da çocuklar gibi 8 saat uyumanıza gerek yok. Yetişkin birinin 5-6 saat uyuması çoğu zaman yeterlidir. Unutmayın; insanı gündelik koşuşturmacalar değil; kaygılar, karşılanmamış beklentiler, enerjisizlik ve mutsuzluk yorar. Ruhunuz dingin, keyfiniz yerindeyse yeni güne başlamak için de sebepleriniz varsa 5 saat sonra bomba gibi uyanacaksınız!
Güne erken başlayın...
Daha gün ağarmadan yeni güne başlamak sizi oldukça enerjik, zinde ve huzurlu yapar. Eğer çocuklarınız küçükse ve kendinize evde vakit ayırmakta güçlük çekiyorsanız o zaman günün ilk 1 saatini yapılacak işleri düşünmeden kahvenizi içerek değerlendirmelisiniz. Bu esnada kitap okuyabilir, hafif müzik dinleyebilir, spor yapabilir, ibadet edebilirsiniz. Moral depoladıktan sonra akşam yemeğini yapabilirsiniz. Makineye çamaşır atabilirsiniz. Mütevazı bir kahvaltı da hazırlayabilirsiniz. Unutmayın; sabah kahvaltısının mutlulukla ilişkisi bilimsel olarak da ispatlanmış.
İşten eve gelirken…
Saatlerdir dışarıdasınız ve çok yoruldunuz, haklısınız. Dönüş yolunda iken tüm gün yaşadıklarınızı, zihninizde gezinen insanları bir kenara atın. Sizi özlemle bekleyen bebeğinizi, çocuğunuzu düşünün. Onları ne kadar çok özlediğinizi, sevdiğinizi… Evet; içiniz kıpır kıpır oldu değil mi? Şimdi hasretle kucaklaşma zamanı! Sabah saatlerinde evdeki rutin işleri bitirdiğiniz için akşam yemeğine kadar sadece çocuklarınızla ilgilenin, çok acil bir durum yoksa cep telefonunuzu sessize alın. Çocuklarınızla sohbet edin. Oyunlar oynayın, kitap okuyun.
Hafta içini ailenizle geçirin, düzeninizi bozmayın.
Misafirleriniz için haftada bir gün en müsait olduğunuz zaman dilimini seçin. (Özellikle çocukları küçük olan aileler) Hafta içi günlük programınızı kimse aksatmamalı. Aksi halde; çocuklarınıza vakit ayıramazsınız, misafir ağırlama derdine düştüğünüz için stresli olursunuz. Duygusal anlamda doyuma ulaşmayan çocuklar; mızıklanır, annesinin yanından ayrılmak istemez, sürekli sorun çıkarır, gündelik yaşama uyum sağlamakta zorlanır.
Mükemmeliyetçi olmayın!
Mükemmeliyetçiliği alışkanlık haline getiren insanların aslında bu yolla duygusal yoksunluklarını (farkında olmadan) gidermeye çalıştığını biliyor muydunuz? Mükemmel insan yoktur. Çalışan kadınsa; ne kadar isterse istesin mükemmel olamaz. Burada önemli olan; annenin elinden geleni, gücünün yettiğini içtenlikle yaptığını bilmesidir. Hayatı doğal formunda yaşamak; hem gündelik yaşamı kolaylaştırır hem de bireysel kaygıları azaltır. Dolayısıyla insanlık halidir; bazen akşam yemeği yapılamamış olabilir, sabah tüm aile uyuyakalıp işe-okula geç kalabilir, dağınık ve tozlu bir evde misafir ağırlanabilir, çamaşırlar vaktinde yıkanmayabilir. Tüm bunları gülümsemeyle karşılamak sizi yetersiz, suçlu ya da beceriksiz yapmaz.
Bakıcınızdan her şeyi yapmasını beklemeyin.
Çocuklarınızın bakımı için evinizde bulunan kişiye fazla sorumluluk vermeyin. Bakıcının ana görevi çocukların ihtiyaçlarını “vaktinde ve yeterince” karşılamaktır. Vereceğiniz her yeni görev için gerekli zamanın çocuğunuzun vaktinden çalınacağını unutmayın. Üstelik; sizin beklentilerinizi karşılamaya çalışırken bakıcı, vazifelerini yetiştirme telaşına düşebilir, stresli hareket edebilir. Bu da direkt çocuğunuza huzursuzluk olarak yansır. Dolayısıyla tek bir kişi aynı zaman diliminde hem yemek, temizlik hem de çocuk bakımıyla ilgilenemez. Siz tercihinizi her zaman çocuktan yana kullanın.
Bakıcıyla çocuğun bağ kurmasından rahatsızlık duymayın.
Bebekler ilk iki yıl ihtiyacını kim karşılıyorsa; o kişiyle bağ kurar. Çocuğun hem anneyle, anne gittikten sonra da kaldığı bakıcısıyla bağ kurmasında pedagojik açıdan bir mahsur yoktur. Güvenli bağlanma sürecini sekteye uğratacak bir durum da değildir. Fakat; anne geldiğinde bebek bakıcısının kucağından inmiyorsa; çocuğun annesiyle bağlanma sorunu yaşadığını söyleyebiliriz. Burada annenin yapması gereken; bakıcı değiştirmek değildir asla. Bebeğine kendini vererek kaliteli zaman geçirmeye özen göstermelidir.
Ve… Daha mutlu ve sağlıklı olursunuz.
Çevrenizdeki kişilerin çalışan kadınları eksik görmesini, küçümsemesini umursamıyor, sorumluluklarınızı bir yük olarak görmüyor, onların varlığından güç, enerji alıyorsanız; sıradan insanlara göre daha sağlıklı bir ruh haline sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Üstelik şanslı olduğunuzu da bilmelisiniz. Çünkü; siz işyerinde işleriniz, eve geldikten sonra da çocuk ve eşiniz derken gün tatlı bir telaşla-yorgunlukla son bulur. İşte en çok da bundan dolayı siz daha mutlu ve sağlıklı bir birey olursunuz…
]]Kadına yönelik şiddet münferit değil, toplumsal bir sorun!
GYV Kadın Platformu olarak hak ve özgürlükler bakımından cinsiyet eşitliği, kadınların ve kız çocuklarının güçlendirilmesini hedeflediklerini kaydeden Özer, çözüm için kadınların aktif olması gerektiğini dile getiriyor. Gündemden hiç düşmeyen kadına yönelik şiddetin münferit hadiseler değil, daha köklü bir toplumsal soruna işaret ettiğini belirten Müşerref Hanım, “Yakın zamanda, 32 kadın sivil toplum kuruluşunun da desteğiyle yayınladığımız bildiride de buna işaret ettik. ‘Kadına Karşı Her Türlü Şiddeti ve Kadın Cinayetlerini Kınıyoruz' başlığıyla yayınlanan bu bildiride, mevcut yasalardaki boşluklar ve uygulama problemlerinin yol açtığı cezasızlığın yanı sıra, kültürel kodlarımızdaki kadın algısının da bu şiddeti tetiklediğini vurguladık. Çözüm önerilerimizin başında, cinsiyet eşitliğine yönelik eğitim ve bunun yanında gerekli yasal düzenlemelerin yapılması vardı.” diyor. Müşerref Hanım, günümüz Türkiye'sinde kadınların en temel hakları olan güvenlik ve özgürlük için mücadele etmek zorunda kaldığına “Kadınlar siyasette, ekonomide, toplumsal alanda hak ve eşitlik arayışında olması gerekirken, maalesef şu anda kendilerini yaşam haklarını savunurken buluyorlar.” sözleriyle dikkat çekiyor. “Kadınlar halen ailede, okulda, sokakta, siyasette, iş hayatında büyük mücadeleler vermek durumunda kalıyor.” gerçeğine işaret eden Müşerref Özer, bu eşitsizliğin kalıcı bir şekilde ortadan kalkabilmesi için, insan olma paydasında değer ve saygınlık atfeden bir ahlak sisteminin inşa edilmesi gerektiğini vurguluyor.
DİNİN, KADINLARI EVE HAPSEDEN BİR MESAJI YOK
Her zaman ‘Evrensel Barışa Doğru' sloganıyla hareket ettiklerini dile getiren Müşerref Hanım, kadın haklarında en büyük problemin muhafazakar kesimde yaşandığı kanısına ise şöyle itiraz ediyor: “Dinin kadınları eve hapseden bir mesajı olduğunu düşünmüyorum. Gelenek merkezli bazı katı uygulamaların sırf din üzerinden okunmasını yanlış buluyorum. Şartları elverdiği ve bu konuda seçim hakları olduğu sürece, kadınların toplumsal alanda istedikleri rolü almalarına dinin engel teşkil eden bir hükmü bulunmuyor. Kaldı ki, kadınların toplumsal alandan dışlanmasının sadece Müslüman toplumlarda görülen bir vaka olmadığı da biliniyor.
]]Acısıyla güçlenen kadınlar
Roboskili kadınlar sadece adalet istiyor
AHMET GÖRÇÜM
Şırnak Uludere’de 28 Aralık 2011 gecesi düzenlenen hava operasyonunda kaçakçılık yapan 34 köylü hayatını kaybetti. Roboski diye hafızalara yer eden bu katliamda Emine Ürek, 16 yaşındaki oğlunu kaybetti. Ayrıca hayatını kaybeden diğer köylülerle de akrabaydı. Anne Ürek, katliamı yapanların ortaya çıkması için 4 yıldır adalet mücadelesi veriyor. O, sonradan aynı bölgede devrilen askerî araca yardım için ilk koşanlar arasındaydı. Yalınayak, askerleri kurtarmaya giden acılı annenin çabası, Türkiye kardeşliğinin simgesi haline gelmişti. Emine Ürek’in şu ifadeleri binlerce açılıma denk: “Evladımı kaybettim, bari başka annelerin ciğeri yanmasın demiştim. Hâlâ kucağımda ölen asker için ağlıyorum. Biz de insanız, yüreğimiz dayanmıyor. Biz birlikten beraberlikten yanayız. Sadece kötüler ortaya çıksın istiyoruz.” Muhtaç olsalar bile evladının ‘kan parasına’ el sürmeyeceğini belirten Emine Ürek, “Çocuklarıma kül yedirsem, toprak yedirsem de oğlumun parasını alıp yedirmem. Bu dünya fani. Bir şekilde geçer gider. Öbür dünyada çocuğumun karşısına geçemem. Parayı evime kadar getirseler bile almazdım. Başbakan’a ‘almayacağız’ dedik. Hesapta duran para Ankara’ya iade edildi.” ifadelerini kullanıyor.
EMİNE ÜREK
Faillerin ortaya çıkması için direniyoruz
Oğlu Yüksel’in acısını da bir an yüreğinden çıkarmadığını söylüyor Emine Hanım. Faillerin ortaya çıkması için 4 yıldır ‘Roboski için adalet’ eylemlerine katılan Ürek, “Biz çok direndik, direneceğiz. Kanımızın son damlasına kadar devletin bu failleri ortaya çıkarması için mücadele edeceğiz.” diyor. Roboskili annelerin devletten sadece adalet beklediğini dile getiren acılı anne, kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmediğini söylüyor: “Biz Türkiye Cumhuriyeti bayrağına bir kara leke olarak girdik. Bu kaşla göz arasında olan bir katliamdır. Dördüncü senemize girdik. Sadece devletten beklentimiz adalettir. Başbakan eşini buraya yolladığında biz ilk önce kabul etmeyecektik. Ama o da annedir, onun da çocukları var dedik, kabul ettik. O da ‘Başbakan’a anlatacağım’ diye söz verdi. Dileklerimizi dile getirdik ama ondan sonra Emine Hanım söylediyse, söylemediyse medyaları kapattılar.”
Kadınlar mücadele etmezse bütün çocuklara yazık olur
Şeyma ERCANLI
Türkiye’de direnişin ismi haline gelen kadınlardan birisi Gülsüm Elvan… Genç yaşta hayata tutunup, ekmek parasının peşinden koşmuş bir kadın o. 15 yaşındaki Berkin’i de ekmek almaya göndermişti. Gezi Parkı eylemlerinde polisin attığı biber gazı kapsülüyle 269 gün komada kalan Berkin hayat mücadelesini kaybetti. Toplumun en gergin dönemlerinde acılı bir anne olarak vakur duruşuyla örnek oldu. Anne Elvan, 8 Mart için de “Kadınlar mücadele etmezse topluma da çocuklara da yazık olur.” mesajını veriyor. Kadınların her şartta güçlü durması gerektiğini belirten Gülsüm Elvan, “Ne kadar zor şartlarda olsalar da kadınlar, geri adım atmasın ve çocukları için, gelecek için mücadele etsin. Köhnemiş düzeni ancak inanarak düzeltebiliriz. Çocuklarım için ayaktayım. Direniyorum. Bende bu nefes oldukça asla vazgeçmeyeceğim.” diye de ekliyor.
Kadınlar haram lokma yedirmez
BETÜL TANRISEVEN
Semra Köse, sahur operasyonunda gözaltına alınan eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Ömer Köse’nin eşi. Türkiye bu operasyonlarla tanıdı onları. Eşlerinin sonuna kadar arkasında durdular. Semra Hanım da eşinin tutuklanmasından sonra tüm hukuksuzluklarla mücadele veriyor. 8 günlük adliye süreci, eşinin tutuklanma haberi ve Silivri yollarında geçen aylar... Üç çocuğu var Köse çiftinin. Semra Hanım, 8 aydır çocuklarına hem annelik hem babalık yapıyor. Bütün bunların yanında eşi görevden ihraç edilince, maddi sorunları da tek başına göğüslüyor. Ara sıra ailesinden destek gören Köse, polis lojmanından çıkartıldıklarında evini tek başına taşımak zorunda kalır. Yapılan haksızlıkları her platformda dile getirmeye çalıştığını söyleyen Köse, hukuksuzlukların kendilerini yıldıramayacağını vurguluyor ve ekliyor: “Hak bildiğimizi söylemekten vazgeçecek değiliz. Biz kadınlar evlatlarımıza haram lokma yedirmeyiz. Bizim eşlerimiz de vatanını milletini seven haram lokma yemeyen, aldığı parayı hak etmeye çalışan insanlar. Milletin vicdanı bu kurulan tiyatro sahnesini yerle bir edecektir. ”
Somalı Kibariye, vefasıyla örnek oluyor
MUSTAFA KUŞEN, ÖMER ÇAKMAK
Kibariye Kutbey (39), Manisa Soma’da maden faciasında hayatını kaybeden 301 işçiden sadece birinin eşi. Aradan 10 ay geçti. Geride kalan üç çocuğuyla şimdi zor günler geçiriyor. Fakat onun azmi ve vefası takdir edilecek cinsten. Kibariye Hanım, çocuklarının dışında kayınpederi ve kayınvalidesine de bakıyor. Zira eşi ailesinin tek oğluydu. Kibariye Hanımın eşi vefat etmeden önce sık sık anne-babasını ziyaret edip, ihtiyaçlarını giderirmiş. “Şimdi sıra bende. Onlar eşimin emaneti.” diyor. Şimdi Kimse Yok mu Derneği’nin onlara verdiği evde hep birlikte oturuyorlar. Kibariye Hanım’ın duruşu takdire şayan: “Ben eşimi kaybettim, onlar da oğullarını kaybetti. Onlar bizim atamız. Eşim öldü diye onları yüzüstü bırakamam, bakmak zorundayım. Onlar da benim çocuklarıma bakıyor. Birbirimizin can yoldaşı oluyoruz. Kiramız falan olmadığı için eşim için bağlanan maaşla geçinip gidiyoruz. Halimize şükrediyoruz.”
]]İçeride mi, yoksa dışarıda mı?
İsveçli Photoshop uzmanı Erik Johansson’un yaptığı sanat işi halen gücünü yitirmedi. Bunun nedeni onları daha gerçekçi ve huzursuz edici yaparak oluşturduğu karmaşık fotoğraflardır.
Johansson fotoğrafçı ve rötuşçu olarak çalışıyor. Fotoğrafçının resmi olarak yetkilendirilmiş fotoğrafları bile sanat işi. Aşağıdaki otomobilleri kapsayan fotoğraflar Avustralya’da Trafik Kazası Komisyonu tarafından uyuşturucu ilaçların etkisinde otomobil sürerken oluşan kafa karışıklığını yansıtması için fotoğrafçı görevlendirildi.
Fotoğrafçı, bir fotoğrafın yüzlerce görüntüden oluşmasına rağmen onların hepsinin bir şeyi resmetmesini istediğini belirtti.
]]İTÜ'den arşivlik iki albüm
Pür Nida-Meşk-i Safa
Karma
İTÜ Yayınları
Nail Yavuzoğlu'ndan Bas Duo
Nail Yavuzoğlu ismini cazseverler yakından biliyor. O aynı zamanda bir eğitmen. 30 yılı aşkın süredir İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nda ders veriyor. CRR caz orkestrasının şefliğini de yürüten sanatçı, şimdi de iki altı telli bas gitarı, üst üste çalarak oluşturduğu Bass Duo isimli projesi ile karşımızda. Albümdeki tüm eserler müzisyene ait. Albümün en farklı yanı ise caz müziğinin doğaçlama anlayışı ile Türk makam müziğinin taksim anlayışını sentezlemiş olması. Bas gitar için, bas hattı ile aynı anda akorları çalma tekniği geliştiren Yavuzoğlu, bas gitarın hem eşlik hem de bir solist enstrüman olarak ne kadar ifade gücüne sahip olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Bas Duo albümü hem cazseverler hem de Türk müziği âşıkları için çok farklı bir deneyim olacak.
Nail Yavuzoğlu
Bas Duo
Yavuz Plak
Aşık Mustafa Zengin Arşivi
Âşık Mustafa Zengin, yok olmaya yüz tutmuş özgün Alevi-Bektaşi geleneğinin son temsilcilerinden. Malatya-Kuluncaklı Halk Ozanı Mustafa Zengin'in eserleri ve derlemeleri ölümünden 32 yıl sonra bir albümde toplandı. Bu çalışma TRT kayıtlarından ve amatör ses kayıtlarından toparlanarak oluşturulmuş. Arşiv niteliğindeki bu çalışma üç yılı aşan oldukça yoğun ve meşakkatli bir kayıt toparlama ve bir araya getirme süreci sonrasında derlenmiş. Albümde; şu an kayıtlı yüz otuz civarı türküden 20 tanesine yer verilmiş. Zengin'in duygulu ve farklı sesi ile yoksulluk, sıla özlemi, doğa sevgisi, aşk acısını işleyen eserleri yer alıyor. Ayrıca iki yöresel halay ve iki derlemesi de çalışmaya dahil edilmiş. Albüm sadece âşıklık geleneğine değil türkü severler için de özel bir çalışma.
Âşık Mustafa Zengin
Arşiv
Kalan Müzik
]]Bahara yolculuk başlıyor
Selam; Bahara Yolculuk vizyona girdiğinde seyirciyi nasıl bir film bekliyor olacak? Nelerle karşılaşacağız?
Mert Yavuzcan:Bir yol hikâyesine tanık olacaklar açıkcası. Yolculuklar nasıldır bilirsiniz insanları heyecanlandırır ve yaşanılan tüm sıkıntılara rağmen bize birçok şey katar. Kim olduğunu anlarsın. Filmde de İsmail öğretmen ve Mehmet karakterlerinin yolculuğunu ve bir buluşma hikâyesini izleyeceğiz. Mendillerini hazırlasınlar.
Gürol Güngör:Kendini eğitime adamış ve bu uğurda birçok şeyi feda etmiş bir öğretmenin hikâyesini anlatan adanmışlık filmi, Bahara Yolculuk. Kendi adıma Kırgızistan’da kırk beş gün kaldım ve ilk günümden son günüme kadar ailemle görüntülü konuşma fırsatı buldum. Ama o insanlar oraya gözü kapalı hiçbir şey bilmeden ellerinde sadece bir valizle yola çıkıyor. Bunu oradaki insanlara eğitim vermek ve bir şeylerin tomurcuklarını atmak için yapıyorlar. Daha iyi hayat sunmak ve dilimizi dünyaya yaymak amaçları. İşte biz filmimizle buna değiniyoruz.
Hikâyeye dâhil olmanızda ve senaryoyu beğenmenizde sizi ikna eden etken neydi?
G.G.:Film için görüşmeye gittiğimde yapımcımız Haluk Örgün ve yönetmenimiz Hamdi Alkan ile bir araya geldik. Hepsiyle orada ilk kez tanışma fırsatı buldum ve film hakkında çok bilgim yoktu. Fakat oradaki samimiyet ve yaklaşım beni çok etkiledi. Senaryoyu da beğenmiştim. İki unsur bir araya geldiği zaman kaymaklı ekmek kadayıfı oldu benim için (gülüyor).
M.Y.:Senaryoyu okuduğumda gerçekçi olması ve bir dönem filmi niteliği taşıması hoşuma gitmişti. Oyuncu olarak bunlar her zaman ilgimi çekmiştir. Projelerimi seçerken hikâyeler önceliğim oluyor, sonrasında ise karakter geliyor. Genelde aşırı zıtlıkları olan, özü derinlikli ve ters açıya yatan karakterleri tercih ediyorum. Mehmet de benim için öyleydi. Başından sonuna büyük değişimin içinde olan bir roldü.
Film aynı zamanda bir dönemi de yansıtıyor. Olaylar Sovyetler birliğinden yeni ayrılan ve hâlâ etkisinden kurtulamamış olan Kırgızistan’da geçiyor.
M.Y.:Bir oyuncu olarak o dönemi tanıyıp bilmek bizim sorumluluğumuz. Kırgızistan komünist rejimden çıkmış ve kendini dünyaya yeni tanıtıyor. O dönemki cumhurbaşkanımız onlara büyük destek vermiş. Bu insanlar oraya Türkçe öğretmek ve eğitimin standardını yükseltmek için gidiyor ve her daim bu misyonu taşıyor. Sonuçta bir kültürün doğuşu eğitimden başlar. Bu çok güzel bir misyon ve bizlerin farkındalığını da artırdı. Çünkü işin aslını bizzat yaşayan insanlardan dinleyince bambaşka bakış açısına sahip oluyorsunuz. O realiteyi görmemiz hem rollerimize katkı sağladı hem de empati kurmamıza yardımcı oldu.
G.G.: Okuduğumuz kitaplar haricinde oradaki insanlarla tanışmak ve Mert’in dediği gibi onlardan yaşanılanları dinlemek çok büyük bir tecrübeydi. Neleri çektiklerini ilk ağızdan duyuyorsunuz. Kaldıkları barakaları görüyorsunuz. Yan tarafta duvarları ayıran sadece bir mukavva var o kadar. Ayrıca hiç bilmedikleri bir dilden söz ediyoruz. Vücut dillerini kullanarak o tohumları atıyorlar. Bu öğretmenler ve gönüllü kahramanlar gerçekten büyük işler başarmışlar.
Kırgızistan’da farklı bir iklim ve coğrafya ile karşılaştınız. Çekimler yorucu geçmiş olmalı.
M.Y.:Açıkçası hava şartları çok cömert değildi (gülüyor).
G.G.:Bizim gittiğimizde güzel bir hava vardı, zaten mevsim ilkbahardı. Fakat sonlarına doğru donduk. Kar vardı tepelerde, aşağıya doğru sert rüzgârlar esiyordu. Göle giriyorduk, sıcaktı fakat çıktığımızda soğuktan titriyorduk. Ama tabiatı inanılmaz derecede güzel ve el değmemiş.
Filmi izlediğinizde neler hissettiniz?
G.G.:Filmi parça parça çekiyorsunuz, sahneyi biliyorsunuz ama montajdan sonraki halini oturup izlediğinizde oynadığınız filmde duygulanıp ağlıyorsunuz, ilginç. Yani ben ağladım, başkaları da muhakkak ağlayacaktır.
M.Y.:Ben inanılmaz etkilendim, etkilenmemek elde değil. Öyle sahneler var ki işin içindeyken görememişiz ama bağlandıktan sonra filmde görmek bambaşka. Oyuncu olarak atlaya atlaya çekiyorsunuz sonuçta. Her seyircinin yaşanmışlıklarını cımbızlayacağı anlar oldukça fazla.
Kadroda aynı zamanda birçok Kırgız oyuncu da yer alıyor, değil mi?
M.Y.:Evet, amatör oyuncular kadar profesyoneller de vardı. Örneğin filmde Sultanbek rolündeki Egemberdi Bekbolıev hem Bişkek’teki drama okulunun başkanı hem de devlet tiyatroları oyuncularından biriydi. Kendisi ile çalışmak, onu tanımak ve tecrübelerinden yararlanmak bizim için onurdu diyebilirim. Onunla sessiz oyunlarımız vardı ve replikli sahnelerimiz çok fazla yoktu. Ama birbirimizin dilini bilmeyişimiz bile bize engel olmuyordu ve başarıyorduk.
Rolleriniz için ata binme eğitimleri almışsınız. Eyersiz bir şekilde kayalık zeminde ata binmenin yine de zorlukları olmuştur...
M.Y:Büyük tecrübeydi benim için.
G.G:Bugüne kadar hiç eğersiz ata binmemiştim. İkimiz de daha önceden ata binmeyi az çok biliyorduk ancak ata binmekle eyersiz ata binmek arasında fark varmış.
M.Y:Hele ki Kırgız stiliyse (gülüyor).
Karaktere bürünebilmek için empati kurmanızın yanı sıra sizden neler vardı o rollerde?
G.G:Her karakter oyuncunun içerisinde olan bir şeydir, okursunuz, giyinirsiniz ve sunarsınız.. İsmail Öğretmen’e ben kendimden çok şey katmaya çalıştım. Ama gördüklerim ve öğrendiklerim de etkiliydi. Kötülüğe ve kaba kuvvete karşı hep sakin olmaya çalışan, konuşarak çözüme ulaşabilen ve barışa inanan bir insan İsmail Öğretmen. Zaten oradaki öğretmenlerin hepsi bu özellikleri taşıyor.
M.Y:İsmail Öğretmen’in tam tersi bir karakter Mehmet. Aralarında hep bir gözlem var. Seyirci de zaten Mehmet’in İsmail Öğretmen’le kendini keşfetmesine tanık olacak. Her insanın içinde var olan şey sevgi ama ne yazık ki günümüzde en çok şikâyet ettiğimiz şey de sevgisizlik. Herkes birbirine karşı öfke ve nefret duyuyor. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki şiddet olayları ve cehalet giderek çoğalıyor. Mehmet de tüm bunlardan biraz biraz etkilenmiş.
Filmin ana teması fedakârlık. Zaten hikâyesini de bunun üzerine kuruyor. Siz kendi yaşamınız için böyle bir fedakârlığa nasıl bakıyorsunuz? Gidebilir miydiniz?
G.G.:Bu çok zor bir şey. Ortamı gördüğünüz zaman idrak ediyorsunuz. Siz ülkenizi, ailenizi ve dostlarınızı geride bırakıp bilinmeze gidiyorsunuz. Geri dönmeye niyetiniz yok yani. Oralara gidip imkânsızlıklardan bir şeyler çıkarmaya çalışıyor ve emeklerinizin karşılığını görüyorsunuz.. Bana şimdi Kırgızistan’a öğretmen olarak gider misiniz derseniz evet giderim. Ama oraya ilk giden kişiler gibi hiçbir şey bilmeden gidemezdim. Çünkü yokluklarla mücadele ediyorsunuz. Düşünün ki telefon, elektrik, telgraf ve hijyen yok, yok işte.
M.Y.: Oradaki insanları görünce anlıyorsunuz. Resmen bile bile gidiyorsunuz. Ne olacağı belli değil. Öyle insanlarla tanıştık ki eksi 40 derecede soğuklarda bir daha çocuk sahibi olamayacak hale gelseler de vazgeçmemişler. Sırf bu fedakarlık ve misyon uğruna kendi sağlıklarını görmeden bu işe gönül verip o ülkelere gitmişler. Bu duygu anlatılmaz.
]]